30 Mayıs 2009 Cumartesi

meursault'un vedası

[...] direncim kalmamıştı, kendimi yatağıma attım. sanırım uyumuşum. gözlerimiz açtığım zaman, yüzüme yıldızlar doldu. kır sesleri bana kadar yükseliyordu. gecenin kokuları, toprak ve tuz kokuları şakaklarımı serinletiyordu. bu mahmur yazın o olağanüstü erinci, yükselen bir deniz gibi içime doluyordu. o anda, gecenin sınırında, vapur düdükleri ötmeye başladı. bunlar, artık hiç umrumda olmayan bir dünyaya giden vapurları haber veriyordu. ne zamandır, ilk kez olarak, anacığımı düşündüm. hayatının sonlarında niçin bir "nişanlı" edinmişti, niçin hayata yeniden başlıyormuş gibi oyunlara girişmişti, anlar gibi oluyordum. orada, orada da birtakım ömürlerin sona erdiği bu İhtiyarlar Yurdu'nun çevresinde de akşamlar, hüzünlü bir savaş aralığı gibiydi. anacığım, ölümün eşiğinde, kendini orada serbest ve her şeyi baştan yaşamaya hazır hissetmiş olmalıydı. kimsenin, kimseciklerin onun arkasından ağlamaya hakkı yoktu. ben de her şeyi yeni baştan yaşamaya kendimi hazır hissettim. sanki bu büyük öfke beni kötülükten arındırmış, umuttan kurtarmıştı. işaretler ve yıldızlarla yüklü olan bu gecede, kendimi ilk kez oalrak, dünyanın tatlı kayıtsızlığına açıyordum. dünyayı kendime bu kadar eş, bu kadar kardeş bulunca, anladım ki, eskiden mutluluğa ermişim. hatta hâlâ da mutluyum. her şey tamam olsun, kendimi pek yalnız hissetmeyeyim diye, benim için artık, idam günümde bir sürü seyirci bulunmasını ve beni nefret çığlıklarıyla karşılamalarını dilemekten başka bir şey kalmıyordu.

Hiç yorum yok: