29 Aralık 2009 Salı

ders çalışırken



allah canımı alsa da kurtulsam...

pia

ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm

22 Aralık 2009 Salı

evet

ara sıra güzel şeyler de oluyor. hep de yuvarlanıp gidecek değiliz ya.zaman zaman sallan ve yuvarlan da oluyor. eskiden varlığına çok alıştığınız birinin suretine tam yabancılaşmaya başlarken, tekrar bilindik hale geliyor ya, işte o zaman derin bir nefes alınıyor. oluyormuş yani, birşeyler tekrar iyi hissetmenizi sağlayabiliyormuş. biz buna alışılmışın geri dönüşü diyoruz. yada özlediğin birkaç kelimeyi tekrar duymanın rahatlığı. çok yakın geçmişte çok fazlaca düşüncesiz davranılmış. gereği yavaş yavaş yerine getiriliyor. ahdım var tüm uzaktakileri yakın edeceğim kendime. yapacağım bunu. haydi bismillah.

21 Aralık 2009 Pazartesi

beni kutlamalısın...

allah düşmanıma sigarayı bıraktırmasın (amen)

ben hayatımda böyle çile görmedim. resmen acı çekiyorum ama son gülen ben olucam. hem sağlıklı ve pırıl pırıl bir cilde, hem de tertemiz dişlere sahip olucam. yediğimden içtiğimden tat alabilmem de cabası! daha ne isterim şu ahir ömrümde allahtan.

ya ben başından beri sigarayı bırakmak için hiçbir somut neden göremiyordum. nedir yani en fazla ne yapabilir ki bana? sonra dün annem aradı işte. ajitasyon çekti bana, duyarlı konuşltu. ben de mangoda beğendiğim bi pantolon var onu al, bırakıcam dedim. (böyle şerefsizlik de görmedim ayrıca) tamam dedi. tamam dedim ben de. aslında öylece başımdan savacaktım ama sonra madem bir pantolon için bırakacak kadar basit bir olay, sen beni neden bu kadar üzüyorsun burda diyince ben biraz ağlamışım. bıraktım yani işte bu oldu. zor durumdayım. ama geçer herhalde ne biliyim. geçmezse de tıpkı bir şerefsiz gibi yeniden başlarım. off.

19 Aralık 2009 Cumartesi

you can do it!

bir biyolog var, bir de doğal yaşam kameranı. bir böcek uzmanı. bir de amfibyen uzmanı. ben de amfoter uzmanıyım. turnosollu biri daha var, o da metinleri yazıyor. şu an BBC belgesel kuşağındayız. kamp ateşi çevresinde konservelerimizi yiyoruz. kral kobralardan korkuyoruz. tulumlarımız koltuğunda uyuyan adamı cezbediyor. bu böcek hangi familyadandı? bilmiyorum coni.

dış dünyanın sesi kısıldı. dış dünya kumandası.

and it feels like, heaven's so far away. gone away. müziğin sesi kısıldı. "bak ne diyeceğim...". telefonun sesi kısıldı. "gelemem işim var". gelememlerin sesi kısıldı. sinema? sesi kısıldı. konser? çok gürültülü olduğundan sesi kısıldı. bira? köpüklerin sesi kısıldı. "come out and play". müziğin sesi kısılmıştı ama. "çok canım sıkılıyor". canım'ın sesi kısıldı.  default user, buraya gel. fabrika ayarları geri dön. döndüm. oyun oynayacağız. oyunun sesi kısıldı. "son 50 sayfa kaldı, okumalısın". oku emri geri alındı. cebrail git n'olur, işim var. anne konuşuyor. annenin sesi kısıldı. abi fikir danışıyor. o pantolon olmamış. pantolonun paçası kısıldı. oh god. god's volume down. berlusconi'nin ağzı burnu kırılmış. berlusconi'nin sesi kısıldı. misafir geliyorum dedi. misafirin ayağı kesildi. kahvenin kokusu geliyor. kokusu kesildi.

bizi artık kimse durduramaz. GLACIUS. buzdolabını bile durdurduk efendim. sıradaki istediğinizi yerine getiremeyiz. zamanı durduramayız. ben arabesk sanatçısı değilim ki zamanı durdurmaya çalışayım. haha. sıradaki isteğinizin bu olduğunu düşündük. zaman durmasın. durdurulmasın. tamam. apati oluştu. şimdi ne yapacağız? advers bir etki. geçicidir. meraklanmayınız.

şimdi odaklanıyoruz. azıcık optik bilgimiz var. ince kenarlı mercekler ışığı odaklar, kalın kenarlı mercekler ışığı dağıtır. konuyu dağıtma. bildiklerimi sayıyorum. antreman yapıyorum. sana bir mantra söyleyeceğim: "archangel, dark angel, lend me thy light, through death's veil,'til we have heaven in sight!". uzun tekrarlar hafızayı iyileştiriyor. değil mi hafız? mantralar konsantrasyonu artırıveriyor. veriyor tabii ki. işimize odaklanmamız lazım. işimiz çok kutsal. ganj nehrinden bir iş. kilimanjaro'dan bir iş. ikinci adamın da sesi kısılsın. ikinci adamın da sesi kısıldı. bilinçaltı da konuşmayacak artık. "sene 98, bir yaz akşamı, kızıla çalan bir hava, bir tepenin başındayız, ateş yakmışız...". tepenin sesi kısıldı. uzak yakın her şeyi stabil hale getirdik. artık dikkatiniz dağılmayacak. sen de git. ben de gideyim artık. herkes gitti. yalnızım mı demeliyim? evet, hemen kendime acımalıyım. acındırmalıyım. herkes geri gelsin lütfen. kendinle dalga geçme. dalganın sesi kısıldı. bu emirleri veren kim? kim'in sesi kısıldı. görüş net. hava sıcaklığı normal. zemin uygun. teçhizat hazır. kalemler, silgiler, kağıtlar, harfler.

oha. ders çalışacağız. evet.

reklam

ahkam blog yenilendi. ama bence siz burdan okumak yerine gidip dergiyi satın alın. en temiz yol vallahi.

http://ahkamdergii.blogspot.com/2009_12_13_archive.html

17 Aralık 2009 Perşembe

"allahım, onu neden yalnız bıraktın? neden, yalnızlığının verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? neden, suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin? neden, apartmanın bodrumunda saklambaç oynarlarken ayla'yla yalnız kaldığı zaman kıza dokunacak cesareti vermedin ona? oysa, bu çeşit küçük cesaretleri en değersiz kullarından bile esirgememişsindir. isa' yı neden bu kadar geç tanıttın ona? neden günahlarının yükünü taşıyacak gücü ona da vermedin? selim de, kendi çapında birkaç kişiyi kandırabilirdi senin yolunda. meyveleri gösterdin de ağaca çıkma becerikliliğini esirgedin. neden küçük yaştan latince, eski yunanca, fransızca, ingilizce filan öğretmedin ona? (sen ki bütün dilleri ezbere bilirsin). dua etmesini bile öğretmedin ona. evde yalnız kaldığı geceler, karanlıkta yorganı başına çekti ve ter içinde, mısra 193 ile mısra 214 arasında söylediği gülünç yakarmayı uydurabildi o zor şartlar altında. (bkz: dua/25) daha iyi bir şeyler söyletemez miydin? neden, onu canı kadar seven annesinin bile selim'i ; 'benim korkak oğlum' diye okşamasına göz yumdun? 'benim akıllı oğlum, güzel oğlum' dediği zaman da neden, şımarmasını önlemedin? bir duvardan duvara çarpıp durdun onu. bir uçtan bir uca itip durdun onu. öğretmeni 'yalan söyleme, bu resmi sen yapmadın,' dediği zaman neredeydin? neden, bir karşılık bulmasına yardım etmedin? oysa, o resmi selim yapmıştı. on bir yaşında, 'benim kızla konuşuyorsun,' diye erdal' dan ilk tokadı yediği zaman, aslında kızla konuşmamıştı. neden, babasının verdiği on liranın üstünü bir kerede yolda düşürmesini sağlamadın da, önce iki buçuk lirayı düşürdü ve koşa koşa dönüp parayı ararken kalan dört lirayı da kaybetti? soruyorum: neden? sonra, neden karakola gönderdin selim' i parayı bulan oldu mu diye sormaya? neden polisleri güldürdün ve selim' i ağlattın? polisler daha mı iyiydi selim'den? biliyorum, isa daha büyük acılar çekti diyeceksin. bu kadar ayrıntılara girmez diyeceksin. asıl, ayrıntılara girmeliydi bence. her şeyi yaşamalıydı. ilkokula göndermeliydin isa'yı da selim gibi. sonra selim senin oğlun değildi ki. olsaydı da bilmiyordu. biliyorum bunlardan daha acıklı sözler yazdı romancılar, diyeceksin. ben daha neler duydum, diyeceksin. demek bunu söylemekle bitiyor her şey. sen onlara inan (ne kaybettiğini bilmiyorsun onlara inanmakla). küçük ayrıntılara daha girme bakalım. isa'nın ikinci gelişiyle durumu kurtaracağını sanıyorsun. selim de ikinci kere gelirse görürsün. yalnız, bu sefer lütfen aynı zamanda gelsinler artık. araya gene binlerce yıllık bir uçurum koyma. sonunda, ilk gelişlerinde yaptığın gibi ikisini de yalnız bırakma.."

beyaz ve sen

Bu bir yasak aşk öyküsü çok da acıklı

Birazdan evleniyor yarim ondan bu acı

Birde başımda dönüyorken bizim bu şarkı

Mutluluk hediyem şarkımda senin olsun

Ey tanrım dayanabilir miyim buna ben

Yardım et çıkar onu al aklımdan lütfen

Taşıyamıyabilirim düşerim birden

Ne de güzel olmuşsundur beyazlar içinde sen

Sensizliği paylaşırım yalnız evimde

Yokmuş böyle bir acı ne yerde ne gökte

Attın imzanı kıydın ikimizede

Çektim kendimi sen mutlu ol dünya evinde

Ey tanrım dayanabilir miyim buna ben

Yardım et çıkar onu al aklımdan lütfen

Taşıyamıyabilirim düşerim birden

Nede güzel olmuşsundur beyazlar içinde sen

Şarkımızı söylüyorum sakın ağlama

Kıyamamki sana benim olamasanda

Hani sana o ilk canım deyişim varya

Çınlasın kulağında her bu şarkı çaldığında

Sensizliği paylaşırım yalnız evimde

Yokmuş böyle bir acı ne yerde ne gökte

Attın imzanı kıydın ikimizede

Çektim kendimi sen mutlu ol dünya evinde

ne hoş!


geçtiğimiz haftalardan birinde nişanlanan sevip saydığımız ünlü karikatürist Umut Sarıkaya'yı tebrik ediyor, Allah tamamına erdirsin dileklerimizi sunuyoruz.

dünyayı kendi etrafında döndüren insanlar

yanılgıdalar. kocaman adamlar. çocuk misali mızmızlar. bundan sonra varsın öyle kalsınlar.

14 Aralık 2009 Pazartesi

yeni yeni yeni



ahkam 5. sayı yarın çıkıyor. bu kez boyuttan kağıda, mizanpajdan kapağa her bir şeyi değiştirdik. ortaya çok iyi bir dergi çıktığını düşünüyorum. ilk defa bu kadar kendimden eminim çok mutluyum lan :) neyse yarın falan bırakırız mephistolara. edinin.

8 Aralık 2009 Salı

Huzur suskunluk içinde sevmek olabilirdi.Ama bilinç ve insan var,konuşmak gerekiyor. Sevmek cehenneme dönüşüyor.

4 Aralık 2009 Cuma

aman yaaa

küfürü bir mücadele biçimi olarak görüyorum.gereksiz ciddiyete, sıkıcılığa, anlam verme çabalarına karşı en keskin mücadele aracı.

oturuyorlar masalara. muhabbet ettiklerini düşünüyorlar. sürekli mesaj verir nitelikteki anılarını anlatıyorlar. ciddi adamlar. hayatın her alanına dair çıkarımları, değer yargıları, tabuları, kuralları var. onların dışına çıkan insanları eleştirmek zorunda olduklarını sanıyorlar. başkalarını değiştirmeye çalışmak gibi bir işle eğlenmeyi becerebiliyorlar. bu onların varlığını açıklama aracı. kendileri bir eylemi, kendi tırt değer yargılarına dayanarak yapmadıklarından, başka bir insandan da onların aynı davranmasını bekliyorlar. ya, anlatamadım. yani istiyorlar ki, gerçekten bir içki masasında oturalım. kendimize ve hayata dair çıkarımlar yapalım. kendi kurallarımızı, zihinsel kalıplarımızı oluşturalım. buna hep birlikte uyalım.gerçekten yapıyorlar bunu. sonra da, napıyosun lan sen diyince suçlu oluyorsun.

ya bana bu yazıyı yazdırıyorlar işte. onlar gibi biri oluyorum bu yazıyı yazmakla. eleştiri falan yapıyorum. bana bunu yaptığınız için iki gözünüz kör olur da mendil satarsınız inşallah. neden küfür ediyorsun diye sorduğunda,sana sadece şu cevabı vermeliydim:
'sanane lan yarraaam'

pop z'art #9 zalım felek




1 Aralık 2009 Salı

hobo'nun son günleri: durun nefesi normale döndü

burası tam olarak giderayak "şu mektupları da bırakayım" diye düşündüğüm yer. şu yaştan sonra anneme babama karıma mektup yazdım ya, helal bana. çok duygusal şeyler yazdım gibi, yazım da kötü, pek duygusal gelmeyebilir. biçim de önemli tabii. şekil de önemli. karımın şekli de önemliydi, gençken. güzel bir kadındı. güzeldi evet, başka da bir şeyi de yoktu. zaten hiçbir şeyi olmayan insanlar arasında, diğerlerine nazaran bir şeyi olan insanları seçmeye meyilliyiz. "en azından güzel". bu bile mutlu edebiliyor insanı, yani beni. mektuplara başlarken çok sıkıntılıydım, yazacak bir şey yok gibiydi. çok ince düşünülmüş bir şeyler yazamayacağımdan korktum durdum, zaten yazamadım da. onları duygulandıracak, kaygılandıracak, üzecek bir şeyler yazamadım. ama yazdım. iyi ettim. mektupları bitirdikten sonra iyi ettiğimi düşündüm. ferahladım.

bir tek soruya cevap verdim. o soru sorulmamıştı ama ben cevap verdim. sorulmazdı da, kapatılırdı bu meseleler. bu meseleler derken? aslında meseleler yok, tek bir mesele var. mevzu. mevzu deyince de lisedeki arkadaşlarım aklıma geliyor, mevzu evet. tek bir mesele vardı, tek bir soru var şimdi. bunca zaman bir tek mesele üzerine düşündüm, sinsice, korkakça, bazen deli gibi, bazen de işinde gücünde bir adam gibi. mektupla duyurdum onlara, mektuplara insanların hala saygısı var. hala ciddiye alınan bir şey, ben de ciddiye alınmak istiyorum. konuşsam o kadar ciddiye alınmam, itirazlar yükselir, saçmalıyorsun denir. bir şeyler denir elbet, bastırılırım hemencecik. mektubu iyi akıl ettim ha. insanları savunmasız yakalamak gibi, mektup da öyle bir şey. bıraktım kaçtım. onlar düşünsün artık. ben özgürüm artık, ben kendimi anlatarak özgürleştim. rahatladım yahu, artık içimde duranlar öylece durmuyor, onları ifşa ettim. kimse bana "neden böyle düşünüyorsun?" diyemeyecek.

onlara kalıyorum dedim. bir yere gitmiyorum, bu güne kadar bana git demediniz, kal da demediniz. kaldığımı vurgulamak istedim. bir yere gitmiyorum'u iyice vurguladım. diyecekler ki "sana git diyen mi oldu?". kal diyen de olmadı. n'aber? beni bunca zaman içinizden biri olarak gördünüz, her gün her saniye yanımdaydınız, hiçbir çıkıntılık yaptığımı görmediniz. gitmem için, git demeniz için de bir sebep vermedim size, ne yazık. kalıyorum, kalmak için  bir sebebim var; size bana git demeniz için bir şans vereceğim. işte gerçek yüzümü gösteriyorum size, korkun benden. (benden mi korkacaklar, laf) kendimle beraber kalıyorum dedim onlara, ne saçma bir laf, ama o kadar zaman düşündükten sonra yazayım bari dedim. şimdi eve gitmeye korkuyorum, karım beni nasıl karşılayacak acaba. sabahtan beri bu iğrenç yerde, gazete kitap okuyorum, kahve içiyorum. midem kötüleşti, başım da ağrıyor. bu ağrılar daha da artacak biliyorum, bu mektupların hesabını soracaklar bana. iyi delirdim ama. 7 yıllık eşime, kendimce bir ayar çekmiştim. şimdi eğer okuma yazmayı unutmadıysa ya da mektup zamanında eline geçtiyse, okuduysa okuduğunu anladıysa (şaka sanarmış), cevaplarımı tekrar gözden geçirmeliyim.

hem neden hala bazı kurallara uyuyorum ki? biraz daha dışarda gezebilirim, geç gidebilirim eve. orda burda aval aval dolaşabilirim. şu ana kadar yapmadım diye şimdi de yapmayacağım? gizli yasalar beni hala etkisi altında mı tutuyor? gitmiyorum eve. korktuğumdan değil, korkumu ertelemek için değil; gitmiyorum işte, bir sebebi de yok. bir sebebi olması mı lazım illa ki? (kalmak için neden bir sebep belirttim öyleyse?) eski arkadaşlarımı arayayım, sesimde bir gücenme, bir çekingenlik olmamalı. onca zaman aramadım diye şimdi de mi aramayayım? ararım, yüzsüzlük ederim, bana eşlik etmelerini söylerim. çok mu zor? çok zor aslında, insanlar böyle böyle birbirlerinden ayrı düşmüyorlar mı? evet aynen böyle oluyor (kimi arayayım ki). işe bugün hiç uğramadım, daha önce uğradıklarıma, orda olduğumu önemsemediklerine saysınlar, yokluğumu biliyorlar, varlığımı da bilselerdi ya (bilemezler çünkü ben bir vazo kadar orda alışılmış bir eşyadan ibarettim). haydi bakalım. gitmekle kalmak arasında 'kaldım'. gerçek kalmak olmasın sakın bu? haha, işte artık eskisi gibi kelimeleri oynatabiliyorum. kendi kendime deli deli konuşuyorum. bastırdığım iç sesimi özlemişim, ne güzel de dile geldi konuşuyor. hah üniversite arkadaşlarımdan birini arayayım, hmm bununla çok samimiydik (o halde neden görüşmüyoruz hala). karısı açtı telefonu, karısını tanımıyorum, düğünlerine gitmedim, gitseymişim keşke. bak şimdi işin düşüyor, iş mi bu? kendimi tanıtmam isteniyor, güzel tanıtırız. ben üniversiteden arkadaşıyım, evet böyle dersem çok nostaljik ve duygulu olur. nasıl biri olduğumu falan merak eder. beyfendi telefona gelmek için tören mi düzenliyor nedir? bak işte ne olacak, kimmiş ne istiyormuşu bir kerecik olsun düşünme. sesimi aldı, hadi oyun oynayalım, "beni çıkartabildin mi" oyunu. hatırlamaz bu. uzatmayayım, adımı söyleyeyim bitsin. söyledim işte. geç bu muhabbetleri geç, sana şimdi üniversite anılarından, şundan bundan bahsedemem. çok uzatıyor bu adam, eskiden de böyleydi. görüşelim diyecektim (ben sadede gelmeyi sevmiyorum, ama geldim). bugün olmaz derse, bu adamı bir daha aramam. yakınlarda olduğumu söyledim, kaldırsın kıçını da çıksın dışarı. çıkacakmış. evet, işte hala ikna kabiliyetim iyi.

eve dönmeme bahanem hazır. eski püskü yağ torbası bir arkadaşla karşılaştık diyeceğim, yalan söyleyeceğim, ama doğru. karşılaşmayı ben bizzat ayarlasam da, karşılaştık diyeceğim ve heyecan katacağım. heyecan iyidir. iyi de bu adamla ne yapacağız şimdi? "takılırız işte". gençliğe özendirici bir deyim. konuşacak çok şeyimiz de olabilir. hafıza yoklaması yaparız. zaman geçer işte. geçiyor işte. beni gördüğüne, benim tarafımdan hatırlandığına o kadar da sevinmedi, oysa samimiydik? hala çok konuşuyor. olgunluk buna gelmemiş, daha yolu var bunun. önemsiz olaylardan nasıl da heyecanla bahsediyor, kızlarla da bu yüzden muhabbeti iyiydi. herkesle muhabbeti iyiydi aslında (benle bile konuşabildiğine göre). karımı özledim ben, bu adamın yüzünden. o pek fazla konuşmaz, karım yani pek konuştuğu görülmemiştir (benimle tabii). evet sonunda, sonunda! bu işkence bitti. onu eve yolluyorum, gidecek. gitmesini bizzat ben söyledim. iyi söyledim ha. kovdum resmen. sıkıldım senden dedim. kalmasına katlanamıyorum bari, gitmesi için bir bahanesi olsun. ters ters bakıyor bana. gidecek ama esaslı bir laf söyleyecek sanırım. dur bakalım ne diyecek? "hala adam olamamışsın" diyor. aferin, adamlığıma vur. ordan iyi vurulur çünkü (sen de hala aynı moronsun, hah hah ha).

eve gideyim bari. bugün yeterince heyecan yaşadım. evde bu heyecana devam edeyim. çok eğleniyorum. mektupları yazarken de yerli yersiz bir kaç kere gülmüştüm, kalbim de hızlı hızlı atmıştı, midemde sancılar falan da oldu. çünkü ben şu ana kadar kimseye karşı gelmedm, yüzlerine karşı belli lafları seri bir şekilde söyleyemedim. hep anlayışlı, alttan alan, uyumlu, mülayim (bu kelime bana yakışmıyor ama neyse) biri oldum. haliyle beni pek sevdiler önce, şimdi de önemsemiyorlar. benden bir zarar gelmeyeceğini biliyorlar. zararsızım diye değil mi tüm bunlar? korkun benden artık zararsız değilim, dünyayı dar edeceğim size (nasıl yapacağım bunu?). sözümü sakınmayacağım, her şeye tamam, her şeye evet demeyeceğim (ilelebet muhalif gibi oldum iyi mi). hem kaç şeyde benim fikrim alınıyor ki zaten? alışverişe çıkalım mı? hayır desem ne olacak, aç kalırız (demek ki alışverişe çıkalım mı diye sorulduğunda evet demeliyim). annemlere gidelim mi? sinemaya gidelim mi? perdeleri asar mısın? sevişelim mi? (evet buna hayır diyebilirim, arada sırada o hayır diyebiliyor). dur sen telaşlanma hemen, biraz aksi biri olayım. ortalık şenlenir, daha çok konuda görüşüme başvurulur elbet. tabii, aksi biri olursam olur bunlar. kavga bile edebiliriz belki (hiç kavga etmedik, mükemmel!).

kapıyı kilitlememiş. hala uyanık mıdır acaba? neyse, uyanık uykulu farketmez. eve gireyim uyanır hemen (seni yalancı uyuyorum numarası ha). evet, kanepede oturuyor. elindeki mektubu sinirli sinirli tersine düzüne okuyor. iyi sinir yapmış, aferin ona. bakalım o suskunluğu devam edecek mi? gel üstüme gel. hadi bakalım. beni görmezden geliyor (kördür belki). kanalı değiştirdi, başka bir şey izleyecek, televizyonu kapatmayacak sanırım. televizyon kapanmıyorsa, tartışmayacağız demek ki. hmm. ben kendim kapatsam? kapatayım evet. işte kapattım (tepki veriyor, dudaklarında bir laf var). ne diyecek merak ediyorum? çok heyecanlandım. ne duyamadım? ne? ciddi olamazsın? tekrar söyler misin, öyle mızmız konuşma ya, hadi söyle. "ben de kalıyorum!".

aha bittim ben!

30 Kasım 2009 Pazartesi

bu aralar


Barismamiz Imkansiz - Gitti - Muslum Gurses

yoo ne alakası var?

x'le y'nin 4 yıllık aşklarından sonra, m.s 2009, istanbul;

x bugünlerde durgun. sessiz. içine kapanık. sağlam küfürleri var. bir erkek yurtdışına çıkmaktan bahsediyorsa, aşıktır. x'in yurtdışına çıkması hiç yaratıcı bir gidiş değil. y ise bu aralar, çok hiperaktif, çok gülüyor, çok şaşkın. bir kız sürekli eski arkadaşlarını arayıp onlarla geziyor tozuyor ise, çok aşıktır. bahadır.

22 yaşında. düşündükçe inanamıyor buna. demek ki hayatının 4 yılını birinin peşinde, hem de çok gençken, hem de çok? çok neydi? hayatın baharını, eğlencesini, sadece bir kişiyle. 4 yıl mı? efendim 4 yıl boyunca birbirine karı koca olan bu insanlar, 2 yıl 3 gün daha birbirilerini düşünerek geçirecekler. geçirebilirler. kıskançlıklar olacak. derin özlemler olacak. umutsuzluklar olacak. önce umut olacak, sonra çok fazla umutlandığından umutsuzluk olacak. arada birkaç kişi daha olacak, onlar da gelip geçecek, günler geçecek. biliyor musun? bilmez olur muyum?

bugünki bahanem nedir mutsuz olmak için? bugün onu daha fazla düşündüm, daha fazla özledim, hem birkaç şey hatırladım ona dair. hatırladıkça kafam güzelleşti. kanepeye oturdum, biramı yudumlarken saat gece 3 oldu. bu aralar saat hep gece 3 oluyor. arkadaşlarla dışardaydık, yine her zamanki gibi içtik biliyor musun? öncesinde güzel kızlardan, yurtdışındaki kızlardan bilhassa, bahsettik. bu ünlü, insanların akın akın geçtiği bu sokakta, yani tam olarak şu masada dar kot giymiş kızlara baktık. eve geldim. içtim yine. çok içiyorum biliyorum. az uyuyorum onu da biliyorum. az yiyorum onu da hatırlatma bari. az konuşuyorum değil mi? o da var tabii. hareketlerim de çok yavaşladı, sanki sakinleştirici bir şeyler verdiler bana. böyle olmamalıydı, toparlanmam lazım. dışardayken çok mutlu bir tablo çizdim, anlamadılar, anlamalarını istemiyorum çünkü. beni geriyorlar, çok canım sıkılıyor. yurtdışı? evet kesinlikle, gitmeliyim.

4 yıl. çok uzun değil mi? hep beraberdik yani? hiç mi ayrılmadık? hep mutlu muyduk be? saçma, çok saçma. 4 yıl değil de 4 ay olsaydı? böyle olmazdım herhalde. hem 4 ayda insanlar ancak birbirini tanır, alışırsın birbirine, bakarsın olur mu dersin, olur herhalde. olmazsa da 4 ay çok az bir süre olduğundan, bırakıp gidersin. öyle değil mi? öyle evet. bu 4 yıl da bana 4 ay gibi, 4 gün gibi 4 saat gibi geliyor, herhalde sarhoşum ondan. hem çok içtim, alkol insanı mutsuz ediyor, huzursuz ediyor. ne için? alkol insanın zihnini açıyor, gerçekleri yüzüne vuruyor. bu lafı da ne çok duydum içki masasında. bi de bu laf var :"bak bir sarhoş asla yalan söylemez, sen harbi delikanlı adamsın x" dediler. çok delikanlıyım. evet.

doyamıyorum. uykuya, eğlenceye, konuşmaya, filme kitaba müziğe caddeye sokağa. hiçbir şeye doyamıyorum, hep aşırıya kaçıyorum. deli sikmiş gibi. sanki bir şeyi daha uzun süre yapsam, zaman daha çabuk geçecek. birden üç sene ilerlesek mesela. bu aralar çok çalışıyormuşum, hırsla. bur hırs da nerden geldi? tuttuğumu koparıyormuşum. herkes beni övüyor. umursamıyorum. az çalışırken de övselerdi ya? o da mı çok çalışıyordur acaba? hırsla? y çok çalışamaz, iki dakika bir şeye konsantre olamaz. bana da konsantre olamazdı. güldüreyim mi kendimi? üff, saat çok ilerlemiş. az uykuyla yetineceğim yine. ama çok çalışacağım. garip bir şekilde işimi iyi yaparsam onu özleme hakkını kendime veriyorum, bazen hatta onun için şarkı bile çalıyorum. bazen ama. sık sık düşünmemeye özen gösteriyorum, korkutmamak lazım özlemi.

m.s sonra 2007, istanbul;
aman ya ne halin varsa gör, yoruyorsun beni.

neden milattan sonra diyorum ki? garip. 2007 demeye dilim varmıyor, geçen yaz diyemiyorum mesela, 2 ay önce derken boğazımda bir yumruk beliriyor. tarih vermeden konuşuyorum artık, hep "bir keresinde şey olmuştu" diyorum, hangi bir keresinde? bir de y'nin adını ağzıma almıyorum, herkesin yüzünde bir acıma beliriyor. sanırım y'nin ismini söylerken, acıklı bir yüzüm oluyor, onlar da "ah canım ya" diye acıyorlar bana. kesin öyledir.

yatağa girerken sanki mezara giriyorum. iyi bir benzetme yaptım. evet mezara giriyorum. sabah da drakula gibi kalkıyorum. telefonu son bir kez kontrol ediyorum, ya etmesem de olur aslında, ama ne bileyim içim öyle rahat etmiyor. belki aramıştır? arayabilir, kötü bir şey olmuş olabilir. içten içe kötü bir şey olmasını da bekliyorum, hani oluyor ya, bu arada dinliyor musun beni? neyse işte, hani dizi filmlerde falan oluyor ya, gerçi onlar da dizi film gerçek değil, ayrılan çiftlerin yakınlarının başına bir iş geliyor onlar da o vesileyle biraraya geliyorlar. öyle olsa ya? olmaz ki. çevremizdeki herkes çok sağlıklı, aşırı dikkatliler. kırmızı da geçtikleri görülmemiştir. son kullanma tarihine bakmadan bir şeyi almazlar. saat 11'de yatağa girerler. güzel hayat aslında. steril. mis gibi. yatağa girdiğimde böyle şeyleri de düşünüyorum işte. bir türlü uyuyamıyorum. sonra kalkıyorum sigara yakıyorum, tuvalette içiyorum. klozetin üstünde dumanlanmak da çok iyi oluyor. tuvaletlere has bir huzur bir dinginlik var, farkettin değil mi sen de? aynaya bakıyorum, acınası bir şey, böyle dramatik filmlerde ayna sahnesi önemlidir, dikkat etmişsindir; kahramanların kendileriyle yüzleştikleri yerdir aynalar. kendimle yüzleşmek için bakmıyorum, yanaklarımı falan kontrol ediyorum sürekli, yanaklarım uçmuş, elmacık kemiklerim dışarıya fırlamış. anlayacağın çok çirkinleşmişim. saçımı falan düzeltiyorum da o çirkinlik yine de gitmiyor. ben zaten imajıma falan takıntılı bir insanım, imajım kötüyse sokağa bile çıkmıyorum bazen. bak bu da moralimi bozdu, çok çirkin olmuşum. yemek yemeliyim, az sigara, az alkol, düzelirim hemen. bu halimle beni beğenmeyebilirler, beğenmesi gereken tek bir kişi var, o beğenmeyebilir. nerde görecek de beğenmeyecek beni, laf işte.

dinliyorsun değil mi beni? -hmm dinliyorum- keşke bugün bende kalmasaydın, alınma o anlamda değil, baksana senin kafanı da şişirdim. 'yoo ne alakası var' diyeceksin değil mi? deme tamam. böyle laflar üzerine gelmemeliyim senin, canının sıkkınlığına sıkıntı eklememeliyim. dolapta bira var, al istersen. tamam, ekmek arası da yap. takıl işte.

x buraya bakar mısın? x? uyudun mu be? dolapta bira yok, ekmek arası bir şeyler de yok. ne yapayım? x sana diyorum? hişşşş lan olm?

uyumuş herif ya. ben de yatayım bari. mezarıma gireyim, drakula gibi uyanayım. güzel bir benzetmeymiş, milattan sonra 2007'ymiş haha. ne acayip insanlar şu aşıklar?

29 Kasım 2009 Pazar

geçmişi olmayan adam

şu anda show tv'de oynayan 'çılgın kızlar- bratz' filmini, bir eve toplaşıp izlediğimiz günleri hatırlamaya çalışıyorum. bi halt hatırlayamıyorum, sanki karadelik gibi, hiç olmamış gibi. geyik falan yapmıyorduk, gayet de ciddiydik lan! evlensek çocuğumuz olacak yaştaydık ama böyle faaliyetlerimiz vardı. bat dünya bat!

28 Kasım 2009 Cumartesi

bu ne lan? #11

Satanist Kızın Kedi Sevgisi +15

komik diyaloglar from ankara

- "The Wall" filmi var mı?

- Yılmaz Güney'in mi?

tutyutyuyttuyt

27 Kasım 2009 Cuma

çado'ma açık mektup

kardeşim, canım, yoldaşım;

bilirim sen sevmezsin böyle duygusal, duyarlı lafları. çok çaresizim be çağdaş. elimden hiçbir şey gelmemesine, en yakınımdaki insanın böyle uzaklarda olmasına, bir listeye isim yazdıramadığımdan seni göremediğime, hiç bir zaman birbirimizi tam olarak anlayamadığımıza isyan doluyum. hiçbir zaman şimdiki kadar somut duvarlar olmadı aramızda. lise yıllarının o en saf, en dokunulmamış umutlarını yaşarken yanyanaydık bve sen bunların reel halini yaşarken ben yanında olamıyorum. lanet olsun 600 km+ bir soyadı uzağım sana.

haberlerini alıyorum. mutluymuşsun. zaten seni mutsuz etmezdi bu, konuşmuştuk. havalandırmada zıplıyormuşsun yine, ah be çadom niye hiç değişmiyorsun, kafanı çarpmışsın, dikiş atmışlar. dikkatliler miydi, canını yaktılar mı, özür dilerim, biliyorsun, ağzımdan küfür eksik olmasa da, iş buraya gelince dayanamıyorum, ağlıyorum. herşey gözümün önüne geliyor. nasıl bir üçgeni oluşturduğumuz, sonra nasıl tek bir çizgi haline geldiğimizi hatırlıyorum, hazmedemiyorum. ikinizin de yüzü ne kadar uzakta şimdi, ikinizin de anıları ne kadar sıcak...

ben yine bildiğin gibiyim. niye yaşıyorsun, derdin ya bana, hala bilmiyorum çağdaş. ben galiba beceremiyorum bu işi. o yüzden bu kadar öfkeliyim sana, size. biz'in siz olduğu zamandan beri öfkeliyim kendime. bir dostumuz vardı ya hani, biliyorsun, ben hepimizden çok severdim onu. beni o düşlerin mümkünlüğüne inandırmıştı hani. yüzüme bakmıyor çağdaş şimdilerde. kültürel anlamda uyuşmadığı insanlarla arkadaşlık etmiyor artık. herşeye birden, aynı anda üzülüyorum. güzel yüzlü çocukların bir bir düşman suretlere bürünmesini kaldıramıyorum.

çok doluyum, farkındasın. yeniden adressiz mektuplar yazıyorum. bunları buraya yazmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. sen iyi olmasını benden iyi başarırsın. o yüzden öğüt vermeye yüzüm yok. bir an önce çık gel dört duvar arasından, tüm tutarsızlığımla, amaçsızlığımla, işe yaramazlığımla seni bekliyor olacağım. haydi sol yumruğunla yeni doğacak kızıl güneşlere dost :)

26 Kasım 2009 Perşembe

ahkam'ın önlenemez yükselişi!



önleyemezsiniz!

neyse, ben onu değil şunu anlatacağıdım. olm, kokteyl vericez biz :D Ahkam 1 yaşında Kokteyli. daha 8 ay var ama, bu konuda o kadar hevesli ve heyecanlıyım ki, bir çok alternatif üzerinde şimdiden düşünüyorum. ne giyeceğimi bile planladım :D ( bu arada :D ne lan. derhal kendime düzgün bir gülme efekti bulmalıyım. jfhghkdfhgf. sadfssa. bxcvbcvbcv. tyuttyyuty. aha bunu sevdim tytyuyuyt) evet, yaptım bunu. ankara'dan dönerken kuzenlerimin düğününde giydiğim abiye elbisemi getireceğim.

bir çok fikir dönüyor kafamda. çingene vapurlarından birinde topluca boğaz turu yapmak, tanıdık bi grup bulup çalgılı bişeyler yapmak, para bulursak bar kapatmak falan.. tanrım, I have a dream! Çok heyecanlanıyore...

25 Kasım 2009 Çarşamba

haftalık mizah dergisi: AHAH


24 Kasım 2009 Salı

birikintiler

iyi oluyor böyle ama. birileri geliyor bindiriyor bi güzel, sıçıyor ağzınıza, hatalarınızı bir bir kafanıza vuruyor ya, işte o an bir ben çıkıyor ortaya, benden öte.

hepimiz hata yapıyoruz işte. birini devleştiriyoruz. sallanmayan tahtlara oturtuyoruz kafamızda. yaptığını asla yapamayacağımızı, başardığının yanından geçemeyeceğimizi, onun aşmış, bizim sıçmış insanlar olduğumuzu düşünüyoruz. sonra anlıyoruz ki, o iş öyle değilmiş. sadece şansı yaver gitmiş. yaptığı her şey tekrardan ibaretmiş, yaşadığı şey yalandan esaretmiş.

birileri gelip bunları bir bir haykırıyor ya yüzümüze, hani yine gereksiz yere utanıyoruz ya kendimizden, delicesine bir özgüven hasıl oluyor ya bünyede. işte o özgüven, işte o, yalan değil dostlarım. diğerlerinin hepsi feyk olabilir ama o değil. herşey kendini toplamakta bitiyor. kendini biraz düzeltiyorsun, sağlıklı düşünüyorsun, herşey freş bir hal alıyor ya, o zaman sorun kalmıyor ortada.

ben de yaparım lan! ben daha iyisini yaparım orospu çocuğu! senden daha iyiyim, daha az kompleksliyim, daha yolun başındayım, kendi cennetime daha yakınım, henüz bozulmamış, herşeyin daha farkında olduğum için belki biraz güçsüz ama çok daha huzurluyum, sakinim. altından kalkamadığım yüklerim oluyor zaman zaman, nereye kusacağımı bilemediğim mide bulantılarım oluyor ama, mide bulantılarımın kaynağı kendim değilim. henüz ortaya koyduğum net bir eser yok belki, benzemez kimse sana demiyor kimse benim için, kimse benim savunuculuğumu üstlenmiyor belki reflekssel olarak, ama benim buna ihtiyaç duymayacak bir konumda olmam zaten her şeyin en başında olduğumu göstermiyor mu ey eskilerde kalan?

ya sen en iyisi ne yap biliyo musun? en iyi yaptığın işi? piyasa diyorum olm,piyasa yap. aha-aha-haaa

itiraflar IV [jean-jacques rousseau'ya ek]


  • hatice'ye dair. hatice, abimin ilk eşi. abimden iki çocuğu oldu, ikisi de 1 yaşına basmadan öldü. hatice, aynı zamanda amcamın gızı. gazı. akraba evliliği neticesinde, doğan çocukların ölmesi, bu ölümlerin de abimle hatice'nin arasını açmasıyla hikaye başladı. abim, yurt dışına çıktı, rusya'ya gitti asdfjadf. hayvan herif. hatice bizimle kaldı, artık o ailemizin bir neferiydi. el üstünde tutulması gerekendi. ama o abarttı, kısa zamanda ailedeki tüm erkleri eline geçirip, tiranlığını konuşturmaya başladı. despot yönetimlere tahammülü olmayan ben, arsız ve şımarık, ayrıyeten ayrıcalıklı -ailenin en küçük erkek çocuğu- olduğumdan hatice'yle geçinememeye başladık. hatice'nin bana tahammülü yoktu asfdja, benim de zaten kimseye tahammülüm yoktu. annem de gariban, hatice'ye ses edemiyor, annem bir eline alsa ipleri, hatice'ye haddini bildirse her şey güzelleşecek. ama annemin korkusu da hatice'nin evi terkedip, 4 yıldır eve uğramayan abimi terketmesiydi. asfdsa lan terketse ne olacak? adam eve gelmiyor, terketmemesi büyük salaklık. neyse, hatice annemin pederden kalan dul ve yetim maaşından kendine pay ayırıyor, giyimine kuşamına özen gösteriyordu. her şeye layıktın sen hatice afjsdaf, salağın önde gideni. işte ben okula başladım, okulu sevdim, çünkü hatice yoktu asdjfa. sikik. kısa zamanda okuma yazmayı öğrenmiş olmam da hatice yüzündendi, öğretmenin annemi her gördüğü yerde "yahu zehir gibi çocuk" demesinin sebebi de hatice'ydi; başarılıydım çünkü hatice bana bulaşmasın istiyordum, eğer başarısız olsam bu kez de "seni zekasız piç" diye üzerime gelecekti. gelemedin hatice asdja. çizim yeteneğimi farkeden örtmen de artık o boşladığı resim derslerini yapmaya başlamıştı, millet pastel boyayı dudaklarına sürerken ben bir picasso olma yolunda ilerliyordum asdfja, saçma. hatice benim metaforlarımı da geliştirmişti, ona duyduğum kin, hayal dünyamı zenginleştiriyor bir yan da küfür haznemi, imalarımdaki tonlamayı artıyordu; her köşeden hatice'ye voleyi çakıyordum. ta ki o güne kadar. hatice, ben salonda harıl harıl duvardaki saati çizmeye çalışırken -güzel saatti be- gelip "babanın parasıyla mı alınıyor o resim defteri" diye kükreyene kadar. resim defterini çekiştirmeye başladık karşılıklı, ben kazandım sonra da resim defterini yüzüne fırlattım. bana akşam yemeği vermediler adfsjadf, hay sikeyim. bir daha evde yayıla yayıla resim çizemedim, çizdirtmediler, tarihe not düşülsün. okulda ilk resim dersinde hatice'yi çizdim, kara yağız bir eşşek çizdim, güzel de olduydu. çizerken deli gibi gülüyorum, aynı hatice, aynı lan falan diyorum, o kadar konsantre çizdim ki öğretmenin dikkatinden kaçmadı "callahan sen ne çiziyorsun öyle gülerek?" dedi. eşeği gösterdim, "hmmm güzel olmuş, bunu okulun girişindeki panoya asalım, hmm ilerde ne olmayı düşünüyorsun sen?" asdfsafd. okulun girişinde kara eşek duruyor, resmin altında da "callahan ağabey, 1-a sınıfı" yazıyor, gelen giden "1-a?" diye takılıyor. afdjas, lan olm o kin nefret sizde de olsa hepiniz aşmış eserler ortaya koyabilirdiniz, sinirden kendimi sikmedim değil. sonra psikozcu bir hoca vardı, işte bu çizilen resimlerden anlamlar çıkarıyor, benim resmi de almış eline, yorumluyor. şey dedi "sizin evde sana kötü davranan biri mi var?". şaşırdım kaldım. medyum musun nesin lan? "bu kişi seninle geçinemiyor, seni dövmüyor değil mi? bu eşşek o kişi değil mi?" dedi. benim boğazımda bi yumruk düğümlendi, evet diyemedim. "yooo" dedim, hocayı göt edeyim bari diye artisleştim. evet lan oydu. hatice'nin kaderi de şöyle oldu, abimle ayrıldılar, ayyaş keş bir adamla evlendi, adam dövüyormuş bunu. mutsuzmuş benim karabasanım.
  • "...bu da senin için. önce sen kimsin? napiyosun lan? hala 'annemle babam ayrıldı, babam annemi aldattı, ondan nefret ediyorum, life is suckssss' diyor musun hala? sen hala orda mısın? halen bu yapış yapış halinle insanların ilgi odağı oluyor musun? ağlıyor musun uluorta? her şeyi götünden anlayıp hala "life is suckssss" diyor musun? yahu benim hikayem seninkinden daha acıklıydı asdfjasfd, hiç gördün mü 'dünya yalan söylüyor' dediğimi? hiç pes ettiğimi gördün mü? görmedin sen. göstermedim. ben seni adam edemedim, bana da bulaştırdın bir kaç şey. şifayı ben de kaptım. napıyosun lan? ne bok yemeye yaşıyorsun sen hala? sana sinirim hiç geçmedi. ağzımı açıp gözümü yumamadım, yapamadım. ağzına sıçacaktım, o suistimal ettiğin 'genişliğim' kurtardı seni. hani sağda solda övündüğün 'bu kadar geniş insan görmedim' dediğin ben var ya, bir tek senin götünü topladım hayatım boyunca. bir tek senle başedemedim, lan seni terk bile edemedim. öyle düşün. arkamdan gelecektin yine, bağımlı gibi; beni terkettiğin gün ben zil takıp oynadım biliyor musun? öyle sevindim, öyle mutlu oldum. sahi beni terkedebilecek kadar 'egoyu' sana kim verdi? asdfjaf, kim verdi ha dostum? paramparça kişiliğini kim toparladı, kim seni adam etti? ya "sen" demedin hiç. biliyorum senin gibi bir sürü var dünyada. biliyorum, leş gibi karılar her yerde. ya siz bir bitemediniz gitti...." diye geceler boyu düşünüyordum, hahah, çünkü ilk kez bir insana verdiğim emek boşa gitmişti, ben onun burnunu boktan çıkardığım anda, suni teneffüsle nefesini normale döndürdüğüm anda o bana tekmeyi basmıştı. canım sıkılmıştı. oyuna gelmiştim. şapkayı önüme koyup düşündüm. geceler boyu, gündüzler koyu. sinire kesmiştim, "yahu ne cesaret?" diyordum, daha dün "aşkım bebikim, hayatım, immortal'ım" diyen hatun bugün "seni sevmiyorum. denedik olmadı, yarağı ye" falan diyordu. denedik olmadı ne lan? -deneme tahtasıııı oldu bu gönlüm- lisedeydik işte, arkadaşların hatuna bakış açısı "çaktın mı?"dan öte değildi, ama yine de seviyorduk be abi. öyle şeyolmasın, yurdum erkeği abaza görünür içinde romantik adam taşır. bir de işte, "hatun postayı koymuş sana" muhabbeti vardı asfdad, lan ego paramparça oluyor o an, sevdiğin insandan ayrıldığına değil de "koymuş çocuğu" lafına üzülüyorsun. neyse, bana tekmeyi atan hatun, neşeli, gayet mutlu, giyimine kuşamına ayrı bi özen göstermiş, işte sürekli bunu erkeklerle falan görüyorum; bende durum biraz farklı, sallamıyorum, ne bok varsa yesin, "bizden geçti aga o işler" falan diyorum, eve gelip dostoyevski'ye kaldığım yerden devam ediyorum. aradan 1 ay geçti, aradı bu beni "callahan ne yapıyon? eheheh" diye konuşuyor. "iyidir sen?" diye buz gibi cevaplar veriyorum, "hakkını helal et, senden helallik almak istedim" dedi, "olur" dedim. bunun için aramış olamazdı asdfja, sesinde sahibine yalanan kedinin tınısı vardı, konuşmanın ilerleyen bölümünde "ben seni özledim" dedi. açtım ağzımı yumdum gözümü. son cümleyi de "ne oldu?" diye bağladım, ağladı. işte yine muhteşem kişilik ağlıyordu. "bi daha beni arama" dedim kapadım. telefonu kapadım ama, çenemi bir türlü kapayamadım. kitaplıktaki kitapları sağo sola fırlattım, adfasf, "sikeyim, sikeyim, sikeyim" diye sürekli aynı konsantrasyonda küfürler ettim. yatıştım bir süre sonra, çay aldım mutfaktan, oturdum porno seyrettim. hakkaten bunu yaptım.

21 Kasım 2009 Cumartesi

bu aralar

aşk seni bulabilir deee
ilgisiz durabilir deee
samimi oluyor deeerken
mesafe koyabilir deee

:'(

20 Kasım 2009 Cuma

bir şarkı çaldılar iptal oldum

eski dershanemdeki beni sevip sayan biri aradıydı "çiğ köfte partisi var, eski mezunlar da gelecek, sen de gel" dediydi. önce naz yaptım, bahaneler ileri sürdüm. gelemem işlerim var, gelemem çok yorgunum falan dedim. sonra ikna oldum, sözleştik. gitmek istememenin sebebi o da gelecekti büyük ihtimal. karşılaşmak istemiyordum onla, suçlayıcı gözlerle bakıyordu bana sürekli.

bir pazar günüydü. neşem yerinde. sağlıklı ve de über konuşkanım. herkesle merhabalaşıp, birkaçıyla koyu muhabbete daldım. köfte bahane. gelmemişti. tedirginliğim gitgide artıyordu. geleceğini söylemişlerdi, gelirim dediyse hiç affetmez gelirdi. gelmedi. ha geldi ha gelecek psikolojisiyle takıldım bir süre, güldük eğlendik, yedik içtik, iyi dileklerde bulunup teşekkürlerimizi sunup ayrıldık ortamdan. ordan kadıköy'e geçip akşamı kutlayacaktım, kadıköy'de birkaç arkadaşla sözleştim, ohhh god bir günde iki randevuyla hem lise arkadaşlarını hem de dershane arkadaşlarını aradan çıkarıyordum. huzurla eskileri yad etmiş bir şekilde uyayabilirdim.

otobüs durağında bekliyordum. öyle sikimsonik bir yerdeydi ki dershane, saatte bir otobüs geçiyordu. saat de geç olduğundan daha da nazlanarak gelecekti otobüs. uzun bir bekleyiş sonunda geldi otobüs. bomboştu. sadece arkada iki sevgili vardı, öpüşüyorlar falan.

sevgililerle göz göze gelmemeye çalıştım, ama kızla göz göze geldim. kızı tanıyordum, oydu. yanlarına gelmemi işaret etti, gittim yanlarına oturdum. napıyosun ne ediyorsun, uzun saçlarından sonra kısa saçların da güzel olmuş, bu tarzını da beğendim -yalanlarrrrrrr- falan dedi, beni sevgilisiyle tanıştırdı. benden yakışıklı, atletik ve de karizmatikti. durumu kabullendim. dersler nasıl, üniversite nasıl falan derken dünyanın en yüzeysel muhabbetini yaptık. benle karşılaşmayı beklemiyordu sanırım, ben de karşılaşmak istemiyordum. annesine dershanede çiğ köfte partisine gideceğim demiş, taş gibi bir adamla buluşmuştu. böyle yalanları severdi asdfas. "nereye?" diye sordu, "kadıköy'e gidiyorum, ahmetlerle falan buluşacağım" dedim. "aaa ne güzel hala birbirinizden kopmamışsınız" deyip takdir etti arkadaşlığımızın devamlılığını ve birbirimize yürekten bağlılığımızı. bizim evin birkaç durak ötesinde sevgilisiyle beraber indi, ulan dedim şimdi sevgilisiyle beraber inmez sadece kendisi inerse ben bu adamla ne konuşacağım, bir pot kırarım ben kesin, bu eleman da gider hatunu çatır çutur keser falan diye düşünüyordum ki allahtan beraber indiler.

onlar indikten sonra, içim bir hoş oldu. mutlulukla garip bir hissiyat arasında gidip geldim. demek ki artık benden nefret etmek yerine kendine yeni bir sevgili bulup, mutluluğa yelken açmıştı. aslında hiç de mutlu olmasını istemiyordum, böyle de kindar bir insanım, sürünsün diyordum. acılara boğulsun, her gün ağlasın, pişmanlıktan ölsün, kendi kendini yesin dursun anasını seveyim diyordum. madem benle mutlu olamadı, başka kimseyle olamasın diyordum asdfjasf kendi duygularıma karşı ikiyüzlülük yapmayı sevmiyorum asdasdfsad yalan da olsa "ayrılsak da mutluluk dilerim sana" diyemiyordum, çünkü hayatımın en verimli, en sıradışı, en mutlu dönemini sikip atmıştı. uzun süre toparlayamamıştım, her şey dağınık sik gibi kalmıştı, hatta nihilizme doğru ilerleyip, beat generationa kadar uzanmıştım. hoboluğa merak sarmış, umursamazlığımı kat be kat artırma gayreti göstermiştim. işte o şahane tablo karşımdaydı, o mutluydu ben yine karmakarışık kaset gibiydim. mutsuzluğumun sebebi o değildi, çoktan silmiştim, ama tüm bu saçmalıkları ona yüklüyordum, ondan dolayı oldu diyordum asdfasjfa oysa hiç de öyle değildi. ama yine de mutlu olmaması gerekiyordu be.

böyle böyle düşünerek kadıköy'e vardım sonunda. teachers'a doğru yollandım. her zamanki kafa dağıtma yerimizdi, nispeten ucuz bira kaliteli müzik dinleyip muhabbet edebildiğimiz nadir yerlerden biriydi. baktım ahmet gelmiş, tek başına oturuyor. "nerdesin a.q" diye sarıldı, "bir kere de erken gelin lan, muratla saygun da yoldaymış, hep ben erken geliyorum sikicem" diye devam etti. "lan geldik işte, alsaydın bir bira, niye başlamadın?" falan dedim. sonra diğerleri de geldi. 4lü kadro sap gibi buluşmuştuk yine. ne bir kız, ne bir sevgili vardı ortamımızda asfdjasdfas. murat'ın sevgilisi bizi sevmiyordu, onla dalga geçiyormuşuz falan, murat'ı da arada sırada göndermiyordu bizim yanımıza ahaha. ahmet her zamanki gibi makine mühendisliğinin zorluğunu, mukavemet dersindeki atraksiyonlarını katü'deki maceralarını ve sap arkadaşlarını anlatarak o muhteşem hitabetiyle muhabbet adamlığını konuşturuyordu. saygun yine bir sürü dersi bırakmış dokuz eylül'deki kızları anlatarak küfürleri yiyordu.

nadir eğlendiğimiz, eğlendiğim gecelerden biriydi. bu adamları hakkaten seviyordum, çünkü hayatlarındaki her atraksiyonu biliyordum, nerde nasıl davranacaklarından tut, sevgililerine nasıl davrandıklarına kadar her şeyi biliyordum. onlar da beni biliyordu "ya olm kitap film müzikle hayat geçmez, yarak gibi adam olacaksın bak, entel mi olacan lan başımıza, solcu da olursun sen haaa, sizin üniversite pek müsait bu ortam için" falan diye klasik giydiriyorlardı bana, böyle laflarını da bayılıyordum asfdjasdfajfd.

yine sarhoş olmuştuk. saat 12'ye gelmeden kalkma kuralımız gereği, fondip yapıp kalkacaktık. "durun lan şarkı çalıyor, olm mourn çalıyor lan, şunu dinlemeden kalkmam ben" dedim. sentenced çalmak için en uygun zamanı bulmuştu şerefsiz barmen. dayanamadığım bir şarkı varsa o da buydu. suratımız düştü hepimizin. sanırım aynı anda hepimize koyan şarkı bu olmuştu, aynı anda dalıp gittik asdfjsafad.

eve dönerken "demek öyle ha" dedim ve şarkı zihnimden gitti. mutluymuş demek sikik.

19 Kasım 2009 Perşembe

acı dolu, dram dolu

bugün çok komik ve bir o kadar da acıklı bir olay yaşadım sevgili okur. bi arkadaş var benim işte. dedi biz şununla şurda oturuyoruz sen de gel. peki gelirim dedim, gittim işte. sonra bu yanındaki herif benden hiç hoşlanmıyormuş, bugün ben bunu gördüm.oysa gayet de beni sevdiğini sanıyordum lan :D İnsan öyle bi g.t oluyo ki böyle durumlarda, onun dışında yaşadığı herşey çok sıradanmış gibi geliyor. hayır dışardan baksan gayet de ortama ayak uydurabilen, ağzı laf yapan, öyle bariz bir antipatik hali bulunmayan biri gibi görünüyorumdur. ama şunu da görünce, emin olmamam gerektiğini anladım. dışardan gayet ortamı piç eden, ne dediğini bilmeyen ve her hali itici bir varlık da olabilirmişim. kendinden hoşnutluk tez ayrılık getirirmiş,bilemedim.

vize haftası hakkında komik msn iletisi

veni vidi vize

17 Kasım 2009 Salı

reklamlar

Ahkam 4 çıktı. Taksim Mephisto'da canlar. Öyle sıtkım syrıldı ki herşeyden başka nerelerde olduğunu yazamayacağım.

16 Kasım 2009 Pazartesi

çöp

Çöplükteki karga olmak istemiyorum. Ne koparabilirsem kar değil.

Onları toplayan bir çöpçü olmak istemiyorum. Bu benim harcım değil.

Çöplüğün içinde temiz kalmayı başarabilmiş bir çöp olmak da istemiyorum. Çünkü çöp, çöptür.

Çöplüğü şehrin dışına çıkarmak, görüntüyü düzeltmek,pisliği yok etmekle görevli bir devlet memuru devrimci değil, çöplüğün içinden sıyrılmış bir kravatlıdır. Hepsinden
çok sistemin içindedir.

Ben sadece çöpten uzak olmak, uzak olduğumu kendime hatırlatmak istiyorum.

ooo felan metamorfoz geçirmiş duydun mu?

duydum lan asdfa. hem de benim hakkımda söylendi bu şey. duymaz olur muyum? "geçen callahan'la karşılaştık, işte adam hala kitap falan okuyor, müzik dinliyor, msn'de dinlediği müzikleri insanın gözüne sokuyor" denilmiş, ardından "ya bi şey dikkatim çekti, artık o kadar insanı germiyor, yormuyor, durulmuş böyle, ketumlaşmış az biraz, herhalde elune vermuşler zekeri" denilmiş, daha da bitmemiş "ne yalan söyleyim, callahan'ın andırgıraund havadan kopup iyi aile çocuğu kıvamına geleceğine tahmin etmiyordum, olm adam nazikleşmiş, o eski atarlanmaları yok artık" denilmiş. tabii bunu da bana anlatan insanın yüzündeki gülümseme "olm sen neydin ne olmuşsun" tarzında.

ya olm büyüdük artık, beyindeki hücreler bile oturdu, düşüncelere çeki düzen verildi, göt korkusu başladı. kişilik parçalandı, ayıklandı, geriye "herkesin sevebileceği tarzda naif insan" kaldı. o eski efsane laf sokmalar, yerin dibine geçirmeler, atarlanmalar, kültürle dövmeler, eziklikle itham etmeler, "büyü de gel" demeler kalmadı. [lisede az çemkirmedim böyle hea, o çemkirdiğim insanları özleyip, sarıp sarmalamak isteyeceğim hiç aklıma gelmez idi] gone with the sin abi. ben istemesem de o kişiliği devam ettiremezdim, zaten fakültedeki ilk tanıştığım insanların itiraflarını da duydum bu sene "ya olm ben sana bi gıcık oluyodum ki sorma, ağzını burnunu kırasım geliyodu" falan deniliyor artık, ben de "asdfjadfasdf" diye gülüyorum, anlamsız anlamsız gülüyorum işte ne yapayım? [bu da samimiyet göstergesi mi yoksa içinde biriktirdiklerini insanın yüzüne çotank diye vurmak mıdır çözemedim] şey de deniliyor "ya sen sanki herkese tepeden bakıyor gibiydin, oysa bambaşkaymışsınnnnnnnnnn yeaaa".  anlıyorum ki büyük orospu çocuğuymuşum. dost bellediklerim bana gıcık olmakla kalmıyor, beni sotede kıstırıp dövme hayalleri kuruyorlarmış.

bulunduğu kabın şeklini alıyor insan. ya öyle şeyapmamak lazım ama öyle. saykodelik tripler, marjinaliteyi kavrayan götten sallamalı hareketler, "ben her şeye muğlağım" gibi nötr tavırlar, "ben her şeye mutlağım" gibi egosansasyonlar çok geride kaldı. hayat suratımıza suratımıza vurdu afdsjafda. [bu cümleyi de çok seviyorum, kaçamak bakış atmak gibi aadsfajd] saçmalığa bak, hayatın bir gün bize temiz sopa çekmesi falan. yahu o metamorfoz nasıl oldu biliyor musunuz?

şöyle oldu. çok sıkıldım. kendimden bile sıkıldım. bari dedim, göremediğim bir şey varsa, görmeye kastırayım, bir de böyle deneyelim dedim ve akabinde mülayim tavrımı takındım. [yahu aslında bu bir kabullenme olayı, çevreyi kabullenme, bulunduğun koşulları kabullenme, boyun eğme, kaderine razı gelme olayı] son birkaç dönemdir, arkadaşlarımın sorunlarına ortak oluyor, onlara türlü şebeklikler yapıyor, onların hayallerine ortak oluyor, en önemli varlığımı benliğimi onlarla paylaşıyorum, bana çok iyi davranıyorlar adfjsafa. living after midnight. hell yeah. bana iyi davranmalarını istiyorum, ya beni dışladı bu ibneler, şimdi tekrar onlara kendimi sevdirmem gerekiyor, o yüzden sivri dilimi, uyumsuz kişiliğimi gizliyorum afjdas, bakalım ne zaman ayılacaklar duruma. böyle birden dünyanın en iyi insanı oluyormuşum, ne güzel olur, belki şirinler bile beni görebilir.

ya moralim de bozuldu. artık kimse beni farklı bulmuyor. kimse beni farklılığımın farkında olarak sevmiyor adsjfa, böyle de triplere girsem efsane olacağım. camus'yen kişiliğimle ortamlarda "sikmişim dünyayı" diye takılacağım. şu hayatta en korktuğum şey başıma geldi ya ne diyim "olm sen aslında iyi bir insansın" falanlar. yahu nedir bu? nedir iyi olan? azıcık alttan aldım diye mi bütün bunlar?

onu hiç böyle sıcak tutmamıştım, kalbim yandı

ooo felan metamorfoz geçirmiş duydun muculuk akımına dahil olduğum için herkese teşekkür ediyorum, kardeşlerim akıllandığımı ve hayatın böyle yaşanmayacağını, uslu uslu yolumu bulacağımı, kendime en yakın zamanda eli yüzü düzgün helal süt emmiş bir kız bulacağımı, evdeki muslukları tamir edeceğimi, paramı düzgün harcayağımı sizlere ilan ediyorum. hangi para diyeceksiniz? bilmem.

ha şunu da belirteyim zaman zaman kankalarla toplanıp "felanda az ibne değil" muhabbeti yaptığımız oluyor, demek ki aynı muhabbet benim üçün de yapılmış ki kulağıma kadar geldi asfdkaf. vay ibneler. içten içe beni g noktamdan vurma hayalleri kuruyormuşsunuz da haberim yokmuş.

oysa birbirimiz için kovulmuştuk cennetten

14 Kasım 2009 Cumartesi

13 Kasım 2009 Cuma

çeviri

"here comes the rain again
falling on my head like a memory
falling on my head like a new emotion"

"su gelir güldür güldür
gel de yar beni güldür
bir damlacık kanım akmaz
öldürürsen sen öldür"



"idris Demonic Rooster Summoner Of The BlackSea - All Guitars,Keyboard and Non-Compromising evil voice of rize... fadime Paganic Milk Drinker of The Funeral Moon :Bloody Bass Guitar... yunus Barbaric Commander of The Termic Santrals of Gehenna:Baptism By Kemençe."

10 Kasım 2009 Salı

şimdi reklamlar

Ahkam'ın blog sitesi yenilendi. Bi bakının isterseniz.

http://ahkamdergii.blogspot.com

bugün bu oldu

hayatımda görüp görebileceğim en güzel mavi gözleri gördüm. kendime gelemiyorum.

9 Kasım 2009 Pazartesi


AH - DUMAN
başlık resminin bokum gibi olduğunun farkındayım. ama güldürüşlü bunu kabul edin!

6 Kasım 2009 Cuma

allah razı olsun

I love you murat 34. I really love you

5 Kasım 2009 Perşembe

4 Kasım 2009 Çarşamba

şok şok şok

Öyle bir yazı hazırlayacağım ki aklınız çıkacak. Şu çok sevilen, anadolu çocuğu çemçük ağızlı Umut Sarıkaya var ya, o kimdir nedir bir bir sayıp dökücem. Ulan ahd etmiştim ama geçen hafta Tüyap'ta dar paça pantolon giydiğini gördükten sonra kendimi daha fazla tutamıyorum dostlar. Yapıcam bunu ama önce yarınki vizeye biraz çalışmam lazım. Byes.

1 Kasım 2009 Pazar

özel ders vermek


asdfjfjsafa gelsin paralar. gelsin paralar oy. polinomlar, ikinci dereceden denklemler gelsin, gelin lan asfdjasf. lan gelsin paralar, deli sevindim yine. bira parası gelsin. özel ders oley, özel ders oleyyyyyyyyyyy!

the memory remains dinlemenin zamanı. asfdafdask lan delirdim. 

ehh!

bunu neden okumuyorsunuz?

yeah!

bunu neden izlemiyorsunuz?

mukedderat şeysi

kozmos ne eylerse güzel eyler, umarım. kontrolü bırakıyorum, bakayım nereye çıkacak tayinim. amin. umarım ümraniye'ye çıkmaz. asfdjasfd.

31 Ekim 2009 Cumartesi

can't take my eyes of you

hani bazı adamlar vardır ya herşeyin farkında gibi. onlara söyleyeceğiniz her kelam gözünüze değersiz gelir.onların yanında hep suskunlaşmanız bu yüzden.kendinizi baştan yaratsanız yine de onun için yeterli olmayacağını falan düşünürsünüz. ne söyleseniz eksik kalır zaten bunları anlatmaya. içinizden geçeni okurlar. içinizden geçeni yazarlar. neyin ona iyi geleceğini de bilemezsiniz. kendini gizlemeye çalıştığından değil. o kadar başkadır ki cinsi çıplak gözle göremezsiniz.daha da kötüsü kendisi de bunun farkındadır.

sonra bi bakarsınız aynı adam birden olabildiğince insanileşir. nefretlerini görürsünüz, gözyaşlarını, acılarını,zevklerini, arkasına saklandığı herşeyi...
görürsünüz ve geçer. bunlar öyle adamlardır ki anlık dejenerasyonları bile sevimli gelir gözünüze. yine bir laf ederler,yine gülümserler size,yine gülümserler. herşey döner başa. bu kez de siz farkedersiniz herşeyi. ayakları bu dünyadan kesilmiş bu adam, size buraya ait olmayan herşeyi hatırlatmak için gönderilmiştir.

30 Ekim 2009 Cuma

29 Ekim 2009 Perşembe

MJ


izlendi. moon walk yapılmadı. bu hiç hoş değil.

Where Did It All Go Wrong - Oasis

28 Ekim 2009 Çarşamba

25 Ekim 2009 Pazar

şimdi reklamlar

Ahkam 3. sayı nihayet belirdi dostlar. Dergiyi şimdilik sadece Taksim Mephisto'da,birkaç gün içinde de Kadıköy iskelesinin karşısındaki büfelerden sol tarafta kalanda, Beyazıt Zefre Cafe'de, Kadıköy Mephisto'da ve 7 Kasım'da İstanbul Tüyap'ta bulabilirsiniz. Sevgiyle kucaklarım. Hepinizi hem de!

hem sarhoşum,hem yastayım

"ıslanmışsın bir kere oğlum,yaş gününde kuruyamazsın."

23 Ekim 2009 Cuma


...

"işte o anda dahi,delice bir harekette bulunmalarına,anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine müsaade edilmeyecektir. Kendilerini öldüremeyeceklerdir. Onlara anlatılacaktır ki,böyle bir davranış bütün yaşantılarıyla çelişki içindedir.,gerçekle bir ilgisi yoktur;kendilerini öldürürlerse onlar hakkında varılan isabetli yargıları çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar. Bu hiçbir şeyi değiştirmez."

sayfa:206

dünyaya açıldık!

California'dan bizi ilgiyle takip eden sevgili okur! Bin selam olsun sana!

22 Ekim 2009 Perşembe

tavşan dağa küsmüş,dağ kendi havasında!

19 Ekim 2009 Pazartesi

iyice

sabah uyandım, gözlerim uykulu
ah bu sabahlar ki, yeni günün muştusu

erkenden kalktım,kahvaltımı yaptım
güzel görünmek için sana,taktım takıştırdım

yola koyuldum bir güzel, çok efor sarfettim
gül cemalini görmek için, kendi kendime ahd ettim.

geldim amfiye, gözlerim döndü fırıl fırıl
gördüm kıvır kıvır saçlarını,içim oldu pırıl pırıl

sırada sağa sola kayarak çalıştım yüzünü görmeye
eğer o sen değilsen,tası tarağı toplayıp gitmeye

hoca ara verdi nihayet,kıvırcık kalktı yürüdü
göremedim o deniz gözlerini içimi hüzün bürüdü

aşık çingenetor der ki,ben biraz mal mıyım?
sevdiceğimi arkadan görünce tanımaz mıyım?

adı aşkmış,peh!

kavram karmaşasına bir kelime daha eklendi. adı aşk. sevgilisi olmayan hatun repliği gibi geliyor kulağa. yada çok satması umulan bir kitapsıya verilen isim gibi.ama bi dnleyin.

adı aşk'ın içini doldurmaya defalarca niyetlendik. her defasında niyeti bozduk. aşk'ın içi hep gece çıkmalarıyla,gece özlemeleriyle, bir şarkıda hüzünlenmelerle doldu. sanki wish you were here diyebilmek için aşık oluyorduk.

yapacak hiçbir işimiz olmadığında aşık olayım,biraz da şununla takılayım gayesiyle,biraz mantıklıca düşünsek yüzüne tükürmeyeceğimiz insanları kendimize eş ettik. itiraz etmeyin,yaptık bunu. sonra ayrıldık,içtik,hüzünlendik.hepsi birer çizik oldu yüreğimize atılan. (gördüğünüz gibi daha duyarlı mı,güldürüşlü mü yazacağına bile karar veremeyecek kadar dengesiz bir kişiliğe sahibim)

ben ne anlatmak istiyordum ya? ha evet,dostlar, aşk boş zaman uğraşı olmasın artık. kendimizi bir ilişkim yok diye kasmayalım,etrafımızdaki tüm erkeklere-kadınlara potansiyel sevgili gözüyle bakmayalım. daha fazla çirkinleşmeyelim.ol dileğim budur.

