31 Mayıs 2009 Pazar

bir yaz günü

akça dallarında ıhlamurların
ölüyor av borusunun boğuk sesi,
ve firenk üzümleri arasından
göksel şarkılar yükseliyor,
gülsün artık damarlarımızda kan
bak bağlar bekliyor bağbozumunu
gökyüzü bir melek kadar güzel
lacivertle dalga kudas ayinindeler.
çıkıyorum sokağa. ışık vurursa beni
bitkin, yığılırım köpük üstüne.

bekleyiş.. sıkıntı... boş vereceğim
istediğim yalnızca: bu acıklı yaz
koşssun beni hurda arabasına.
ve seninle daha da çok, ey doğa
-yalnızlığı, hiçliğimi azaltıp-
ölüyorum-ne gariptir!- çobanlar
şu yalan dünyada ölecek yerde.

beni toprağa mevsimler karmalı
doğa, kendimi sana sunuyorum,
açlığımla, susuzluğumla
lütfen doyur, suya kandır,
umurumda değil hiçbir şey,
ha evde ölmüşüm, ha güneşte,
hiçbir şeye gülmek istemiyorum:
bırakın, bu mutsuzluğum özgür olsun.
mayıs 1872.

asfdjasfjasfj peki bunu ne yapacağız? #2

bu hiç iyi olmamış. hiç iyi olmamış. ne yapacağız şimdi? buna biraz üzüleyim.

asfdjasfjasfj peki bunu ne yapacağız?

\m/

Nuh'un Gamı

buzulların erimemesi için alüminyum folyo kullanılmıştır. insan yaşamı karlı marksın öngördüğü şekilde uzatmaları oynuyordur. sahneyi, birtakım insanlar alır, bazılarının derisinin siyah olmasından korkulmakta ve sonucun hüsran olmaması beklenmektedir. kahvehanede çay yudumlayan sezar'ın bilmem kaçıncı kuşaktan varisi süleyman'a göre, dünya kendi etrafında dönmektedir, bizi umursadığı söylenemez. süleyman'ın burnu da sezar'ın burnu kadar büyüktür, o yüzden söyledikleri pek önemlidir efendiler.
karlı marksın dünyaya sadece sakallarıyla kendisini tanıtması, mehmet altan'ın bu imaj üzerinden entelektüel bir görüntü yakaladığını sanmasına içerlenen newton; dünyanın kaderini elmaların belirlediğini öne sürer. çıngar çıkar. tüm mekanik görüşleri elinin tersiyle iten newton, kendini dünyanın merkezindeki insan ilan eder, bu lafı da nasreddin hoca'dan intihaldir. birtakım insanlar, batılı bilginlerin tüm bilimsel buluşları doğululardan yürüttüğünü ileri sürerek çılgın bir imaj sergiler, bu da prim yapar. ama alüminyum folyo? hayır sayın avukat, yeteri kadar kendinizi savunamadınız, yeterince yalan söylememiş olmamanız ne kadar kötü? ya mahkeme salonundaki aciz görüntünüz, doktorun hastayı kaybederkenki kutsi görüntüsüne benzemedi mi? yaşınızdan başınızdan utanın! nasıl da yalan bir görüntü içerisine girdiniz? dünya batıyormuş, fareler... fareler gemiyi terketmiyor beyfendi. avukatları var, hayır diyorlar bu topraklar dedemizden kaldı kesinlikle bırakmayız! fareler, gemiyi terkedemiyor, kaptan kaçıyor. kaptan: kendime jupiterde geniş tavanlı, ahşap döşemeli bir ev buldum; ne haliniz varsa görün. lenin topla işçileri, devrim vaktidir! lenin, tadına baktın mı levyenin? senin yerine sokaktaki kırk yıllık kesk'li amca bakmıştır değil mi? kesk'li amca: alışığız biz, 40 yıldır bu işin içindeyim, panzer görmezsem eylemin başarısız olduğunu düşlüyorum! ya siz sendikasız beyfendi: eylem başarısız kesinlikle, bu çırpınmalar boşuna, biz fareler olarak gemiyi terketmemekle ahmaklık ediyoruz, ben en son mars'ta bir arazi aldım, e-5.5'a çok yakın, işime rahat gidip gelebileceğim, hem şirket arabada veriyor. ya siz: ben de masturbasyon konusunda uzmanlaştım, pluton'dan bana teklifler yağıyor. ya siz: ebenizi sikeyim hepinizin, siz bu dünyayı terkedince ben demirleri toplayıp satacağım, iyi iş var bunda!
alüminyom folyo buzulları elbette eritmeyecekti. sayın meclis üyesi bundan emindi. babam da kendisine güveniyordu, annem de babama güveniyordu.ben de babama güveniyorum. babamın kime güvendiğinin önemi yok. birtakım insanlar bizi eleştiriyor, babadan oğula geçen bir anlayış sözkonusu diye. orospu çocukları ya annem?
sınırda asker, geminin batmasına rağmen ölmüş olmayı ne büyük şeref sayıyordu. tarladaki korkuluktan ölesiye çekinen adam bile, şanlı bir asker oluvermişti, gemiyi batarken yağlamasınlar deyu nöbetteydi.ben parmağımı emiyordum, biliyoruz tüm bunları yeni hikaye yok muydu? orospu çocukları, dinleyin işte. ne kasıyorsunuz? insanlar, yeni masallar istiyordu uyumak için. alüminyum folyo masalı birçoğunu uyutmuştu fakat yine de uyuyamayan, akşamdan 100 tane kahve içmiş şaşkınlar vardı. onlara da bir hikaye lazımdı, levazımcıbaşı karlı kay bir nutuk çekti. fareler peşinden gitti, herkes kendini avutuyordu bir hikayeyle, görmüyorlardı gemi batıyordu! kimisi gemiyi batmaktan kurtaracağını düşünürken, kimileri de iş işten geçti diye kendini teslim etmişti.
süleyman atıldı, çayı bitmişti. kaçalım dedi. süleymanın bu önerisini akıllıca bulmadık. neticede ismi süleyman olan adam da bilinmez hırslar vardır, onun peşinden gitmek bir pazarcıyla alışveriş yaparken ürünü ucuza almaktan daha zordur. süleyman'ın kafasında dolaşan tilkileri, ben siktim! evet, ben hepsinden sıkıldığımı, kendi başıma takılmayı istediğimi haykırdım. ne diyordu bu entelektüller? ritüel falan!
moda sahilinde içmeyi kendime yediremedim. götüm dondu. süleyman'ın moda sahilinde içmeyeceğini, bunu kendine yediremeyeceğini biliyordum, yoksa süleyman ben miydim? hani şu her şeyi bayağı bulan birtakım insanlar! yah, yah.
güzel günler, başkalarından masallar dinlemekte gelmeyecekti. birtakım insanlar bunu anlamıştı sanırım. sonra gidip seviştiler çılgınca. umarsızca.
batak bilir miydin süleyman? ah, bilmezsin çok bayağı çünkü!

Prison Sex

konunun tool'la alakası yok. tool alakasız konu. gerçi hapishanedeki adamların onca sene nasıl rahip gibi takıldığını merak da ediyorum. olur ki duvara delik açıp, karşı tarafı rahatsız eden emmiler vardır, onlar öyle takılsın. ben de böyle takılayım.
sahaftan çıkıp bir yerde kahve içerken garip bir his kaplıyor her seferinde her yanımı. kitapların, dergilerin önümde arkamda leş bir görüntü içerisinde, okunmayı, ellenmeyi beklediklerini görünce, kitapların da onca sene rahip gibi takıldığını görüyorum. bir kere tadına vardıkları o ellenmişlik hissinin bir daha belki tekrarlanmayacak olmasına atarlanmış olabilirler. cihangir'de fazullah ağabey'in o kitap belki elime geçer, bu telefonum, al bunu arayıp sorarsın daha fazla gezmemiş olursun demesinden sonra, fazullah ağabey'i hergün arıyorum. asfdjdfsaj. açıp sesini falan dinliyorum, kitap gelmedi demiyor: "gelecek" diyor. erteliyor sürekli, umudu canlı tutuyor. aksiyonu eksiltmiyor. ben umudu kestim çoktan, o kitap elime geçmez, ben de okumaktan çoktan vazgeçmiş olabilirim.
fazullah'ın böyle davranması, gösterip elletmemesi, benim kaderim aslında. "yarın" olacak hissi içerisinde, her gün manevralarımı yarına endeksli, bir şeyin bir gün gelip beni dalımdan koparacağı hissiyle yaşadım. asfjdasfsaj. dışarıdan gelen aksiyonlar, benim kendimce oluşturduğum dalgalardan daha çekici, daha hatırda kalıcı oluyor. fazullah da öyle. gazullah.
fazullah net bir cevap verse, böyle umutlanmayacağım. ibne her seferinde gelecek dediğinde, gelme ihtimali üstünde düşünüyorum. hayat da öyle değil midir ey okur? okur'a da seslendik tam oldu. bir yerel gastede yazar gibi yazdık, iyi de oldu. biliyorum ki elinde sonunda bu yazı işlerine bir şekilde dalacağım, bu iş için çok şey de feda edeceğim belki ama bir şekilde içinde olacağım, dışarısında olamıyorsam içine girmek zorundayım. gireyim öyleyse. gireyim mi okur? mehmet bunu okur.
fakülteyi bitirdiğimi düşünüyorum asdfajasdfasj saçma. bitirince ne bok olacak orada kararsızım, bir kız beni koca diye kapatsa eve ne büyük hezeyan olur. ya da bir esnaf olduğum gerçeğiyle karşı karşıya kalsam asfjasjfdajfs 'babalar ve oğullaaaaaaaaaaaar' diye bağırırım kesin. (peder de esnaftı) ha bu beni acayip geriyor, şimdiden buna geriliyorum. gerçi şu an okuduğum bölüm ideal esasında, fakat gerçekteki idealim bu değil. ben aylak bir adam olmak istiyorum, hala da canlı kanlı istiyorum. bir yere bir kravat gibi bağlanmak hissinden tiksindiğim kadar hiçbir şeyden bu kadar tiksinmedim.

kenan evren genişlerken

bir kahve alıp geleyim. hah geldim. beraber birkaç site gezeceğiz. ilk sitemiz yeliz'in dünyası. asfjasfjasfja. ben geziyorum böyle amelsizce. ana akımlardan, yan kollardan haberdar olmak için falan değil, bazı şeyleri merak ediyorum, hafızama yerleştiriyorum hemencecik öğrendiklerimi. yok öyle bir şey. ne öğreneceğim yeliz'den. bir erkek olarak hiçbir şey öğrenmeyeceğim haha. ama sokakta görüp de bir anlam veremediğin şeylerin, esasında birileri tarafından pompalandığının ya da ana akım olarak insanlara ulaştırıldığının bilincine vardığında, sokağın bir forward e-mail'e "OHAAAA" diye tepki veren insanlar topluluğundan ibaret olduğunu tahayyül ediyorum. fikrim şudur: MODA BİR FORWARD E-MAİL'dir. asafdafjafsaj.
ikinci sitemiz, otobüste gördüm. bu da bir zamanlar geyik malzemesinden öteye geçmezdi, şimdi millet işi ciddiye bindirmiş. yahu, anlık ivmelenmeleri geleceğe taşımak derdinde coniler. otobüste uyuyan kızı öpmek isteyen mi dersin, tanışmak isteyip bir yuva kurma hayali kuranlar mı dersin, one night stand (otobüste öyleleri var mıdır? adasjfdsa) mi dersin bunlar hep geyikti. şimdi, böyle ciddiye bindi ya, işte o iş sakat. o iş sakat, uzaklaşın. bu ne lan?
bir de spotify var biliyorsunuz, ona da değinmeden geçemedim. ona değineceğiz illa ki. bu site hayatınızı kolaylaştıracak, müzik dinleme zevkinizden tutun da, sigara markanıza kadar, saç renginize kadar her şeyiniz değişecek.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

at the end of your tunnel

incil'e önsöz

oğul: ne yazılır ki?
baba: hayatı ve eserleri.
oğul: asfdasjfajfsad.
baba: gülme. felsefe neden var sence?
oğul: evet, haklısın. soren kierkegaaaaaaaaaaaaard!
baba: ithafen insanlığa yazmış olduğumu yaz asdfjafdjas.
kutsal ruh: başarılı bir çalışma.

eros'un okunu uzatıcı ilaçlar

bu ilaçlar olacak. sakin olalım. şu an labaratuar aşamasındayım, bitirdiğimde ağzınız yüzünüz aşk kesilecek. asdjfaadsfja böyle bir milyon yıl aynı nesneyi sevmekle övüneceksiniz. nesnelere duyduğunuz safi sevgiyi, hormonlarınızın dengesizliğiyle hiçbir zaman sorgulamak zorunda kalmayacaksınız. homeastasiyi tam olarak sağlayacak bu ilaçlar, muadillerini de çinli biraderlerim hemen üretecek.
ama şey var, afgandan randıman alamayan insanların varlığı beni kuşkuya düşürüyor. randım aman!

geçen bunları düşünürken uyudum

bencileyin inekleri kesmesinler. süt: rejim sorunudur. koyunları kompresörle şişirmesinler. şişme koyun: cinselliğin sorunumudur? peder hiç saçlarımı kazıtmadı. bundandır gürlerim, koyun melerim. yıldırım bayezid, tramvayların önünü kesebilir. cilalı taş devrinden beri taksiciler: rejim sorunsalıdır. a-hayret, cima recmsiz kalmış. zina: recm sorunumudurbumudur. zenon biraderim, sen hiçbir yere varamazsın! cevapların yanlış olduğu bir matematik: sınav sorunu mudur? annen o senin.
asfdasjfaj demokrasi taydır, jaketatay değil. misk kokan hacılar: recm sorunu mudur? mu mudur mu değil midir? cilalı taş devrinden beri konu-
şuyor olmak benim sorunumumudurnu!

düzyazıgibi

1040: dandanakan savaşı savaşıldı. 26. doğu meridyeninden, 42. kuzey paraleline kadar, bir şey olmalı. alman idealist alışkanlığıyla susmalıyım, 52 yaşında Kant -suç yoksa kant yoktur- gibi konuşmaya hakkım olmalı, ya da birden rimbaud gibi susmuş olayım. annemi sevsinler benim, hiç çekici değilim. hiç çeki-ci-değil-sin. 1243: kösedağ savaşı savaşılıyor. Des Cartes, daha Descartes olmamış, yüzyıllar yüzyıl diye bilinmiyor. botanik kitabı yazılmamış. hugo daha çocuk -ve dâhi çocuk-.yahu kimse beni bilmiyor, yoksa hiçbir şey bilmiyor[x]muyum? japonlar diri adam kesiyor, sanırım rasputin'in sakalları var, ki benim de var, japon değilim, adam kesi(li)yorum. ayıp!

darwin'in ortadan sıkılmış diş macunu

kimseye kızamazsın coni, inci dişlerinin atası, bir at olabilir. bunu iyi düşün. at cafe'r.

su-sabun

"her şey olması gerektiği gibi can sıkıcı. ayağımın altından yolları çekmişler, nereye gittiğimi, nerden geldiğimi bilmeyecek kadar umursamazlığın pençesinde, başınabuyruk bir insanım. bazı şeyleri aklımda tutamıyorum, çünkü hatırlamak istemeyeceğim kadar cansıkıcı şeyler oluyor. gün olsun diye öldürülen zamanlar, laf olsun diye tüketilen nefesler, ilgi çeksin diye yapılan mallıklar, daha nesini sayayım? ölümcül bir samimiyetsizlik. benden de ölesiye sıkılmanızı istiyorum."

çözümleme:
yazar bu paragrafta ne anlatmış?
-aga yazar sıkıntılarını, dertlerini, insanların bayalığını ve de insanlarla iletişim kurmakta zorlandığını anlatmış?
öyle mi yavrum? öyle mi şekerim? neden burda 'yazar ne anlatmış?' sorusunu üzerine alınmayarak, kendini bu paragrafın dışında sanki yazarın anlattıklarından farklı bir insanmışsın gibi görüyorsun? salak! yazar senin spontane insan analizlerini de anlatmış. bak 'ilgi çekmek' deyimini hiç üzerine alınmadın. öyle bir sorunun yokmuş gibi, ilgiye ihtiyacın yokmuş gibi, cool gibi hiç oralı olmadın. neden? çünkü sen 'amaaaan ağabey boşver ya ne yapabilirsin ki?' diye nanemollalardan birisin. sen kimseye laf söyleyemezsin. canını yakamazsın. sövemezsin. sen göte göt diyemezsin. hümanist ibne seni. sıkıcılığın baş kahramanı, sıkıcılığın logistiğini yapan şorolo sensin. sen insanları sıkıcı olmaya iten, kimseyi kendi tarafına çekemeyen, pısırığın tekisin.
-ama ağabey?
başlatma ağabeyinden. yıllardır seni arabulucu olarak gördüler. ne zaman bir anlaşmazlık çıksa, o sıkıcılığın devamını sağlamak için hemencecik tarafları yatıştırmaya, uzlaştırmaya çalıştın pezevenk. herkes arkadaş olsun, herkes iyi geçinsin istedin. ne oldu lan? sonuç nedir? herkes sıkıntıdan marjinal saç stilleri yapmaya başladı. jöle satan bakkallar köşeyi döndüler sayende. sayen de.

müzik (sentenced)

asdfafjaj.

meursault'un vedası

[...] direncim kalmamıştı, kendimi yatağıma attım. sanırım uyumuşum. gözlerimiz açtığım zaman, yüzüme yıldızlar doldu. kır sesleri bana kadar yükseliyordu. gecenin kokuları, toprak ve tuz kokuları şakaklarımı serinletiyordu. bu mahmur yazın o olağanüstü erinci, yükselen bir deniz gibi içime doluyordu. o anda, gecenin sınırında, vapur düdükleri ötmeye başladı. bunlar, artık hiç umrumda olmayan bir dünyaya giden vapurları haber veriyordu. ne zamandır, ilk kez olarak, anacığımı düşündüm. hayatının sonlarında niçin bir "nişanlı" edinmişti, niçin hayata yeniden başlıyormuş gibi oyunlara girişmişti, anlar gibi oluyordum. orada, orada da birtakım ömürlerin sona erdiği bu İhtiyarlar Yurdu'nun çevresinde de akşamlar, hüzünlü bir savaş aralığı gibiydi. anacığım, ölümün eşiğinde, kendini orada serbest ve her şeyi baştan yaşamaya hazır hissetmiş olmalıydı. kimsenin, kimseciklerin onun arkasından ağlamaya hakkı yoktu. ben de her şeyi yeni baştan yaşamaya kendimi hazır hissettim. sanki bu büyük öfke beni kötülükten arındırmış, umuttan kurtarmıştı. işaretler ve yıldızlarla yüklü olan bu gecede, kendimi ilk kez oalrak, dünyanın tatlı kayıtsızlığına açıyordum. dünyayı kendime bu kadar eş, bu kadar kardeş bulunca, anladım ki, eskiden mutluluğa ermişim. hatta hâlâ da mutluyum. her şey tamam olsun, kendimi pek yalnız hissetmeyeyim diye, benim için artık, idam günümde bir sürü seyirci bulunmasını ve beni nefret çığlıklarıyla karşılamalarını dilemekten başka bir şey kalmıyordu.

29 Mayıs 2009 Cuma

soyguncular neden machiavelli okumalıdır?

i. [...] böylece yukarıda yazılı ilk vasıflardan başlayarak derim ki: cömert diye tanınmak iyi olur.
bununla beraber, seni cömert tanıtacak gibi kullanılan cömertlik sana zarar getirir; çünkü gereği gibi ve ölçü ile kullanılırsa, bu hal cömertlik sayılmayacaktır ve sonunda cimriliğin kötü sanından kurtulamayacaksın.
insanlar arasında cömert adının kalmasını isteyebilmek içinse, debdebeye ait hiçbir şeyden geri kalmamak lazımdır; öyle ki, böyle bir hükümdar, daima, bu gibi işlerde bütün varını tüketecektir ve cömert adının devamını istiyorsa, sonunda, halka olağanüstü vergiler yüklemek zorunda kalacaktır.
bu ise, onu, uyruğunun gözünde menfur kılmaya başlar; fakir düşünce de herkesten az saygı görür, öylesine ki, bu cömertliği ile, çoğunu incittiği ve pek az kimseyi taltif etmiş olduğu için ilk fırsatta güçlüklerle karşılaşır ve ilk tehlikede kendisini o tehlikenin içinde bulur; bunu takdir edip yol değiştirmek isteyince çabucak cimriliğin kötü sanına düşer.
ii. böylece, bir hükümdar, herkesçe bilinecek bu cömertlik niteliğini, kendisine zararı dokunmaksızın kullanamayınca, tedbirli bir kimse ise cimriye çıkacağını umursamamalıdır; çünkü tutumluluğu sayesinde gelirinin kendisine yettiği, kendisiyle savaşanlara karşı savunabildiği, halka yük olmadan teşebbüslere girişebildiği görülünce, zamanla, daima daha cömert sayılır. öylesine ki, hiçbir şeylerini almadığı kimselere cömertlik yapmış olur ki, bunlar çokluktur ve bütün bağışta bulunmadıklarına ise cimrilik yapmış sayılır ki bunlar azlıktır.
zamanımızda, ancak cimri diye tanınanların büyük işler yaptığını gördük; öbürleri sönüp gitmişlerdir. papa ii. Giulio, papalığa ulşamak için cömertlikten faydalanmıştır, fransa kralı'na savaşabilmek için, daha sonraları bu sanı muhafaza etmeyi hatrına getirmemiştir; bugünki Fransız Kralı uyruğuna olağanüstü bir vergi koymaksızın pek çok savaşlar yaptı; çünkü fazla masrafları için eskiden biriktirdiklerini harcadı.
bugünki ispanya kralı cömert diye tanınsaydı bu kadar savaşı ne yapabilir ne de kazanabilirdi.
iii. böylece bir hükümdar kendi uyruğunu soymaya mecbur kalmamak, savunmasını yapabilmek, yoksul ve itibarsız düşmemek, soyguncu olmaya mecbur kalmamak için cimri diye tanınmasına az değer vermelidir; çünkü bu ona hükümranlık ettiren kusurlardan biridir. ve bir kimse "cesaret, cömertliği ile imparatorluğa yükseldi, ve bir çokları cömert oldukları ve böyle tanındıkları için çok büyük mertebelere ulaştılar" derse şöyle cevap veririm: sen ya olmuş bitmiş bir hükümdarsın, veya onu elde etmek yolundasın.
birinci halde bu cömertlik zararlıdır; ikincisinde ise cömert tanınmak pek lüzumludur.
Cesare de Roma Hükümdarlığı'na erişmek isteyenlerden biri idi; fakat ulaştıktan sonra yaşamış olsaydı ve bu gibi masraflarda itidalli davranmasaydı, imparatorluğu yıkmış olurdu.
bir kimse cevap olarak "orduları ile büyük işler yapan ve yine çok cömert tanınan hükümdarlar çoktur" derse, cevabım şudur: hükümdar ya kendinin ve uyruğunun malının, ya başkalarının malını harcar. birinci halde eli sıkı olmalıdır; diğer durumda ise cömerlikle ilgili hiçbir şeyi arkaya bırakmamalıdır.
iv. ordusu ile sefere çıkan, soygunla şehirleri yağma etmet suretiyle, haraç ile yaşayan ve başkasının malından faydalanan bir hükümdara bu cömertlik lazımdır: yoksa askerleri arkasında gelmez.
senin veya uyruğunun olmayan şeylerle, Keyhusrev Cesare ve Alessandro'nun yaptığı gibi, bol keseden bağışlar yapabilirsin, çünkü başkasının malını harcamak şöhretini azaltmaz, aksine çoğaltır; yalnızca kendi malını harcamak ki sana ziyan getirir. ve cömertlik kadar kendi kendini bitiren bir şey yoktur; cömertlik yaptıkça, cömertlik yapmak gücü kalmaz veta yoksul ya itibarsız olursun; ya da yoksulluktan kaçmak için soyguncu ve menfur olursun. ve bir hükümdar, birçok sakınılacak şeyler arasından bilhassa itibarsız ve menfur olmaktan sakınmalıdır; cömertlik ise seni bunların ikisine de götürür.
bu sebeple, cömert tanınsınlar diye nefretli bir kötü şöhret getiren soyguncu adını kazanmaktan ise, nefretsiz bir kötü şöhret getiren cimri adına razı olmak daha akıllıcadır.

daha 17


rimbaud'dan öğretmeni İzambard'a:

"kendimizi topluma adamak zorundayız demiştiniz bana. siz bir öğretmen olarak alışılanı yapıyorsunuz. ben de kendi ilkelerimi izliyorum, eski budala arkadaşlarımı bulup sıkılmadan onların sırtından geçiniyorum. aptalca, pis, rezilce sözler söylüyor, şaklabanlıklar yapıyorum. onlar da bana bardak bardak bira ve şarap ısmarlıyorlar. annemin durumuna gelince, çarmıha gerilmiş isa karşısındaki meryem. ben de kendimi toplum için feda ediyorum. neden mi? ozan olmak istiyorum.
"basitlik, rezillik, tekdüzelik içinde ölüyor, parça parça oluyorum burada. aslında hemen bugün çekip gitmeliyim, kol saatimi satıp yaşasın özgürlük diyebilmeliyim. kaldım işte, yine kaldım."
Dizeler, Erdoğan Alkan

28 Mayıs 2009 Perşembe

kabilemizde yamyam yok, sonuncuyu dün yedik

daha fazla "paradoks buldum abi koş" mu? hayır, saolun kullanmıyorum.

güzellik: spotifylinks

bu da iyi oldu. HOHOHOHOH. last.fm'den insanların ne dinlediklerini görüyorduk, onların atmosferine girmek, biraz da trendlerden haberdar olmak üçün, ya da müzik konusunda kulağına güvendiğimiz ulvi insanların dinlediklerini dinlemek üçün, last.fm'den adam takip ediyorduk. iyiydi, güzeldi. spotify denen illet, last.fm+ spotify diyerek tavrını koydu!
müzik listeleri düzenleyip yayınlıyor kullanıcılar. bu da önemli, hatta atmosferik bir adım bana göre. "aga ben gönlüme göre bir şey istiyorum" diye duhul oluyorsunuz linklere, asadfjafjas DRİNKİNG SONGS diye kategori yapmış orospu evlatları. bunlar hep sevdiğimiz hareketler vesselam. ha temennim şudur ki, bazı sevdiğimiz insanlar da playlist yapsınlar öpüşelim falan.

Amon Düül 2

artık daha fazla müzik yerine, daha fazla seçkin müzik gelsin evimize. eklektik davranmalı, böyle her bir boka "aaaaaaaa bu da progresif" diye atlamamalı, riverside dinleyip uyumalı bence. hani artık, kumpir denen şeyseli, 20 farklı kombinasyonla deneyip sade patateste karar kılacak konuma geldim. kulağı o atmosfere sokacaksın da, dinleyeceksin de, böyle kendince çıkarımlar yapacaksın da, oyş! yoruluyorum, iki üç seçkin müzisyen ağabey üzerine yoğunlaşalım olsun, diğerleri de one hit wonder kalsın anasını seveyim. kalsın mı?

27 Mayıs 2009 Çarşamba

dübror

bana da saçma geldi.

ekonomi hakkında derin düşüncelerim

hesaplamalar var. parmak hesabı ay sonunu getirmekte en ilkel metod. olasılık hesabı, umut fakirin ekmeği olduğu günden beri geçerli bir yöntem. en çok kullanılanı da, daha kötüsü olamaz yöntemi. paralel kenar yöntemi de var, o biraz karmaşık, bazılarınız anlayamayacağı için onu yazmıyorum; anlayan mutlu azınlıkla ilgili değilim. bu da böyle bir düşüncemdir, paragrafın bütünlüğünden koptum şu anda, fakat ne kadar kopabilirim ki? ne kadar kötü bir yazı ortaya koyabilirim? bakıyorum, hanginiz "üfff aga boş işler, uyu biraz adsajfjasfdj" diyerek okumayı kesti, ben de dahil hepiniz. bu yazının sonunu "başladık bitirelim" metoduyla getireceksiniz. sonunda da okumakla ne kaybettim diyeceksiniz, kazandığınız bir şey olduğunda müthiş sevinç duyacaksınız. ben sizi biliyorum, sizi beslememi istiyorsunuz, her yazıda sizleri ufuktan ufuğa dolaştırayım; düşüncelerinizi değiştireyim, duymak istediğiniz bir şey söyleyeyim istiyorsunuz. ama olmuyor, sizin hesaplarınız benim çarşıma; benim olmayan hesaplarım da sizin bütçenize uymuyor. ekonominin en temel ilkesi: evdeki hesap çarşıya uymuyor. KORCAN KARAR semt pazarından bildirdi.
akıl hastalığı işte. ihtimaller üzerine duran insanların, battı balık yöntemini sevmemek elde mi? değil işte, dibe vururken bile çırpınan insanlar görmek ne kadar kötü. bırak kendini işte, sal kendini; onca sene kendini kendine eklemişsin hala kuyruğun eksik. sallayamıyorsun o kuyruğu, kimse de peşine takılmıyor. daha ne kada kötü şeyler yaşayabilirsin? ipini çekemiyorsan ben çekeyim. tüketim toplumuyuz, hiç üretmiyoruz :(
olumsuzluklar sineması var. senaryoyu yazan orospu çocuğu dünyanın en karamsar adamı. filmin sonunda adam ölüyor. ama gururlu, ama başarılı, ama çılgın. ölüyor, yapabileceği en kötü şeyi yapıyor, en iyi gibi de gösterilen şeyi yapıyor. canını ortaya koymak ne zamandan beri cesaret göstergesi oldu? aslan yürekli richard'lar son seferlerini düzenliyorlar saksonların üzerine. am am adamlar işte. klişeler üzerine kurdukları hayatlarını, canlarını ortaya koyarak sonlandıracaklar illa. senarist illa, illa leman sam olacak. olumsuzluklar sinemasında, kahramanımız en kötü senaryo neyse onu oynayacak, iyi bir şey düşünmek mi? asla! ulan seyirciyi nasıl ağlatacağız? imar bankası mudileri gözyaşlarını tutamadı. ALİ KIRCA sendeyiz. akşam içiyoruz aga.
cesaretimiz kırılmış. çılgın atacağız. başarısızlıklar üstüste gelmiş. son çare, aynı zamanda çaresizlik kendisi, cesaret olarak lanse edilecek. adamın son seçeneği, büyük alkış kopartacak elbet! ulan şerefsiz, başka seçeneğin var mı senin? saksonları püskürtemezsen daha kötü senaryo olmayacak biliyorsun, saksonların zaferi seni tarihe gömecek; sen yenince tarihe geçeceksin! sen oportünist gibi görünen bir orospu çocuğusun, tabii bu fırsat bir daha ele geçmez. son çareyi anlı şanlı bir zafere dönüştürmek her gence nasip olmaz. UĞUR DÜNDAR can dündar'ın nesi oluyor? asfjadsfjas hep bunu sorguladım, zaplarken kanal kanal.
bu son satırları da bağlayamacağım, kafanızda bir bütünlük yerine, bir parçalanmışlık oluşsun istiyorum. kusabilirsiniz, ben de okurken bir bütünlük gördüğümde kusuyorum; başım ağrıyor, en kötü senaryoyu yazarken bile adımlar önceden hesaplanmış, sonuca giderken nasıl bir yöntem izleyeneceğini bilmek ne kadar kötü. oysa anasını seveyim, "ne kadar kötü olabilir"ler bütünlük arzetmeyen, paramparça bir durum değil miydi? senin adımlarını sikeyim. bir yere varıyorsun sonuçta. karşılığını alıyorsun işte, anka kuşu olsan küllerine işerim de senin; sen planaryasın en ufak parçan bile bölünüp duruyor, sürekli çoğalıyorsun, bir türlü ölemiyorsun. sinirlerim bozuk bu yüzden. MURAT BİRSEL var.
tabii daha kötüsü olamaz, krizi fırsata dönüşteren canım bebeğim aşkım benim. az çakal değilsin sen zor günlerin adamı. ordan bile karizma yaptın ya, bravo sana. çaresizliğini kullanarak insanların sana itibar etmesini sağladın. nasıl oluyor lan bu? her yerden senin sesini duyuyorum. falan "o durumda bile ayakta kaldı" ulan senin 4 ayağın falan mı var? hmm?
her kriz senin fırsatın, benim de sinir ayarlarımı bozan. evet MURAT BİRSEL.
param bitince, şairleşiyorum ara sıra. param olunca, sirke koşarım ben. param bitince evde oturup ekonomi programları seyrediyorum.

yapma biz de üzülüyoruz

şey var, yusuftan beklenmedik hareketler silsilesi. bu yusuf düşününki dünyanın yaşayan yüzü. olur ya bazı insanlar yaşamak konusunu ciddiye almadıkları halde mahmut'tan iyi yaşarlar. neden? adamın ismi mahmut bir kere kardeşim. alın yazısında silik harfler var mahmut'un.
şimdi yusuf üzülmek istesin. düşünki yusuf bile üzülebiliyor, hakan ne yapsın? hmm? düşün yusuf xanax içiyor, zanax diyor buna. antidepresan falan kullanıyor. fatoş ne yapsın? fatoş ki tüm gayesi yusuf'un nasıl hala sırıtabiliyor oluşunu çözmeye odaklı bir insan. yusuf işte bir an insanlara hayatı sorgulatıyor. ah be yusuf'um. deli yüreğim. zeynebim. neyledin sen cümle aleme? hmm?
yusuf'u kendi haline bırakalım. aa yusuf ağlamaklı. hmm. demek ki yusuf şu anda üzerine gidilmesi gereken kişi. bir rahat bıraksanız ya yusuf'u? hmm? mahmut orda bin yıldır ağlamaklı, bir hal hatır mesaj çekengiliniz yok; ama yusuf... aman yusuflar üzülmesin. aman darwin haklı çıkmasın. harun kahyaları sizi.
bakıyorum yusuf'a üzülme hakkı tanımayan birtakım antijenler var. aman yusuf, etme yusuf, tutma yusuf, al bunu al yusufçular hemen ortama çöreklendi. "kafa dağıtalım yusuf'um"cular da geldi. e hani anasını anasonladıklarım, bizim yusuf nasıl üzülsün? hmm? telefonlar susmuyor. alkolmetreler susmuyor. üfle yusufum. üfle küçük iskender'in ağabeyisim.
hep bunu düşündüm ben. bu dünyada yusuflar üzülmesin diye harcadığımız enerjiyi barajlarda kullansak erdoğan teziç cumhurbaşkanı olabilirdi. olamadı. neden? yusufun yüzünden. bu baraj, elektrik, üretim falan potansiyel ne kötü bir kombinasyon, nasıl bir söz israfıdır arkadaşım, buna da değinmeden geçemeyeceğim.
ha şey var, yusuf'çuğum siğirin gidin dese, bu adamlar/kadınlar/koyunlar gitmeyecek. bence işte, yusuf'un üzülmesi çok insanı yaralar. o yüzden yusuflar üzülmesin/üzmesin deyu yunus emre tapduk emre'nin kapısına hep doğru odun getirdi! itirazı olan? asuman dabaklaşmayalım derim ben.

olağandışı hiçbir şey

faroe takımadalarının sakallarının uzadığını düşünün. ellerinin içine alkol baskı yapsın bu adamların. birden eğilsinler kendi dizlerine, pis pis gülsünler bıyık altından. bunlar olsun. olmaması için fenolftaleinin ekivalans noktasında renk değiştirmesinin gözlenmesi gerekmiyor herhalde. bakıyorum pembeleşti yanaklarınız.

herhalde birtakım insanlar analjezik çamaşır suyu içmiyor değil. ya da kunillerin sahilleri parseleyen öpüşmeleri yüzlerinde şaşkınlık yaratıyor, onu maskelemeye, hoşgörülü takılmaya çabalıyor değiller :O

birtakım insanların götleri var bence. olmasa olmaz ya. her şeyi götlerinin sağ lobundan çıkardıklarını iddia edebilirler. ne bileyim onların yüzlerindeki götelek ifadenin koordine beyin semptonlarına neden olduğunu söylemem gerekmiyor değil mi? o birtakım insanlar benim annemi sever. onların anneleri seksi olmadığından sevmiyorum.

birtakım insanların da ayakları var. yürüyorlar. google earth bilincine sahipler. gittikleri yer önceden reserve, sıçtıkları yer de önceden steril. çok rahat adamlar bence ama kasıkları yürümekten gelişmiş değil, pompalamak falan onların işi. biz de hikaye dinleyen zavallı copypaste insanlarız. olm ne çok anlattın, ne çok dinledik senin freş zamanlarını?

birtakım insanlar güzel yerlerde güzel pozlar vermekle meşgul. çok eğlendikleri gerçeğini yadsımıyorum, fakat eğlendiklerini digital hale getirdiklerinde hiç de eğleniyor görünmüyorlar. zoraki bir gülümsemeleri var. arkada bira yorumlayan adam daha mutlu sanki. farkında değiller ama biraz mallık var bünyelerinde. taze mal.

onlar birtakım. ama sevilmelerini gerekiyor. sevmiyor değilim. seviyor da değilim. müze kartım var, her yere beleş girebiliyorum ama onlar girsin istemiyorum. onların girdikleri yer hak yeri değil. onlar ağzıma burnuma okülerime falan giriyorlar. ben ellerime yapışan ellerimi, alkolle temizleme derdindeyim. birtakım insanlar yapış yapış.

fekat her şey? asfdjafjajfds eşşeğin sönük haldeki siki.

azra’nın plymouth’u


önce saçlarını gördüm, saçlarını taradım
saçlarından sonrasını hatırlamıyorum
!”
serserilik lisansı olan bir kadından konu açıyorum
avukatı gelene kadar aşk hakkında konuşmayacağını söyleyen!
rahat sevişebilmek için göğüslerini kestirmiş bir kadından
rakı içen, tesbih çeken, kaşmiş üstünde sevişen,
dudaklarını ruj yerine vişneyle boyayan
love story’leri sevmeyen bir kadından!
sarı bir plymouth’u var haftabaşların postahane önüne çektiği
torpido gözünde tevfik bey’in kırık neyi..
bagajda delik deşik turuncu iç çamaşırları
en adisinden bir şişe tütün kolonyası,
yol haritaları ve
eski bir sevgiliden kalma yükseklik korkusu
!

26 Mayıs 2009 Salı

böyle şeyler olurken

insanlar doğuyor, büyüyor, ölüyor. tam da böyle. konuyu şuraya taşımaya niyetliyim, müzik. amcam. müzik zevkimi belirleyen şeyler üzerinde durmak istiyorum. mesela, wish you were here. bu şarkıyı, öyle kendim keşfedip dinlemedim, keşifleri de sevmem fakat örnek bir olay olmasından dolayı, müzik zevkimi belirleyen temel etmenlerden biri olmasından kelli, önemli bu şarkı. bir gün lisedeki kız arkadaşımla, kadıköy'de amelsizce geziniyoruz, başladı bu şarkıyı söylemeye. ben de cehaletimi gizlemek için dinledim, anlamıyorum ama dinliyorum, DEDİ yahu bu şarkı benim için çok özel, SENİN İÇİN DE ÖZEL OLMALI. mecbur dinleyeceksin, dinledim hemen. asafjdasjfasj.

bilmem anlatabildim mi? evet anlattım. şuraya geçeyim, eskiden böyle download ediyorduk, DOWNLOAD etmek çok sıkıcı bir iş. GB işi. burda tamamız. tabii erken dönemlerde, 2000lerin hemen başlarında, CD denen illet halen revaçtayken, mecburen, mecburiyetten bazı müzikleri takip edemiyor, takip ettiklerimiz üzerinde de haddinden fazla yoğunlaşıyorduk. RHCP'nin BY THE WAY albümünü, 6 ay süreyle dinlediğimi hatırlıyorum. asfdssajjas. sik gibi de albümdü. ağabeyler şimdi spotify gibi enfes bir şey yaptılar, kaç zamandır siksok müziklerden enfes müziklere yol alıyorum, hanisi YAHU BU BENİM TARZIMA YAKIŞMAZ da diyemiyorum, meraklıyım, meraklıyım ben. kulaklarım folloş oldu, dengede duramıyorum artık, dinlediklerimi de algılama noktasında eksik kalıyorum, düşünüyorum YAHU GÜZEL o halde dinlenir bu, yahu şeker illa ki dinlenir. ha tamamen temel müzik zevkimizden kopmuyoruz tabii, yelpazeyi pasifiğin iki ucuna yayıyoruz o kadar. işte, bazen diyorum acaba mecburiyetten mi metallicahaci olduk nedir aga?

kafam karışıyor bazı bazı. beggin'in tüm remixlerini dinledim, böyle dinledim be, hepsi de güzel, hepsi de güzelleştiriyor kafayı. ama, download ederken orjinal versiyonda ısrar edecektik, o saçma işte. artık saçma geliyor orjinal versiyon zıkkımı.

hayat ne güzel lan, spotify falan.

salacak sahili: yürüyen parfümeriler

-130?
-asfdjafjadfaj 35.
-30
-25
-20
-17.5
-15
-10 olsun ama kimseye söyleme.

sEnİ çOk seViyoRu\m/

spotify!

25 Mayıs 2009 Pazartesi

kutsal ibne

Dünya kutsaldır! Ruh kutsal! Ten kutsaldır! Burun kutsal! Dil, sik ve el ve
götdeliği kutsal!
Her şey kutsaldır! Herkes kutsal! Her yer kutsaldır! Her gün sonsuzluk! Her
adam melek!
Kaçık olduğu sürece dört büyük melek kutsal! Sen ve ruhum delinin kutsallığı
kadar kutsal!

koşma


istanbul’u sikiyorum gözlerim kapalı,
önce hafiften bir yağma başlıyor,
yavaş yavaş 7.4 sallanıyor,
caddelerde, kaldırımlarda,
yanıbaşımızda, ta yanıbaşımızda,
müteahhitlerin hiç durmayan projeleri,
istanbul’u sikiyorum gözlerim kapalı
.

merhaba onur akın

dostum seni gördüm, yarın arkadaşlara seni gördüğümü anlatacağım. içiyordun, gayet normal bir şey asfdsfdjsadasfasf anlatacağım yine de. içiyordu diyeceğim.

taksim taksim

nasıl gitsem, nereden başlasam,
taksim taksim
içki, biraz içki, bütün isteğim içki.
biraz patates, biraz küskü, bütün isteğim buydu,
taksim taksim
nasıl gitsem, nereden başlasam,
kaç kişiydik o zaman? bak, kaç kişi kaldı şimdi
taksim taksim
bir zamanlar sarhoş olmuştum, ama şimdi, sarhoştum hatırlamıyorum
taksim taksim
içki, biraz içki,, bütün isteğim içki.
biraz patates, biraz küskü, bütün isteğim buydu,
taksim taksim
bir zamanlar sarhoş olmuştum, ama şimdi, sarhoştum hatırlamıyorum
taksim taksim

I'll eat you aliveee

Ben kendi sesime sağır oldum bugünlerde.Başkasının beni duymasına ihtiyacım yok.Alengirli işler bunlar.Gerçekten sağolun,müdahil olmanıza ihtiyacım yok.
Geçenlerde bi yerde okudum.Hatırlamıyorum.Hakan Günday denen piç olabilir bunu söyleyen."Bir insanın bir diğerini anlamasına imkan yok" Yok işte a.q yok...
Ben gitmeye niyetlendim.Bileklerimden tutuyorlar.Hayır,kalacaksın,gitmeye karar verme lüksün yok,diyorlar.Kulaklarımı tıkadım,duymamaya çalıştım.Sesleri daha da yükseldi.Anlamıyor musunuz,çok uzakta o çok uzak dedim.Bu sefer de onlar duymadı.

Please,silence...

sakin kafa

eve gelişlerim uzuyor. bakıyorum beton, bakıyorum yol, bakıyorum pala bıyık, bakıyorum yırtık kot. yanılıyorum. düşünüyorum ev, düşünüyorum kadın, düşünüyorum esbab. tam olarak bu.
birden, merhaba a, merhaba b, merhaba c. birden hasan hüseyin korkmazgil. anıt mezar gibi dikiliyorum, birden dualar, birden gözyaşları, birden bayrak.
eve gelişlerim uzalıyor. düşüyorum beton, düşüyorum yol, düşüyorum pala bıyık, düşüyorum yırtık kot. birden nakarat, birden şarkı, birden hüzün, birden avaz. tam olarak bu.
hemen eskitiyorum, bir anlık öfkemi. hemencecik yumoş ayısı. hemencecik sevgi kelamları. hemencecik ay canımss.
sonra diyorsunuz, merhaba a, merhaba b, merhaba c.
size kızamıyorum. çünkü bana aşığım.

24 Mayıs 2009 Pazar

çocukların uzanamayacağı yerlere yazılan yazılar

bazı şeylerin mantıklı bir açıklaması yok, yazının da, kelimelere kerkinmenin de bir açıklaması yok. ortaya çıkan yazı, o an hissettiğimiz mi, o an hissetmek için kastırdıklarımız mı hiçbir zaman bilemeyeceğiz. edebiyatın e'sinin etki alanına girildiğinde, kurgu ön plana çıkıyor hemen. çünkü saf yazı, anlamı dışarda tutar her zaman. 'hiç bir şey'in açıklaması, yani yazının açıklamasını yapmaya çalışmanın bir manası yok. benim sıkça başıma gelen bir şey var, yazıya kaptırdığında, duygulanımlar o anki ruh haliyle bağlantısız -ilham diyorlar ona da gerginim-, bambaşka bir ruh haletiyesi çıkarıyor meydana. esasında edebiyatın bir şey anlattığı yok, asjfjaaj vallahi, insanlar sadece kendi tribine bağlanıyor ve kelimeleri hoyratça duygusallıktan yana tüketiyorlar. bir yaşanmışlık ya da, müthiş bir keder tüketilmemiş, üretilen bir duygusallık yine tüketime sunulmuş, bana hep öyle geliyor. buyrun örnek metin, örnek olaylar, örnek uslamalar, örnek edebiyat kalıpları, örnek depreşmeler, örnek 'alışıldık seyirde giden yazı':


çok uzun zaman oldu. çok uzun zaman kendi koynunda uyudun. çok uzun zaman beklettin kendini. çok uzun zaman fade out.
sonra, tribe girdin. başladı yine dokunamadığın şeylerin ellerine baskı uygulaması. avcunun içi çocuk nefesi gibi kesik kesik heyecanlı. istek işte bu. o eller kendinden çekinik, utangaç, hiçbir yere uzanmıyor.
tribe girdin yine. acayip bir müziğin eşliğinde kas katı kesildin kendin olamadığın için. alkol. alcohol. dayım. sen ben. bad trip.
dokunaklı bir şarkı gerekiyor sana. en ağırından bir tütün. en ağırından bir içki. sana sen gerek, o ağır değil bak; o uçmuş kendi üzerinden. kendi başını ezmiş, yükselmiş kendi sırtından. her şey kendiliğinden olmuş.
sana ben gerek, yunus emre değil.
o değil işte. o değil seni yok edecek. o da değil seni sen edecek. ama hiçbir şey değil. değil. yine bad trip. anasına sevdalı. anasını sevdiğim. yine kokarca. yine sansar. yine devalüasyon. yine radiohead.
çok uzun zaman oldu, kendinden ayrı düşeli. çok uzun zaman emdin kendini, inhibisyon zonlarından kendini tarife çalışmadın mı? kendi kanında üremedin mi? kendi sesinden türemedin mi? kendi kendini doğurmaya yeltenmedin mi?
i don't need another friend!
saatler enfeksiyonlu. yatalak. aksak. kusuyor saatler. kendi üzerine kusuyor. saatler bad tribe bağlıyor.
eksik bir zaman. kendi üzerine katlanan yollar. nereye varsa, kendini tekrar eden takvim sayfaları. yeni doğanlara resimler.
hastalar kendi üzerine sesleniyor. kendi kendini emiyor. saçları kazıtılmış. sesleri çatallaşmış. hastalar acıtıyor kendini.
bol melankoli. her yer kendi üzerine yaslanıyor. her şey kendi cenin pozisyonunda ağlıyor. alkolmetreler fade out. saatler kusuyor. filtreler dakikaları süzüyor. kimi dakikalar saat olmaktan yargılınıyor. kimisi saniye olmaktan, radara yakalanıyor. kimi kendi halinde.
bad tribe bağlıyor kendini fetişist orospu. o da kendini emiyor.
çok önceydi. çok öncelerden önceydi. parmaklarını kendi üzerine katlayan adamların mazoşistliğine hayranlığım. çok önceydi ellerini tutmak istediğim yürümeleri olan kendi bedeninden ayrı kızlar.
sonra, acıtmadı hiçbir şey. mutlu olmak istemedim. mutsuz olduğum tartışmalı kaldı.
bol melankoli. `wherever i may roam` bayık bakışları olan adamlar. `alkolmetres`.
aşağı! aşağı! aşağı!
daha da aşağı. kendi dibine aşık adamlar. kendi tribine bağlanan. kendinden ayrı kalamayan.
daha da aşağı. çok fazla kir var yüzeyde. istanbul büyükşehir belediyesi. çok fazla kör var yüzeyde. sabancı özürlüler vakfı.
çok aşağı. aşağıdan, aşık. aşağıdan aşmak kendini. aşağıdan yükselmek kendi üzerine. zirvede kendini indirmek aşağı. hiro of the ağrı.
daha aşağı. çıkamayacağın kadar merdiven mi indin? ahmet haşim seni!
relax! relax! relax!
şimdi kurulan. kurulan kendi derinle!
yukarı! yukarı! yukarı!
kendini eze eze yukarı. bu bir puzzle. önce sökeceksin tüm parçaları yerinden, sonra dizeceksin.
eze eze yukarı!
hiçbir baş kalmasın kendi başından yukarı!
`stand up`!
aptal! aptal! aptal!
alkolmetreslerine yedirdğin paraları kendi karına yedirseydin.... ahaha! ne buluyorum ki alkolmetreslerde insanlardan farklı olarak? hmm? ne buluyorsun? ney? hicaz makamından ağlamaklı sesler.
stresmetreslerin göğüs uçları dikleşmiş yine! ahaha! seni arzuluyorlar. kolları kocaman açılmış. with arms wide open. christian rock. rockmetres.
eze eze kendi damarlarında yol alacak alkol. yolvereceksin. yol alacaksın. yol vereceksin. yol açacaksın. cem uzan. cem uzanacaksın. saçlarında "mehmet ağar burnu" çekiciliği olacak.
uzanacaksın kediye!
sesini sevdiğim.
kelimeler geliyor. geliyor! ama dilim yanıyor. yoğurt?
ama sesim yok.
gibi bir şey.
freş. parametreslerim. freş.

"hepimizi alkışlayan adam"

burda mısınız? çok şahanesiniz. güzelsiniz. sizi gördüğüme çok sevindim. varlığınız varlığıma armağandır. armegedondur. şimdi sizler, onurunuzu koruyup yine de alkışa mı durdunuz? burunlarınızın yere 45 derecelik açı yapması, sizi ezik sıfatından kurtardı mı? düşlediklerinize sahip olan kişiyi, takdir etmeyi onurlu bir davranış mı sayıyorsunuz? elleriniz sesleri yalıtıyor, orda kaypak bir ses çıkıyor, alkışlar arasında "aferin orospu çocuğu aferin takdir ettim seni" diyen sesiniz duyulmadı mı sandınız? duydum merak etmeyin.

başkan'ın arkasında kendinden geçmiş şekilde alkışlayan adamı, odama ışınladım. beraber oturup seyrettik kendisini ve başkanı. önce yüzü düştü. hareketlerinde aşırıya kaçtığını o an fark etti, hemen kendisini aradı, kendine çeki düzen verdi. duruşu dikleşti, kolları gergin, yüzünde naif bir gülümsemeyle alkışlamaya başladı. bu uyarıyı kendisine yapmamın sebebi, kendisi kaliteli bir insandı, bu gibi dalkavukluklara ihtiyacı yoktu. bunları bildiğimden, kendisini odama ışınlayıp birbir rezilliklerini yüzüne vurdum. bundan sonra ambiyans olsun diye alkışlayacağım diye söz verdi, çıkar gözetmek için alkışlamayacağım ağabey dedi. sarıldık, barışmadık; bildiğim bir şey vardı ki, evine gidince karısını da alkışlayacaktı bu adam. buna nasıl engel olabilirdim?
ortamın gurusuna yakınlık gösteren, içinde guru taşıyan adamların çaresizliğini, törpülenmiş egolarını neon ışıkları altında inceledim. onların guru olamamasının sebebi, fiziksel görünteleriydi. bazı insanların fiziksel görüntülerinin, zekalarıyla orantılı aldığı şekiller etkileyecidir, spiritüel bir etkilenme olur. bu çekimden kaçamaz ham insan. düşünceleri, bu fiziksel görüntüye aşık olur. [erkek dişi farketmez, bu başka bir aşktır] görüntünün kendilerine akseden tarafından, kendilerini yansıtırlar uzay boşluğuna. orda yalnız ve çaresiz bırakırlar kendilerini. hükmetme güçleri bir an ellerinden alınırlar, uslu uslu söz dinler bu süperego ağabeyler. susmasını bilirler. [bu bilirlik 'tecrübeyle' değil, 'rakibine olan yenilgiyle' olur]
bunlara ezik diyemiyorum, onurlu şakşakçı diyorum. bu ayrımlar önemlidir, aynı kalitede insanların birbirine üstünlük kurmasını algılamada zorluk çekenler; kalitesizliklerini fark etmemiştir, o seviyede düşünmeye zihinleri uygun değildir. kimse kendi üstündeki insanı kendi seviyesiyle düşünemez, tanrı da bu yüzden kazananlar tarafından, onun seviyesinde onu düşünmek namümkün olduğundan, tanrı her daim kazananlar tarafındadır. üstünüz olanlar da her daim kazananlar tarafındadır. fakat, aynı seviyedeki insanlar arasında kazanan kim diye tahminde bulunacaksak şunu gözönüne almalıyız: ilk önce egosunu feda eden kaybedendir. artık o alkışlamakla yükümlüdür. kendini bir kez ezmiştir, ezilmemiştir ama kendini ezmiştir. insan kendini ezerse, başkalarına duyduğu hayranlık bir o kadar artar. her ne kadar kendini ezmek tasavvufta, şurda burda erdemli bir şey gibi gösterilse de, kendini ezmek insanın kendine yapacağı en büyük kötülüklerden biridir. insan kendini ezerek, insanlar üzerindeki hakimiyetini bir güzel kaybeder.
seyirciler vardır bir de. kaliteyi onlarda arayın. seyircilerin alkışlamadığı insanlara haddinden fazla değerler biçmeyin; seyirciler insanın yüzündeki anlamları bir hurufi gibi gayet net görürler. siz o anda göremezsiniz, kendi kalitenizi karşınızdaki insana sağladığınız uyumla ölçemezsiniz. uyum sağlamak da, taklit etmek de, sizin kendi egonuzu ezme çabalarıdır. bunlar nafile işlerdir. beyhude dolanırsınız da, kendinizi bu şekilde alkışlatamazsınız. o halde buyrun sizin için biçilmiş bir kaftan: onurlu şakşakçı. mutlu musunuz?
kendi egonuzu ezdiniz, uyum sağladınız, taklit ettiniz... sustunuz, anlamaya çalıştınız, mesafeleri hızla katettiniz... ouvvv. her şeyi yaptınız, ama guru olamadınız. neden acaba? bunları yapmamış olsaydınız, olabilirdiniz. artık çok geç. yeniden doğmanız gerekiyor insanlara hükmetmek için.
siz, size denk bir insana kaybettiniz. çokça üzülebilirsiniz. yenemediniz işte. o halde, alkışlayın orospu çocukları. alkışlayın ki, içinizde kaypak adam sizi başka bir insan yapsın. bu parçalanmış halinizle ne eskisi gibi, ne de şimdiki gibi ayakta duramazsınız. hiçbir şey sizi, saygı duyulacak bir insan yapamaz tekrar. siz kendinize saygı duymadınız. bir başkasını taklit ederek içinizdeki adamı hunharca öldürdünüz. farkında değilsiniz, siz kendinizden utandınız. davranışlarınızı eksik/yanlış/anlamsız buldunuz. kendinize bir fırsat vermediniz. kendinize ilk siz inanmadınız, peki başkaları neden inansın size? zayıfsınız, korkaksınız, yanlışsınız siz anası sevdalılar.
artık alkışlarken kendinizi kaybetmemek yapabileceğiniz en asil davranış. bari ambiyans olsun diye alkışlayın da içinizdeki kaypak adam benliğinizi sarmasın.

tamam.

dave, dave, dave

her şey bakıyor

afazi, aphasia. yeni çağın vebası. otomatların algı eşiğine küfürler yardıranlar var. sokağın değişmez kurallarına, değişmeyen adaptasyon yeteneğiyle direngen otamatlar yürüyorlar. [hepsi nihai ölümlerine dek] havva'nın vajinasına sürdüğü bokunu* uzayan kılları bertaraf ediyor. alık alık bakınıyoruz 'kelimelere'. dil varlığın evi** olmaktan çıkıyor, komşuya taşınıyor. bir apartmanda 100 kişinin aynı anda sesi oluyor, dil.
şairler vebaya yakalanmış, orospu çocuğu gibi inliyorlar. nihilizme kulaçlayan kolları, bedenlerini uçuruyor uçurumlardan. kelimeler eksik, yanlış. düşünceler dilin fakirliğiyle, fakir. kullanılagelen 'otur-kalk-yürü' emir komuta zincirine uyum sağlayamanlar, azıcık hayır diyebilenler sızıyor geceleri gecenin içine. hepsinin dilinde 'ahahaha bok çukurunun fareleri' dilleniyor. anneler dilleniyor. bazılarının içine ayna tutuluyor, bazı tanımlar eksik: aşk, sevgi, göt, para? yaşamsal kelimeler sakıncalı, mağdur: imdat, please, ah!

yaşlı zenciler gibi hissediyordu kelimeler. boyutlarından kaybetmişlerdi, anlamları daralmıştı, zihinlerde hiçbir çağrışım yapmıyorlardı. kimseye kendilerini duyuramıyor, kimse tarafında ağza alınmıyorlardı. genç zenciler gibi, penisiyle doğru orantılı yaşamaisteklerini canlı tutacak sohbetlerden uzaktılar. uzalıyorlardı. nedense bir orospu çocuğu gibi susuyordular.
hiçbir şey konuşulmadığı, konuşulanlarda bir eksiklik, bir uyku hali olduğu, kelimelerin kayarak düştüğü, vajinapenis tanrısının eşcinselliğinin her yanı sardığı görülüyordu.
her şey sadece bakıyor, sadece bakıyor(du).

*bir örf, adet gelenek.
**martin heidegger

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Iô-ôI selam, naber, nasılsın?

merhaba beyfendi kendinize kerkiniyorsunuz. sesinizle uğraşıyorsunuz, bir yerlere duyurmak derdindesiniz; kim sizi görmeden yoluna devam ediyorsa, arkasından bağırıp kendi varlığınızı olumluyorsunuz. yoksa siz orda yok musunuz? ben görmedim sizi. merhaba o halde, siz de buyrun tüm varlığınızla takılın bana. merhaba, başka sözcüğüm yok neden burda olduğumu açıklayacak, geçiyordum uğradım diyemem, buraya geçerken uğranmaz, siz de buna inanmazsınız; ama size ihtiyacım var hanfendi, o halde merhaba, nasıl olsa gelecek kelimelerin devamı. gelmeyecek mi? o halde gözlerinize bakar dalarım merhabalara.

merhaba yahu. beni tanımadınız mı? sizi tanımış olayım. gülümsedim farkettiyseniz, gözlerimi kıstım, alnımı ovdum, hatırlamaya çalışıyorum, çaktınız? hah siz dünyanın en zerzevat adamı değil misiniz? ayıp oluyor ama. öyle değil miydiniz? o bahsettiğin murat'tı. ben ahmet yahu, hatırlamadın mı? murat ne yapıyor? benim ne yaptığımı merak etmiyor musun? seni hatırlamıyorum, hortlak merhabaların adamı. bir merhabayla kendi beynime tecavüz ettim. neden seni hatırlamak için o kadar kastım ki? işim gücüm mü yoktu? merhabanın samimiyetine mi kapıldım? yoksa yalnız mıyım, uzun zaman olmuş olabilir bir merhaba duymayalı. haha, melankolik köpekler...
merhaba anne, bir türlü doğuramadın beni, ıkınıyorsun sabahtan beri. merhaba baba, çok erken öldün. yaptığın en güzel şey erkenden ölmek oldu kanımca.
merhaba lan merhaba. bitmedi samimiyetsizlik, bitemedi. her sabah yüzlere yerleştirilen sevimli surat bitmedi, durmadan el uzatan, selamlaşan, merhabalar diyen adamlar/kadınlar bitmedi. duymuyorum sizi artık, beni yok sayın. paylaşacağınız bir şey yok, bir merhabadan başka! onu da paylaşmak istemiyorum artık. sizden iyice kopmak istiyorum, bırakın kendi mağarama gideyim. fena içip, fena dağıtayım.

merhabalaşmayalım olsun bitsin. öyle güzel. asfjadjjafsd.