selçuklular zamanından kalma outlet center


18 Ekim 2009 Pazar

nihilist eşya sevgisi #2

-sen bilmem ne oğlu, bilmem ne kızıyla evlenmeyeceğini şahitlerin huzurunda kabul ediyor musun?
-eveett!
-ben de sizleri bütün ilan ediyorum.

dünya sağlık örgütü ayaktakımı şubesi

sağlık önemlidir. sağlığa harcanan para sağlıktan daha önemlidir. konsantre öğütülmüş para'nın hangi dev sağlık kurumlarına gittiğini biliyor musun sen? parasını el alıyor, dumanını yel alıyor, geriye ne kalıyor?

cevaplarımız:
merhaba vizyonunu şeyettiğimin sarsak ucuzları sizi, hayatınız para ile şekillenen düzgün kenarlı çokgenlere benzediğinden bizim sizce iğrenç, bizce gayet de hoş yaşamımız sizi kaygılandırıyor. geriye ne mi kalıyor? "sağlık önemlidir" lafından başka bir şey kalmıyor. para önemlidirden başka bir şey kalmıyor. "yazık"tan başka bir şey kalmıyor. neden kalmıyor? sizce en güzel yaşantı sizinki, bizim gibilerin yaşantısı "amaçsız, kuralsız, disipline edilmemiş, başına buyruk, hoyrat" bir yaşantı. ama öyle değil. hiç öyle değil. sağlık sizin tanımladığınız gibi çok boyutlu genel iyilik hali değil, sağlık çok boyutlu bir ütopya. "genel iyilik hali" diye özetlediğiniz şeyin, tutarsızlığı, insan yaşamına uygunsuzluğu bence sizlerin en büyük yanılgısı. diyorsunuz ki "senin yaşantın bir hiç, çünkü sen genel iyilik haline ulaşılacak yaşantıyı sürmüyorsun". eyvellah. yollarımızın ayrı gayrı dünyalarımız farklı olduğunu söylediğinize göre artık, bir orta sınıf gerçeğini daha belirtelim "yaşadığını kanıtla, düzgün giyin, iyi kazan, güzel evlen, güzel doğur". freş mi? freş. sizce bu "genel iyilik hali" mi? bu sizin metafiziğiniz öyle mi?

öyleyse sizlerin sağlıklı gibi görünen özünde suya sabuna dokunmamak olan yaşantınızı ben ne diye kabul edeyim? siz insanlarla, doğayla çatışmamaktan, düşman dost kazanmamaktan, "araya kaynamaktan" yanasınız. bu şekil bir hayat beni sağlıklı mı yapacak? sizce ben de araya kaynasam ve bir takım normaları yapsam genel iyilik haline ulaşacak mıyım? bu mudur o engin reçeteniz? bu mudur değil midir? tabii anlıyorum, esasında herkesin kendi hayatı, ne karışacağız değil mi sarsaklar? sizin o ahlaki normlarınızın kümelendiği evreni sikerim ben. masum duruşunuzu, sebat eden gözlerinizi fotokopiyle çoğaltırım.

lütfen söyler misiniz ben "üç çocuk babası, iki dil bilen, orta gelir seviyeli, iyi aile babası, güzel seks yapan, uyumlu, güleçyüzlü -babaç-" bir insan olunca genel iyilik haline ulaşmış mı olacağım? evet mi? evet tabii. 

16 Ekim 2009 Cuma

kafası güzel sonatlar

bir kedi gördüm sanki,

ey kedi,
kediliğini bir bmw'nin son model jantında kaybettin,
üstelik içindeki bir zenci,
5.cadde new york,
şarap gibi serilmişsin yere,
ölümün bir zencinin penis boyu kadar uzun sürmüş,
can çekişmişsin thom yorke şarkısı gibi.

seni yerden kazıyan,
iyi aile babası stephan ağladı,
senin için peta ağladı,
panter emel ağladı,
ama ben ağlamadım,
şiir yazdım.
leş kargalarına inat,
direndim.
ben bu şiiri sana yazdım.
yerde kemiklerin sızlamayacak kadar ezilmişken!

lûzır alınyazılı sinema filmi

high hopes: insanlar güvenimi boşuna çıkardı. düşün en güvendiğim insan babam, canı sıkıldıkça anneme halleniyor.
the unforgiven: devam et.
high hopes: kazanmak için daha ne kadar kaybedeceğim?
the unforgiven: parsa toplamaya devam, ha?
high hopes: benim dasein'im kaydı, ondan böyle italiğim.
the unforgiven: bana olan "konuşabilmek esaslı" güvenini ne zaman kaybedeceksin? o zamanın gelmesi için sabır-sızlanıyorum. 'yılmaz odabaşı tarzı kelime tahribatı'
high hopes: beni ziyadesiyle yanlış değerlendiriyorsun.
the unforgiven: seni değer-lendirmiyorum, artı değerinle zerre ilgim olmadı. o halde?
[izlanda yöresinden iç burkan bir şarkı ile sahne uzaklığa uzaklaşmakla devam eder]

the unforgiven: ya her şey neden bir acıma hissine kurban gidiyor? "bana vurunuz çünkü ben suçluyum"dan öte, "ben suçu başkasında buluyorum ama bana vurun" ne demek? what ne demek? lütfen, kimse artık, bak hiç kimse artık kitaplara mistik bir kafa karışıklığı ile kendini bulmak için yönelmesin. yanlış olan-giden; fantazmatik hüznünüze payandalar arama çabanız.
[balkan müziği melodileri ile süslenmiş fransız şarkısıyla, ecco homo'nun duyarlığını bit pazarında satmasıyla devam eden bulanık ile rasyonel arasında, varlık sorgulamasını içeren sahne]

15 Ekim 2009 Perşembe

bu ara okuduğum kitaplardan çıkardığım sonuçlar

hermann hesse biraderimin gençliği çok püfür püfür geçmiş. sanırım, hayat hikayesini okumadım, herman biraderim bir kere aşık oluyor, işte ondan sonra bir daha aşık olamıyor. sonra bir tane kadından çoçuğu oluyor, çocuğu bırakıp kaçıyor bu eleman. çocuğu yetimhaneye veriyolar -annesi ölüyor bebek dünyaya gelmeye çalışırken-, bu da arada bir çocuğu görüyor, babası olduğunu bildirmeden.

hesse? olayın bu dostum. gezginim, hoboyum, çılgınım ayaklarına yatma yemezler. ben olayını anladım, bahsettiğin fikirleri de zaten yüreğimle hissetmiştim. bi de senden okumuş olmak bana koymadı. bak dostum, o ilk aşık olduğun kız seni terketmeseydi -knulp'da söylüyon bunu, knulp bizzat sensin-, kandırmasaydı, hayat daha güzel olabilirdi. asdfjasjfasfd.

kropotkin ağabeyim, sayende paris halkına saygım arttı. kafaları attıkça devrim yapan kent olarak paris'i belleğime aldım. ha dersen anarşik komünizm'i onayladın mı, az kaldı kitabı bitireyim senin de hakkında çeşitli görüşlerim olacak. sakalını keserim.

evrendeki varlığımızı küçümseme üzerine experimental düş


biat. itaat. alçakgönüllük. tevazu. vakurluk. şükran. sofistik. korkuçderecekorkak. esenliklibirdünya. saymaklabitmeyengüzelhuylar. freşalabildiğinerefahiçindehuzurlubirkarşılama: cennet. dünyacennetivedünyacehennemindenkaçış. birleştirilmişsınıflıiyisıfatlar. yaydançıkmayanok. evrendekibirnoktakadarsoyutkalabilmekhayata. asfdafjsafafdafdasdf?

14 Ekim 2009 Çarşamba

psiko trip




yani delirmemek lazım [dj call]

13 Ekim 2009 Salı

ışık taifesi #2



Güldaniyem - Muammer Ketencoðlu
Bu hafta tüm dünyada Ortaçgil haftası olsun.Ne olursun!

Bırak mavi kuşun olayım...

12 Ekim 2009 Pazartesi

gece gelen

Bu da oldu işte.Bir gece uyandım ansızın.'Sakal' diye fısıldadım.Evet,buydu.Sihirli kelime buydu.Daha dün dinlemiştim o melun şarkıyı. Yine kendi kendime sormadan duramadım,niye seni böyle istiyorum diye bulamadım.Cevabı açıktı:sakal

Dostlarım!Bu insan,ar-ü namus şişesini taşa çalmış bu insan,en embesil görünüşlü erkeğin bile,bırakacağı bir sakal sayesinde eline yüzüne bakılır hale gelebileceğine inanıyor.Tamam,abartmayayım.Ama eski halinden iyidir yani..Ne o öyle yolunmuş tavuk gibi lan! Neyse...

Meğerse aylardır zihnimi meşgul eden kelime aşk maşk değil,sakalmış diye düşünmemle birlikte kendime olan tiksintimi farkettim. Ben nasıl bir insandım Allah'ım! Hep böyle yüzeysel miydim,yoksa sonradan mı oldum? Gidip iyice tiksineyim.

dua

*Allahım! Bana imanda ‘mutlak itaat’i bağışla ki dünyada mutlak isyan içinde olayım.

*Rabbim! Toplumumu tasavvufçuluk ve maneviyatçılık hastalığından kurtar ki,hayata ve gerçeğe tekrar dönebilsinler.Beni de realist-materyalist eğilimlerden kurtar ki,irfani özgürlüğe ve manevi olgunluğa erişebileyim.

*Allahım! Sevdiğin herkese öğret ki aşk yaşamaktan iyidir.Daha çok sevdiklerine de,sevmenin aşktan üstün olduğunu bildir.

*Şehit olanlar Hüseyin'ce bir iş yaptılar.Kalanlar ise Zeynep’çe bir iş yapmalıdırlar.Bu ikisinin dışında kalanlar Yezit’tirler.

hobo dumanlı günler diler

evden ırak. pasaj içinde yana döne aranan kitabın bekleyişi var. herhangi bir sokak olabilir geçtiğini hatırlamayacak. travesti gördüğünde aklına neler geldi? hangi kafenin merdivenlerince çıkıldın? yürüyoruz işte, ittirmesene. anlattığın şeyleri de dinlemiyorum, konuşmasana. şu sahafa girelim, soren'le karşılaşacağız, bir gün karşılaşacağız biliyorsun. üff saçmalama.

azıcık daha oyalanalım. gelecekler nasıl olsa. sonra beraber geçeriz, beraber bir şeyler içeriz. beraber güleriz, beraber eğleniriz, beraber saçmalarız. azıcık daha oyala beni. gelmezlerse senle ciddi bir konuşma yapacağım. beni yakından tanımana izin vereceğim. iki kişi kaldığımızda, birimizin bir şeyler itiraf etmesi gerekiyor hoş vakit geçirmek için. bu sokaktan girelim, hemen karşıda, gördün mü?

neden gelmediler ki? gelselerdi keşke. boşverelim onları. her zaman gördüğümüz insanlar zaten. sen burdasın ya, başkalarını beklemenin huzursuzluğunu yaşamayalım artık. benimle konuşabilirsin. iyi bir dinleyici değilimdir ama sana akıl verebilirim. sözünü kesebilirim, konuyu değiştirip seni bu sıkıntıdan kurtarabilirim. bir tane daha mı içeceksin? birer tane daha lüften. bu sorunu oturup konuşsanız halledemez misiniz? hiç mi çıkar yolu yok? hmm anladım, fena bozuşmuşsunuz. düzelir merak etme. düzelmeyen bir şey yok.

beni boşver şimdi, takmam öyle. üzerine düşünmem. hem düşünsen ne olacak? kuruntudan ibaret şeyler. ben elimden geleni yapıyorum. üzülüyor muyum? evet. ama yansıtmamaya çalışıyorum. biliyorum öyle kendini paralayacak bir durum da yok. haklısın. çikolata yesem geçiyor, öyle söyleyeyim.

neden böyle olduğunu boşver şimdi. kendini karamsar düşüncelere bırakma. daha önce de yaşadık bunları, atlatmadın mı? evet atlattın. sonradan aklına geldikçe güldün mü? güldün. her seferinde böyle başa mı döneceksin? ben seni tanıyorum, kafanın nasıl işlediğini de biliyorum. şimdi öyle bıyık altından gülme, şu an dağılmış egonu toparlayacak birileri lazım. sana o birilerini bulurum, biliyorsun elim uzundur. egosantriklik yapma, çevremizdeki herkes çok eğleniyor, çok gülüyor değil mi? nah gülüyorlar. baksana şu yapmacıklığa? dünyanın en mutsuz insanı biz değiliz, olsak ne farkeder? ben yardımcı olurum sana, kafanı dağıtırım her daim. artisleş lütfen.

biliyorsun, dağıtma lüksümüz yok, var ama bu şekil dağıtmak lüksümüz yok. dağıtabiliriz istersen, ot bile alırız, fakat kendi içinde kafanı ezmelisin. nasihat veriyorum diye şimdi benden de nefret etme, ben sana ilk kez nasihat veriyorum, şu halime bak. kasıldım resmen, ya kendine gel sikeceğim belanı. ben de oturmuş senin durumunu düzeltmeye çalışıyorum. şu ıslaklığı at üzerinden, o mahzun bakışlarını sikeyim senin. üstüne gelirim, bu tripleri sevmediğimi biliyorsun. ne abi şu triplere bak. buraya neden geldik? hep böyle yerlere mi geleceğiz kafamız bozulduğunda?

tamam, senle de uğraşılmaz. benle hiç uğraşılmaz zaten. onla da uğraşamayız. herkesi kendi haline bırakalım, herkes yatağını bulsun. senin gibilerle de hiç konuşulmuyor, dört bir yanın işgal altındaymış gibisin. ya bak ne diyeceğim? gel sana mutlu olmanın formülünü söyleyeceğim. heyecanlanma lan, asdasjfas, yok öyle bir formül. ya artisleşeceksin, ya da artisleşeceksin. çıkarı yok.

kalk gidelim. ben eve geçeceğim. sen nereye gidiceksin? ya git evine işte, ne yapacaksın orda? sen bilirsin. bak konuşmak istersen, karşına tuzluğu al, ona konuş. ne de olsa konuştuklarını, ben de dahil, kimse önemsemeyecek. gel buraya, suratını asma. şu anda ben dost acı söyler oyununu oynuyorum, seni umutlandıracak bir şey katiyen ağzımdan çıkmayacak. umutlanan gözlerine limon sıkarım, lüften. 1 hafta sana kafa izni veriyorum, 1 hafta sonra böyle dikilme karşıma ağzına sıçarım.

duymuyorum dediklerini, hadi, ayılınca konuşacağız senle. tamam yeter, çok konuşma işte, biliyorum herkes herkesi orantılı sevemez, sen de kantarın topuzunu kaçırmasaydın. adamına göre muamele, formüler sf 112, oku gel. anlıyorum, evet anladım, tekrar edip durma. bi de sarhoş oldun, şu hale bak. kahve içelim şurda, ondan sonra gidersin. tamam? tamam mı? ses versene, demin çenesi düşen sen değil miydin? şimdi de susuyorsun. otur şuraya. iki sade nescafe.

hadi iç, iç, piç.

bekleşenler


kaçmanın özüne ineceğiz, kızıl dereceye kadar ısıtıp; burunlarınızın koku alma eşiğini kırana kadar kokutacağız ortalığı.

...bundan yıllar önce kaçmak derken, insanların zorunluluktan terketmeleri akla gelirdi. bulunduğunuz, önceden kurtarılmış bölge ilan ettiğiniz yerleri, sizin elinizden zorla almaya çalışan, ya da sizi oraya layık görmeyen, laik görmeyen insanların baskısıyla uzaklaşırdınız mazlumca; bir dere kenarında pir sultan abdal gibi sazınız elinizde türküler söylerdiniz yurt özlemiyle. bunu kimler yapmamış ki? salman rushdie'den tut, nazım hikmet'e, ahmet kaya'ya kadar bir sürü insan. ya sanatçı değilseniz? eheh, nasıl ifade edeceksiniz kendinizi? saçmalamayın, ölürsünüz mazallah sanatçı olmazsanız; kaçmak adamı sanatçı bile edebilir, kaçarken sansasyonel bir insan bile olabilirsiniz; gün zileli? hayatınız her döneminde belli bir miktar toprağı özleyeceğiniz gerçeğinizi yadsımayınız. benim dedem, istanbul'da bir araziye gece kondunduğunda; o arazinin üzerinde anadolu otobanı geçmiş, hala o gecekonduyu özler dururdu. ellerine bir miktar para, ya da bir miktar toprak vermişler başka bir yerde, ama bu adamların toprak sevdası nasıl anlatılır ki? adam o gecekonduyu mütemadiyen özlüyordu.

dedemi şeyapmayılım şimdi, akıllı olsaydı şimdi içerenköy'de 10-15 daire sahibi olabilirdik. neden olamadık dede?

zorunlu kaçışları geri plana itiyorum. bunun sosyolojik, ekonomik, siyasal, kültürel patagonojik özellikleri var; kasınç bir konu, üzerine düşününce hep kaçanlara hak vermekten sıkılırsınız. kalan sağlar da sizin olsun.

ilk kez evden kaçtığımda, suçluydum; suçumu unutturmak, affedilmek kaygısını taşıyordum. sanırım 9 yaşındaydım. amcamın oğlunu (emmi cücüğü) döverek bayıltmıştım, öldü sanmıştım; ölmemiş gavat, daha fazla callahan aparkatları yememek için bayılmış. aferin koçuma benim.

kaçış alabildiğine uzun sürsün istiyordum; bu kaçısın bir de saklanma evresi var. whiskey in the jar. evin uzağında bir yerde saklandım, acıktım, susuzladım, korkuladım, köpek seslerine titredim, özür dilemek istedim, ellerimi cebime sokup kıvrıldım karanlık bir köşeye, beni bulmaları imkansızdı. fakat nothing is imposibble'dı. onlar da bir telaşa kapılmıştı, önce nasıl olsa döner, sonra biz onu döveriz hayalleri kuruyorlardı; dönmeyeceğim anlaşılınca ellerinde fenerlerle aramaya başlayacaklardı. [çok iyi biliyordum atacakları adımları, kaçmak biraz da geridekilerin adımlarını takip etmektir] gecenin ilerleyen saatlerinde arka sokaklarda başıboş dolaşırken, bir fener ışığı gözümü aldı; sonra adımlar büyüdü, üzerime kapanıp yakaladılar beni. bir hayvan gibi yakalandım. dudaklarım çatlamış, yüzüm solmuştu, saçlarım kirpas içindeydi. herkes derin nefesler alıyordu, "su" dedim, verdiler; yemek dedim verdiler, bisiklet dedim siktir lan dediler. dayak dediler, yok sağolun kullanmıyorum dedim.

içlerinden akşam uyusun, sabah kalkınca döveriz diye hayaller kuruyorlardı biliyordum. emmioğlu ölmemiş rahatlamıştım. uyudum. güzel dövmüştüm çünkü.

...kaçışların korkular, zorunluluklar üzerine olduğunu sanmaktaydım. insan kaç sebebten kaçar efendiler? sonra öğrendim ki 1 ile 2 arasında bile ebesinin amı kadar reel sayı varmış, 1.1, 1.2, 1.3 bunlardan bazılarıymış; demek ki kaçmak için de milyonlarca sebeb vardı, ben sadece ikisini tatmıştım.

sonra sonra buzul çağının ardından modern insanın ortaya çıkışı gerçekleşmiş. mu kıtasındaki abilerim ablalarım ölünce, tibetteki mağaralarda tabletleri geriye yadigar kalınca, modern insanın korunma içgüdüsünü aştıktan sonra, bağlılık yasası ortaya atılınca [bu yasanın özünde insanlar birbirlerine sözler verip, bu sözleri tutuyorlar, bu sözlere bağlı kalıyorlar; ya da içgüdüsel bir bağlılık vardı, insanlar birbirlerine ölene kadar refakat ediyordu. isa'nın hristiyanlara refik olduğu gibi.] bu yasanın koşullarına katlanamayan birtakım insanlar çıktı. narcissus, bencillus, bilmem neus insanları türedi; sorumluluk sahibi değillerdi, sorumluluk sahiplerini yoldan çıkarıyorlardı, ot çekip dünyaya sataşırken gözaltına alınmıştı bir kaçı. evliliğe, arkadaşlığa, dostluğa, aynı araziye yanyana binalar [tek duvarı ortak] dikmeyi reddediyorlardı, 60 kişilik sınıflarda okumuyorlardı, müstakil evlerde, müstakil yaşıyorlardı. yalındılar, üzerlerine fazladan giysi almıyorlardı en soğuk günlerde bile. kedileri yoktu, köpekleri yoktu; kendi beyinlerini dinliyorlardı. tüm gün zorunlulukları yerine getirip, sonra da zevklerine dalıyorlardı. o kadar uzun zevk-ü sefaya daldıkları oluyordu ki, diğer insanlardan daima genç görünüyorlardı. dünyanın tüm bağımlılıklarından kaçarak, ferrarisini satan bilgenin oğulları oluyorlardı. bu adamların bohem yaşantılarını kıskanan insanyus domesticuslar, onları düşkün ilan etmişlerdi; amaçsız ilan etmişlerdi. domestiklerin bu acayip yaşantıları da, müstakil insanlarımıza saçma geliyordu.

kaçtılar. onları insan içinde göremedik, bir sevgilinin göğsünde uzanırken, bir markette hesabını bilerek alışveriş yaparken, bir ev almak için para biriktirirken, pazar akşamı muratlara giderken, gece zorunlu seks yaparken, çocuklarını okula bırakıp -dan alırken, ölesiye titiz giyinirken, akşam erken uyuyup sabah erken kalkarken göremedik. başka bir zamanda başka bir diyarda yaşadılar kanımca. ya biz? biz kaçma özürlü olduğumuzdan, doğuştan hırslarımız, alacak öclerimiz, süperegolarımız, süperherolarımız, kalkık götümüz olduğundan kaçamadık. nasıl da hayrandık falanın oğlunun arabasının kaç model olduğuna? parayla olan ilişkimiz sayesinde her türlü deliği açabiliyorduk [delikler çeşitli çeşitli düşünebilir], tabii ki bu eleştirileri, yani bize yapılan eleştirileri de biliyorduk, ama ne yapabilirdik? bu düzen böyle kurulmuştu. böyle-mariotte kanunu. şarkı tutturduk, böyle gelmiş böyle gidecek, ne korkacağım vallah? valhalla? [şarkının sözleri duruma uygun değiştirebilir, fakirseniz "korkarım vallah", zenginseniz "ne korkacağım vallah" diyebilirsiniz, sizi bu konuda özgür bıraktık.]

domestik insanlardan da kaçtık. sırada ne kalmıştı? bakayım, kendimizden kaçmak. hmm.

o daha ileri bir aşama, kendimizi bırakıp kaçmak için önce kendi suretimizi yaratmalıyız; yani ortada bir "ben" olmalı ki, o beni bırakıp gidebilelim. daha kendi benliğini oluşturamamış insanların kendilerinden kaçması zor, kaçtıkları şey kendileri olmayacak hiçbir zaman olmayak; onlar korkularından ya da zorunluluktan kaçacaklar. onlar kim lan? ne bileyim olm.

iran'a laiklik geldiği gün, herkes kendinden ve çevresinden kaçmayı bırakacak diye ummuyor değilim.