moda sahili günlüklerim


evet gelelim, moda sahilisinin iç çaprazındaki birbirinin bacağını okşayan sevgilelere. sizi uzaktan seyrettim sanırım. tam olarak hatırlamıyorum. ama bir el benim bacağıma da uzandı, o an tedirgin oldum sanırım. hiç istemediğim halde seyre daldım sizi. çekingenliğinizi ortodoks halimle kınadım. çünkü ben direkt olaya girecek kadar freş. miyim acaba? adajsdfjfdjas.
yüzüm size dönük, boynumda damarlar çıkarkene, yüzümü size döndürdüğümde boynumda damarlar çıkması acayip bir ambiyans bence, arkada havlaşan köpekler gördüm. "bizdeee isteriz" mi ne diyorlardı? orasını pek kavramayadım.
ürkekliğiniz yavşattı beni. çıldırdım resmen. olaya bir türlü girememeniz, büyüsü bozulacak triplenizi seveyim, alt tarafı öpüşeceksiniz, ne kasıyorsunuz? hmm? öpüşmekten öteye gidemeyeceğinizi ben biliyorum, mesela o adam eve gidecek ellerini sabunlayacak. o derece nostradamus olmuş olmak kötü ama gerçekler tamamen böyle işliyor. prosödür mü desek ne desek?
o sırada ben boş şişeleri toplayan amcanın ellerindeki damarları inceliyordum. sizin hala yakınlaşmalarınızı görmedim sanmayın. sokulmalarınız ısınızla beraber daha da artarken, bilmiyorum belki bankta oturmanın insanları yakınlaştırıcı bir etkisi vardır, yüzümde çok tanıdık bir gülümseme beliriyor; "aha burda dokununca şiddetli bir dudak şapırdaması beliriyor".
ama orda köpekler havlıyordu ya, sizin konsantrasyonunuz bence bu yüzden eşik değerini aşamamıştı. ne bileyim sanki acamice takılmak hoşunuza gitmekteydi, o an bir romantik kare yakalamış ve bunu anlatmak için geleceğe saklamak gibi bir kaygınızı görmedim değil.
tamam sizleri yalnız bırakmak gerektiğini biliyorum, ama biliyorum ki üzerinize yönelmemiş gözler olmayınca siz o çekingen tavırların açıklamasını yapamıyorsunuz. acemilik desen değil, olaya girememe desen değil, nasıl desem moronluk sanırım. kendine karşı ve karşındakine karşı ikiyüzlülük mü desem? bakıyorum dudaklarınız titredi.
ama ben sadece içiyorum. iyi sevişmeler arkadaşlar. yanınızdayım. biliyorum ki bu anlatılacak bir hikayeydi ve ben anlattım. ama siz daha "sizce" anlatacaksınız. ama can dündar neden bu kadar çok seviliyor sizce? bence düşünün. beni sevin.
ayrıyeten bana bir güzellik yapın, amatör ruhla sevişmekteyiz ayağına beni germeyin.

Hayâti'nin Hikayesi!

insan hayâti diye biri var.

hayâti 7 yaşında anadolunun bir köyünde, sobaya tezek doldurarak kendin pişir kendin ye adlı birleştirilmiş sınıflı bir köy okuluna birinci sınıf, aslen ikinci sınıf bir öğrenci olarak başladı. şak şak şak. muhtmel şeçenekleri arasında, kuzu çobanlığı, onun upgrade edilmişi koyun çobanlığı, çiftçilik ve okuyup adam olma vardı. hayati, böyle başladı yolculuğuna. yan dal olarak ilkokulda kuzu çobanlığı dersini aldı, onun yanında yazları staj olarak tarlada çalıştı, daha da olmadı eğitimim eksik kalmasın, süper prezantabl insan olayım diye başkalarının işlerinde yövmiye karşılığında çalıştı. hayati henüz 9 yaşına gelmeden yüzünde traktörlerin tarlalara açtığı çizgilerden oluştu, 10 yaşında hayati mahzuni şerif türkülerini ezbere biliyor, anlıyordu. hayati hayata erken atılırken çevresindekiler de erken atılıyordu.
hayati, 12 yaşında köy okulundan mezun oldu. o zamanlar 5 senelik eğitimden sonra ilkokul diploması veriyorlardı, hayati bu diplomanın verdiği gururla yoluna devam etmek istiyordu. ya da? biliyorsunuz hayati prezantabl bir insan, okumak olmazsa yığınla iş var onu bekleyen.
hayati 12-18 yaş arasını sırıkla atladı. sanırım 2 kere platonik aşk macerası yaşadı, 1 kez geneleve giderek erkekliğini ispatladı, 3 kere de komşu kızını kafalamaya çalıştı. ama nafile hayati kızlara zaman ayıracak kadar boş vakti olan bir insan değildi. hayati, gurbet denen yere, istanbul'a çalışmaya geldi. ya okul? hayati, hay hay diyerek okulu bıraktı, çevresindeki herkes gibi okulu bırakmak -zorunda değildi- zorunda kaldı. ilerde şöyle diyecekti, bunun için fırsat doğmuştu "imkanlarım olsaydı okurdum, bu lanet hayatı yaşamazdım". geçelim. hayati, 2.kez geneleve gittiğinde cebinde çok parası vardı, tophane'de kalmış, aç yatmış, kirli pasaklı gezmiş, fakat para biriktirmişti. yememiş içmemiş parasını cebine koymuş memleketinin yolunu tutmuştu.
hayati otobüsüne atladı ve evinin yolunu tuttu. sanırım yolda öldü.

dışın dışın. dışın dışınınının...

hayati sik gibi bir hayati, orgazmın doruklarında yaşar gibi yaşadı. bu hayati, bu hayatı sevmek zorunda kaldı -sevmek zorunda değildi-, ona ben acıdım, sen acıdın, annen acıdı, o kendine acımadı. oysa o pezevenk ilerde bize söyleyecekti "baba parasıyla yaşayan piçler....." diyemedi, hayati'ye bu şansı vermediler. vermedik, vermeyiz de.
sanırım hayati'nin doğması, sik gibi yaşaması hiç önemli değildi. önemli olan hayati'nin ölmesiydi. hayati gibi insanlar ölmeliydi ki, yüce isa'nın şanlı acıyan kulları imana gelip "vah hayati sik gibi yaşadın, vah hayati gün görmedin" deyip üzülsün. ama hayati, ölmeseydi, biz bunları diyemeyecektik. belki annesi diyecekti oğlu yaşarken. ama biz?
biz şimdi, ölenler hakkında üzüldük. yarın da neden öldükleri üzerine düşünmeyerek içimizi ferah tutacağız.
hayati öldüğünde arkasından orhan veli'den tutun, popüler şairlerimizden yusuf hayaloğlu'na, ahmet selçuk ilkan'a kadar şiirler yazıldı. hayati bir sembol, bir bok püsür, bir che şapkası oldu.
ama biz? sokayım bize, makyavel kuralları. hayati gibiler var, bizim gibiler var, bizden daha öteleri de var. sonuç; ahmet kaya desin, ölen ölür kalan sağlar bizimdir, körler sağlar birbirini ağırlar, ahmet mete ışıkara'lı bir şeyler.
hayati ucuz bir hayat yaşadı, tabii ki ucuz bir şekilde ölecekti. sen de öyle öleceksin. kimse senin mozolene çelenk koymayacak, toprağına karanfiller atmayacak...
düşün lan, bir bayram sabahı hatırlanacak, bir bayram sonunda unutulacaksın. sen de ucuzsun. kaliteli ölen varsa, kaliteli yaşayan varsa...
onlara da kafam girmesin.

bu ne lan?

botanik öğrencilerinin tecavüzüne uğramış bir adet kırlent. olabilir mi? olabilir. asfjajfas.

serdar ortaç konserine davet edildim

bunu da yaşadık, geçti atlattım, şimdi iyiyim. serdar ortaç tabii bazı muhabbetlere gider, bazılarına uyar, turgut uyar falan. hayır, şu var, bir insanı germek pahasına böyle davetler yapılması inanın yoruyor beni. biliyorsun gelmeyeceğim, hatta duymamış olacağım, konu serdar ortaç'ın süpersonik müzikalitesine bakış açım ve 70ler pisedelik türk rock müziğinde erol büyükburç ivmesi değil, konu açıkça "ehahahahah ağabey, serdar ortaç konserine gelir misin?" derken, beni kategorizasyon maduru yapman. belki gider, belki gitmem, belki gidergitmem. bunlar benim anlık ivmelenmelerim, fakat beni de gereksiz germeye, benim müzik zevkim üzerinden serdar ortaç ve ortaçgilleri kötüleme, ya da onların habitatıyla benim habitatım arasına bir çizgi çekme olayına son vermek gerekir. ben sadece ilgilenmiyorum, ilgilenmediğim şeyin üzerine düşünme zahmetinde bulunmam. bu konularda ortodoks bir tutum sergiliyorum, yanisi aga kendi ivmelenmelerini başkalarının katranı üzerinden hesaplama devri bitti. kimsenin kimseyi sikine taktığı yok, kimsenin benim "serdar ortaç konserinde bulunma hali"me gerilecek, beni dışsallayıp benden nefret edecek, gözündeki değerimi kaybettirecek ekstrem durumlar değil.

nedir yani? yengen istemişse, zağar gibi gitmek zorunda kalabilirsin bir gün. kalabilirsin.

BÜYÜK KONUŞMA.

arka dörtlüdeki ergen atraksiyonları

ergenleri güldürmeyelim. hep aynı muhabbete gülüyorlar zaten. hep ayn-ı rand'ımanı almaktan bıkmadı bazı insanlar. ergen dediğin nedir ağabey? gülüyor her şeye pezevenk zaten.

-müsaade eder misiniz?
-afjadfadafslkflaskfasfsaskjsljfa. pökü.
-anneni sikeyim o zaman.
-ana bacı karıştırma şimdi.
-anneni sikmeyeyim o zaman.
-ha şöyle adam ol hizaya gel. önce adam olacaksın. önce adam... önce adam...
-kararımı değiştirdim, anneni sikeyim.

Engels & Demons

bir Marx & Spencer daha.

21 Mayıs 2009 Perşembe

ben işçi partisi'ndeyken

doğu perinçek'in elini sıktım. taksim'deki ulusal kanal binasında ders veriyordu bize. kuvayi milliye gençliği mi neydik onun gözünde. ilk kez karl marx'ın resmini bir duvarda asılı gördüydüm, birden soğan doğramaya başladı annem.

incirlik üssü'ne yürüdük. böyle adamakıllı yürüdük. yankee go home diye bağırdıydım. lisedeydim, yapacak işim yoktu, bari dedim, barigel dedim, siyasete bulaşayım. hegel okumadan, HE GEL HEHE diye gülebiliyorduk ya, onu seviyordum ben. DERRULE DER RER RİDA DERRULE diye de çıldırabiliyordum. and the oscar goes to wilde. ne saçmaymış, ne kadar saçma olduğunun altını çizerek oradan devşirmişim kendimi. insan bir şeye saçma dediği anda, o şey saçma oluyor. yoksa saçma değil, kendi içerisinde tutarlı, mantolu, askılı bir şeyli işte.

marx'ın sakalına uzun uzun baktıydım. ordan bir espri gelseydi aklıma marx'a ısınacaktım. gelmedi işte, gelmiyor bazen. gelmiyorlar bazen. asafdjafjda.

sonra bir gün, dedim dünya galileo'unun etrafında dönüyor, ben neden dönmeyeyim? armut gibi bıraktım siyasayı, geleceğim vardı bu işte, iyi bir hatip, bir perikles, bir ömer seyfettin olacaktım ben.

perinçek bana işçi partisi rozeti takmıştı. rozetlilinda gelmişti aklıma. sevinmiştim, bir anda partinin tabanından tepesine kadar herkesi tanımış, sindirmiş, bir aile oluvermiştik. "callahan ağabey israil'i işgal ediyoruz gelsene" deseler, gelirdim herhalde.

günlerden bir gün, bir kıza aşık olmuştum, bıraktım bu işleri dedim. bir anda götüm kalkmıştı, bir anda beat generation kills lan demiştim.

lisedeydim, ben her şeyi planlamıştım. üç vakte kadar, marx haklı çıkacaktı. yine bir gün mal gibi, sahilde denize yüzük fırlatırken "1 mol ada'mol lan" diye kendime bağırdım.

doğu perinçek adasfjdajfajs.

bazı yanlışlarım

kadınlar çiçektir, kadınlar çiçektir, kadınlar botaniktir, kadınlar botaniktir. öyledir. sabah otobüs durağını bekliyordum, kendisi bizim eve gelecekti. yoksa ben ayağına gitmem godoşun. bu bize geldi, böyle bekleştik, sonra bir ABLA geldi, küçükken hani ABBA'ydı ya ha o işte, sigara içiyorum. sigara içiyorum çünkü beklerken sigara içerim. abla duruyor arkamda öyle, özel halk otobüsü belirdi, abla hemen hızlandı. sigarayı söndüreyim dedim, söndürürsem otobüse bineceğimi anlar muavin biraz bekler gibi olur diye tahayyül ettim.

sigarayı yere atıyordum ki, ablanın eline düştüğünü gördüm. bir anda Y A N G I N köşesi, kovalar ve içindeki memleket toprağı geldi aklıma. sonra ordan uzaklaştım, belki abla hala yanıyordur. ateşli bir şeydi çünkü. üzerine toprak sergen atmayı düşündüm, ama düşünmüş olmam yeter. öyle demezler mi ablalar, AH CANIM DÜŞÜNMÜŞ OLMAN YETER.

sigara zararlı evet, bir adet ablayı yakıyordum.

ulu önder'e cevabım

hiç imla hatası yapmamışsın.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

proje.zip

evet, bu projemiz ile TUBİTAK'a katılıp öss'de ek puan alacağız. böyle bir hayalimiz var. ha, projenin patentini de alıp paraları kırışırız belki. asdfasjdfdasj çok saçma. şimdi, resmi tıklıyoruz büyüyor. bir adet telefon rehberimiz, messenger'e göre düzenlendi. messenger kullanmadan, telefon rehberimiz bu şekil. şimdi sen SIRALI İSİM 3'ü aramaya karar verdin, şimdi bu arkadaşımız meşgul olabilir, telefonu çekmiyor olabilir, duşta olabilir, avare olabilir. bu ihtimaller hepimizi geriyor biliyorum, projemiz sayesinde aramayı düşündüğümüz insanın O ANKİ RUH HALİNİ öğrenebiliyoruz. sonra da aramaktan vazgeçiyoruz. ben hep aramaktan vazgeçerim, çünkü arkadaşım bir insanı arayıp bir milyon km ötede saçmasapan muhabbet çevirmek nedir ya? nedir sorarım?

bu proje çok saçmaymış, proje iptal kankiler. sadece komik olduğunu, aynı zamanda da mantıklı olduğunu düşünmüştüm. "hakkaten lan iyi fikir" derseniz içinizden, kendimi iyi hissedeceğim. bugün hava çok soğuktu.

s.kerim böyle aşkın ızdırabını!!!

9-8.9-8.Biraz kalça,biraz göbek.İlla ki darbuka.
Oldum olası severim çingeneleri.Düşüneceğinizin aksine,öyle şen-şakrak insanlar olduklarından,kapı gıcırtısına oynadıklarından değil,dünya üzerinde toprak için savaşmamış birkaç insan topluluğundan biri olduklarından.Neyse,konu bu değil.
Ben kendime hayret ediyorum.Nasıl oluyor da her türlü anlamsız sebepten seni daha çok sevmek için bir bahane buluyor,bu kadar sapıtabiliyorum?Mesela bugün seni sırf o mahallede yaşadığın,orayla,o insanlarla içiçe büyüdüğün için seviyorum.
Etrafıma bakıyorum.Beni görünce şaşıracak bir çift göz arıyorum.Elbette ki göremiyorum.Çünkü daha mühim işlerin var mutlaka.Kaldı ki olmasa da orda olmazdın.Ama ben yine de arıyorum.Ne geliyorsa başıma bu arama bokundan geliyo onu da biliyorum.Anlamsızca hüzünleniyorum,yüzüm düşüyor.Oysa oraya göbek atmaya gitmiştim.Evin birkaç sokak ötede,biliyorum.Gidemiyorum.Susuyorum,sadece susuyorum.
Ama sana da helal olsun be canım.Beni Hıdırellez'de de ağlatmayı başardın.Canın sağolsun...

ağabey san'at?


öyleyken böyle, etkilenmiyorum.


çok etkinlendik bebeğim.


1+1=1

19 Mayıs 2009 Salı

17 Mayıs 2009 Pazar

bazı boş işler



...

:/

16 Mayıs 2009 Cumartesi

ÖNCE METALLICA VARDI

öyle bir incil ayeti yok muydu yeaa? vardı da, silinmiş. :/
edit: ayet tevrat'taymış. okurlarımız uyardı. asfdsafdasa.

sahibini bulan hayvan

bana hiç samimi gelmiyorlar. siktirin gidin artık, harbi gidin be. şiirlere konu olmadan, moda yaşlısı ölmeden gidin, gitsenize.

Bıngıldak

istanbul üniversitesi, bahar şenlikleri kursu'na gitsin. fakülte binaları gitsin, kursta uyuyup hocayı dinlemesinler. arkadaşım ne boktan, bir arazi parsellemekten başka siki olmayan, ne yılbız tilbe akışkanlığında yılışık bir üniversiteymişsin sen.

amin tuzu, başka bir şey değil. bira nerde be? bira bak. oraya koymayı biliyorsun "gözleme, gözleme, gözleme"yi. gönül yaylarımızı gevşetmeye bir ortam hazırlamayadınız sayın orangutangiller.

anlıyorsun değil mi?

Geçen gün(bugün) oturdum.Bir yazı yazayım,okuyanın aklını alayım diye düşündüm.Bol terimli,metaforlarla,yer yer hüzünbazlıkla süslediğim cümlelerimi vurucaktım saf okuyucunun kafasına kafasına.
Ama yapamadım dostlarım.Beni bilen bilir,dobrayımdır.Ne istiyorsam,içimden ne geçiyorsa onu yazarım.Bu sebepten de camiada pek sevilmem.Fakat,anlaşılmamaya çalışmaksa edebiyat,ben yemişim öyle edebiyatı aga!!! Yanlış mıyım???

salgın

•- ๑۩۞۩๑-•¨°º¤ø„º°¨ ¸„ø¤º°¨°º¤ø„¸¨°º¤ø„ ๑۩۞۩๑-•
¨°º¤ø„ ¸HEAA¨°º¤ø ÖYLEDİR EFENDİMİZ HAKLISINIZ
•- ๑۩۞۩๑-•ø¤º „¸¨°º¤ø„¸¸„ø ¸„ø¤º°¨¸„ø¤º- ๑۩۞۩๑-•

dj play a song for the lovers tonight

"hayatımdaki koyunları sayarak uyuyorum"

-anlamıyorsun değil mi?
-...
-mısır'daki halamın mirası intihar etmiş.
-...
-annem telefonlarıma çıkmıyor, astımı azmış, koltuğundan kalkamıyormuş.
-uyusana sen.
-uyusana ben.

alkolmetres

eve aldım bir tane.

gelme hatun var

böyle şeyler hayal etmeyin gerzekler. şah-ı merdaneyi kafanıza yersiniz. illa ki hayallerinizde demo olarak kalacak bu şey, o zaman işteş fiilli kelimelerin aşkın indirgemeleri üzerinde durmamız gerekecek.

sevişmek mesela, sekş (ş ile) mesela . bunları düşünün, normlaşmamış diyalektiğinizle evde pancar doğrayıp nevizade'den bir kadının erkek düşürdüğünü ve keyfini sürdüğünü hayal edin. bir kere de 'düşürülmüş olan'ı düşünün, böyle ezik gibi hissedin kendinizi. ama sonra bundan da size iyi bir porno.avi çıkabilir. bu ihtimalleri düşünmek yerine şunu da yapabilirsiniz bana şöyle seslenebilirsiniz: sen hiç sabun yemedin mi? yedim be. ŞEN DUL ŞABAN'ı izleyince böyle araya sıkışmış erkek lafları ettim, özür dilerim.

"ağabey çok canım sıkılıyor"

reçete: herkes kendi kafasını yaşarsa, açıkta kafa kalmayacağından kimsenin canı sıkılmayacaktır. açıkta kalan kafalar canımızı sıkıyor, boxer iyi bir şey, giyiniz.

postmodern absürd

kadınlar artık yağlı saçlı erkekleri sevmiyor. kadınlar artık temiz vitrinli geniş sokaklı semtlere akın etmiyor, ahmet's bakery önünden geçerken ahmet'i merak etmiyor. ya da ediyordur bilemem çünkü kadınların üretildiği merkezdeyim artık, nerelere yollandıklarıyla ilgilenmiyorum. brezilya disbiritörümüz bir mail attı geçenlerde şöyle bir şey:
modellerin burnunu indirin biraz. asdafdajjaf.

cevap vermedim.

aktif (k)ömür

böyle parantezlemeler yapılsın, fakat yılmaz odabaşı bunu daha fazla şiirlerinde kullanmasın. kullanmasın çünkü bir gün kaldıracı fermuarına sıkışacak, o zaman parantezlerin intikamı alınmış olacak.

iyi ki altıparmaklı değil bazılarımız

1.
2.
3.
4.
5.

bunları kendime yediremiyorum. parmaklarını sayarak büyük kedilerin günlüğünden vecizlerle, bana gerçekleri açıklayanları, madde sırasını şaşırıp kaçta kaldığını hatırlamak için es verenleri, böyle darağacında üç fidan okurken soteye getirip camdan dışarı fırlatırım ara sıra. peder ne diyor? yavşatmayın perspektivizmi diyor. şöyle de maddeler var:
lateralus: 6,7,5,8,4,9,13,1,12,2,11,3,10. ahaha.

cannabis sativa revisited

meydandaki açıklığa bir heykel dikmeye karar veren adamları toplayıp sikeceksin. analyolların kenarlarına eksantrik ağaçlar dikerek plastik görüntü elde etmeye yeltenenleri pastörize edip, bozulmadan sikeceksin. bazı insanların estetik algısını, haşim'in merdivenlerinde katakülleye getirip asparagas seviştireceksin. algılarını seviştireceksin, böyle orgazmik sesler çıkararak komodinin üstündeki vazoyu sorgulayacaklar.

bunlar bir zaman sonra olacak, nedensiz. ve kimse "bu tabldot bu duvara yakıştı mı?" diye soru sormayacak. duvar nerde babasız?

sürrealizmle alakası olmayanlar

ctrl + alt + del.

evet yok, bunu yazılarımızda kullanmayalım.

yanımda reflü getirdim yer misin?

ağzım koksun istemem.

14 Mayıs 2009 Perşembe

mort apparent: yatağa işime sebebimdi



mort apparent (yalancı ölüm) hikayeleriyle, korka korka, alaturka gecelerde uyuyamadım. bir adam vardı, pederle her gece içerdi, huysuz mudur nedir, her gece cinli, perili, ölüp dirilenli hikayeler anlatır eğlenirdi. ben şuursuzca dinlerdim, korktuğumu belli etmemek adına da "ee sonra ne olmuş?" diye sorardım. yataklar ıslanır, annem gerilirdi. ahah. sonra, çok sonra elime geçen bir kitaptan şöyle bir yeri defalarca okudum:
yalancı ölüme karşı korunmak ve kişiyi canlı olarak gömmemek için; 1900lerde ingiltere'de eski Roma adetlerinde olduğu gibi, ceset 6-11 gün bekletilmek suretiyle kokuşma başlangıcı görülüp sonra gömülüyormuş. 1792 senesinde almanya, italya, fransa vs. memleketlerde özel cenaze bekletme odaları yapılmıştır. bunlardan almanya'da bulunan, weimar cenaze bekletme odası (orbituvar) pek meşhurdur. cenazeler bu odalara konulup ellerine ve ayaklarına, kımıldayınca dışardaki çanı veta zili çalan ipler bağlanıyormuş. yalancı ölüm korkusu, fransa'da bir zaman çok fazla imiş. bu maksatla 1923 senesinde, öldükten sonra başlarının kesilerek gömülmesi şeklindeki vasiyetler moda halini almış. 1948 senesinde paris il meclisi üyelerinden huet, bu konunun önemi üzerine durarak, meclisin toplantılarından birisinde paris hudutları içinde beş yüzde bir kişinin diri olarak gömüldüğünü ileri sürmüştür.

Napoleon'un rusya bozgunu esnasında, urumano ismindeki general, başından yaralanarak öldü sanılıp, yaveri tacher tarafından kar altına gömülür. iki saat sonra dirilen general, Napeleon'un huzuruna çıkar. daha sonra bu general, yaveri tacher'in cenaze merasiminde hazır bulunur. ahaha. yüce zeus saolsun, adamımız sunay akın değildi.

the 7 habits of highly effective people


lütfen bu kitabı okumuş olmayı istediğinizi kulaklarıma fısıldamayın. siz yeterince etkilisiniz, 7/24. ama bu kitapları okuyan insanlara bir çift lafım var: "gölgelerden adam yaratamazsınız." mahsun kırmızıgülleşmeyin hemen.

"eski mısır şiiri"

"senin o tatlı soluğunu
sindiriyorum içime.
eşsiz güzelliğini
seyrediyorum her gün.
kuzey rüzgarında duymaya
can atıyorum sesini.
seni seve seve gençlessin
diyorum bedenim.
ruhumu okşayan ellerini ver bana,
ellerini tutarak yaşasam diyorum.
adım düşmesin dilinden sonsuzluğa kadar,
kutlu olsun, mutlu olsun."
evet bir adet eski mısır şiirini okuyup hissettiniz, şu var ki, binlerce yıldır hep aynı yalanları söyleyip okuyoruz sanırım. aslında tutarlıyız.

edebiyat flaş flaş flaş #2


the Papa of literature, "boksta tek rakibim olarak aynadaki adamı görüyorum" dedi.

"eve gelen deli doktor"u

insanlar sabahları uyanırlar. güneş sabahları doğar. insanlar işe giderler. ayakkabı giyerler. bazen laciverd, bazen siyah, bazen beyaz arabalara binerler. bazen de kahverengi ayakkabı giyerler. hava vardır. su vardır. bazen yağmur ya da kar yağar. kış vardır. kışın hava erken kararır. evlere gidilir. çorba içilir. şeftali yenir. insanlar pazen ya da başka kumaşlardan dikilmiş pijamalardan giyerler. pikniğe gidilir. at vardır. en çok kahverengi ya da ona yakın renklerde atlar olur. bazen taksi tutulur. kuşlar havada uçar. yer vardır. ona basılır. yaz olunca denize girilir. balıklar yüzerler. yeşil vardır.

"araya sıkışan şair"



bizim papaz efendi dedi ki:
"isa bir yanağına tokat yedi
öbür yanağını da çevirdi
isa'nın yediği iki tokat
roma'yı devirdi..."
ben de papaz efendi'ye dedim ki:
"ben de isa babamızın kuluyum
her gün efendimden tokat yiyorum
her tokat yiyişimde
öbür yanağımı da çeviriyorum
efendim niye devrilmiyor roma gibi?
roma'dan güçlü mü bizim efendi?

13 Mayıs 2009 Çarşamba

huzur

sevgi duvarı ya da şuursuzun önde gideni

geçen gece sevgi duvarını aşıyordum.işte her zamanki gibi ağzımda geceden mi gündüzden mi kalma bilemediğim bir ana-avrat düz küfür...sidikli kontesim de yanımda tabii.gene ortalığa işedi koduğumun manyağı.altına bez bağlasan durdurmaz,işeme kızım ortalığa desen,yakasında zaten amonyak çiçeği.ödüm kopuyo fırsatını bulsa beni kündeye getirip ...
neyse...sonra çıktık biz bununla kumkapıya doğru.dayadılar önümüze fasulye pilakisini.ben pilaki ne lan sadece kavun istiyorum ben diyerek altınbaş altın zincir takmış garsonla kavga ederken,bi baktım bizim sidikli çöpçünün elini kesmiş gelmiş,adamın eliyle saçımı okşuyo..aklım çıktı.süpürgeyle kovaladım bunu bi güzel.

p.s.Can Baba'ya saygım sonsuz.Dünyadaki bütün sevgi duvarlarına da.Ama niye böyle bi yavşaklık ettin diye sorarsanız bilemem,ilgilenmem de.Aklım gitti benim.

"yolcuların uyması gereken kurallar"

evet, böyle paylaşım gibiselleri sevmiyorum fakat bunu yapacağım. arıtma tesisinde unuttum böbreklerimi, rahatsızım ondan hep.

kurallar şöyle, okuyunca okumuş olacaksınız:
1. ön kapıdan binilip arka kapıdan inilmeli.
2. skip.
3. skip.
4. skip.
5. skip.
6. bayanlara öz anne ve kardeşiniz gibi davranılmalı.

özet:
türk toplumunun ahlak değerlerine uygun davranılmalıdır. siz bu ülke bu vatan için önemlisiniz.

anlamayanlar için özet çıkarmalarını takdir ettim.

sen

en güzel günlerimin üç melun adamı var
biri sensin
biri o
biri ötekisi
kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi
sana gelince
ne ben Sezar'ım
ne de sen Brütüs'sün
ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün
artık seninle biz
düşman bile değiliz

"buket? ahhh o buket t...."

işte, bir faciaya yol açacak lafı yapıştıyordum. ki lafı ağzımdam apo aldı. tam da "ahh o buket taştı heaa" diyecektim. apo, buketin başına gelenleri biliyor musun? diye sordu. ne olmuş lan dedim. buket trafik kazası geçirmiş, kocasıyla beraber tatile giderken.

gerisini dinlemek istemedim. dinleyemiyorum böyle hikayeleri. bir an taş buket imgelemim söndü, bir anda kıpkırmızı kesilmiş bilinçaltımın günah çıkarmalarını duyumsadım. "zavalı buket, ah buket, gencecik kız buket, hangi ara evlendin de çocuk bile yaptın buket" gibi düşünceler, beynimi sıyırıp geçti. apo gitti, ben de kendime geldim.

başımı dönüyorum

benim böyle etrafımı kuşatıp "senin prensiplerini abaküse dizip tek tek sikeceğiz" diyorlar. bakıyorum mal gibi. beni ayartanlara, çıkamayacağım kadar merdiven indirenlere, duygulanımlara itenlere, arada bir arayıp 'özledim lan' diyenlere, sadece bakıyorum. yormayın beni, hakikaten edebi ağzımı küfürlerle doldurmayın. sokaktan geçerken ayağımı eksik atıyorsam ileri, sizlerle karşılaşmak korkusundan.

artık başım dönmüyor, başımı dönüyorum. çünkü yeteri kadar seksi değilsiniz.

dalirande

dasein düşüşe geçende, lisan çökende. parmanides ağlayanda, ha böyle ha şöyle. dünyayı ayraca alanlar aklımı kemiriyor. içinde bulunduğum şimdi'nin dışına bakış attığımda, uyukluyorum. depreşiyor bir şeyler, uyuklamak yine ertelemek demek oluyor. kendi literatürümde davranışlarımın kelime olarak karşılıkları, şimdi'nin dışındaki gözü yoruyor. sonlu sonsuzlukları, şu anda yaptığım işin, sonsuz sonlu defa evren yaşadıkça tekrar edileceğini bilmek bana 'özne'liğimi, 'öznel'liğimi sorgulatıyor. logos, logos oldukça karamsar filozoflar çıkış yolunu nihilizmde görüyor: benim çıkış yolumda payıma düşen sıradanlığın sıradışılığı- delirmek olacak. haha.

rhapsod'lar benim 'vurucu' sözlerimi insanların kulaklarına bilgece söylemeyeceklerine göre? görefest? şunu bile artık düşünmek istemiyorum; mutlu adam. bu bana yetmeyecek biliyorum, dünya bana yetmeyecek. neden koşuyorum ki 'sonsuz tekrarlanmış' olayların üzerine? bir kere de ben ezberime alsam, ne değişecek hayatımda? bu anda 'şimdi'ye dönsem, sonsuz kere tekrarlanacak 'şimdi'ler yarattığım için zihnime de küfürler yağdıracağım -ama sonsuz şimdilerden kazancım var elbet. dün yaptığımın, düne katkısı ne kadarsa, yarından söz açması da o kadar diye bir hadis vardır belki. hayır, olmasın istiyorum.

beni zamana, mekana, duygulanıma sonsuz kere fırlatmaktan geri durmayan, -uyuklarken bile- bu epistemolojiyi ben ne yapayım? kendi deliliğimi legalleştiren alanların olmasına da gerginim, beni uysallaştıran her 'sıcak kucağı' reddetmek niyetindeyim. huzuru sikeyim. şimdi'de sakat bir yan var, artık bunu gayet net görebiliyorum, şimdi yeterince özgür değil. ciltlenmiş, etiketlenmiş, sahiplenilmiş, mekana özelleştirilmiş, duygulara görecelenmiş - e ben böyle şimdi'yi ne yapayım? neresinde orjinallik? neresinde rasyonlar? şimdi hakkında akılyürütmek istemiyorum, aydınlanmacılar gibi aklımı ön plana alıp; bu böyleyse, şu şöyledir demekten sıkılıyorum. '-ise'nin şimdiye kerkinmelerini aklileştiren her aklının kölesini birbir sikeceğim. şimdi'nin bir omurgası olmamalı, olmamalı arkadaşım -ki o zaten sonsuz kere tekrarlanarak kafamızı sikecek. daha ne istiyorsun sen? neden her yeri aklileştiriyorsun? neden her şey akla uygun? 'şimdi' neden akıldan [ki akıl epistemoloji yığını, zerre yaratıcılığı yok] ayrı düşemiyor?

ha, ben delirmek diye buna diyorum. sen ne diyorsun? 'şimdi'ye uygun olmayan davranışlar silsilesi. bence, sen orjinaliteyi yoketmek derdindesin o kadar. senin sabah akşam a priori'lerini, dikotomi'lerini, totoloji'lerini, ayan beyan logos'unu sikeyim. - o zaman belki, delirmek üzerine daha 'akılsızca' çıkarımlar yapmazsın. pis yobaz seni.

"isa, musa, muhammed, buda neyin varsa bilmiş senin"

başlarında "hz" olmadığı için bu dizeyi söylerken utandık. o günler geçti, bir kere o günler geçti.

"batı bize gelsin, tanışalım"

yıl 1482. ortaçağ kapanmış ama hala devam ediyor, bi' istanbul'u almakla iş bitmiyor.
victor hugo'nun notre-dame de paris'inde geçen bir şey bu. katolik hristiyanların o dönemde müslümanlara ne gözle baktıklarına dair ufak bir ayrıntı sadece.

geçirilen gece tam da bir cumartesi gecesiydi. hiç şüphe yoktu ki, çingeneler bu fundalıkta büyücülerin cumartesi toplantısına katılmışlardı ve müslümanlar arasında adet olduğu üzere, şeytan belzebuth eşliğinde çocuğu yemişlerdi.
[sf: 316, notre-dame de paris, victor hugo, 1460'lı yıllardan bir hikaye anlatıyor, bir kadının ağzından]

victor hugo'nun bakış açısı değildir bu, sadece kitapta yer alan bir öyküde, mayalı hamurdan bir mısır çöreğinin öyküsü, kısmında geçer bu şey. victor hugo geçmişten bir hikaye anlatmıştır sadece. yüklenmeyin adama.

ben

"Kolektif beyin diye bir şey yoktur. Kolektif düşünce diye bir şey de yoktur. Bir grup insanın vardığı anlaşma, ya bir uzlaşma, ödün verme sürecidir, ya da birçok bireysel düşüncelerin bir ortalamasıdır. İkincil önem taşıyan bir şeydir. Birincil eylem.. yani mantık yürütme süreci... bir tek kişinin tek başına yapması gereken bir şeydir. Yemekleri bir sürü insana paylaştırabiliriz. Ama kolektif bir midede sindiremeyiz. Hiç kimse kendi ciğerlerini, başkasının yerine solumak için kullanamaz. Hiç kimse kendi beynini, başka birinin yerine düşünmek için de kullanamaz. Vücudun ve ruhun bütün işlevleri bireysel ve özeldir. Paylaşılamazlar ve devredilemezler."

bir moruğun notlarından

-baban seni döver miydi?
-sıra ile döverlerdi, efendim.
-hani bir baban vardı?
-herkesin bir babası vardır, efendim. ben annemi kastetmiştim. o da kendi payına döverdi.
-seni sever miydi?
-kendinin bir uzantısı olarak, evet.
-sevgi başka nedir ki?
-iyi bir şeye değer verecek kadar sağduyulu olmaktır. kan bağı gerekmez. kırmızı bir deniz topu ya da üzerine tereyağı sürülmüş kızarmış ekmek de sevilebilir.
-tereyağlı kızarmış ekmeğe aşık olabileceğini mi söylüyorsun, stirkoff?
-her zaman değil, efendim. bazı sabahlarda, güneş ışınları belli bir açıdan gelirken belki. aşk habersiz gelir gider.
-bir insanı sevmek mümkün mü sence?
-iyi tanımadığınız biri ise belki. ben insanları pencereden seyretmeyi severim.
-sen bir korkaksın, stirkoff.
-kesinlikle, efendim.

edebiyat flaş flaş flaş

turgenyev ve tolstoy birbirine giriyordu:

turgenyev ile tolstoy arasında düello oluyormuş. canlı canlı. tolstoy'un yazdıkları:
" bizim bu düellomuz ziyafetle sona eren o edebiyatçı düellolarından olmayacak. tüfekle, gerçek bir düello yapacağız."

turgenyev 15 yaş büyük olduğu tolstoy'u yatıştırıyor:
"size yok yere hakaret ettim, bunu biliyorum. şu var ki, sizden özür dilemiş bulunuyoruö. öfkemin nedenlerine gelince, bunları şimdi görüşmek istemem. yaradılışlarımız okadar [çeviride bitişik yazılmış elleşmedim] ayrı ki bu gibi zıt yaradılışlı kimselerin birbiriyle anlaşmalarına imkan olmadığını tarih gösteriyor. onun için, size şunu bildirmeyi yararlı, hatta zorunlu buluyorum: bugünden sonra aramızdaki bütün bağlar kesin olarak kopmuştur."