insan hayâti diye biri var.
hayâti 7 yaşında anadolunun bir köyünde, sobaya tezek doldurarak kendin pişir kendin ye adlı birleştirilmiş sınıflı bir köy okuluna birinci sınıf, aslen ikinci sınıf bir öğrenci olarak başladı. şak şak şak. muhtmel şeçenekleri arasında, kuzu çobanlığı, onun upgrade edilmişi koyun çobanlığı, çiftçilik ve okuyup adam olma vardı. hayati, böyle başladı yolculuğuna. yan dal olarak ilkokulda kuzu çobanlığı dersini aldı, onun yanında yazları staj olarak tarlada çalıştı, daha da olmadı eğitimim eksik kalmasın, süper prezantabl insan olayım diye başkalarının işlerinde yövmiye karşılığında çalıştı. hayati henüz 9 yaşına gelmeden yüzünde traktörlerin tarlalara açtığı çizgilerden oluştu, 10 yaşında hayati mahzuni şerif türkülerini ezbere biliyor, anlıyordu. hayati hayata erken atılırken çevresindekiler de erken atılıyordu.
hayati, 12 yaşında köy okulundan mezun oldu. o zamanlar 5 senelik eğitimden sonra ilkokul diploması veriyorlardı, hayati bu diplomanın verdiği gururla yoluna devam etmek istiyordu. ya da? biliyorsunuz hayati prezantabl bir insan, okumak olmazsa yığınla iş var onu bekleyen.
hayati 12-18 yaş arasını sırıkla atladı. sanırım 2 kere platonik aşk macerası yaşadı, 1 kez geneleve giderek erkekliğini ispatladı, 3 kere de komşu kızını kafalamaya çalıştı. ama nafile hayati kızlara zaman ayıracak kadar boş vakti olan bir insan değildi. hayati, gurbet denen yere, istanbul'a çalışmaya geldi. ya okul? hayati, hay hay diyerek okulu bıraktı, çevresindeki herkes gibi okulu bırakmak -zorunda değildi- zorunda kaldı. ilerde şöyle diyecekti, bunun için fırsat doğmuştu "imkanlarım olsaydı okurdum, bu lanet hayatı yaşamazdım". geçelim. hayati, 2.kez geneleve gittiğinde cebinde çok parası vardı, tophane'de kalmış, aç yatmış, kirli pasaklı gezmiş, fakat para biriktirmişti. yememiş içmemiş parasını cebine koymuş memleketinin yolunu tutmuştu.
hayati otobüsüne atladı ve evinin yolunu tuttu. sanırım yolda öldü.
dışın dışın. dışın dışınınının...
hayati sik gibi bir hayati, orgazmın doruklarında yaşar gibi yaşadı. bu hayati, bu hayatı sevmek zorunda kaldı -sevmek zorunda değildi-, ona ben acıdım, sen acıdın, annen acıdı, o kendine acımadı. oysa o pezevenk ilerde bize söyleyecekti "baba parasıyla yaşayan piçler....." diyemedi, hayati'ye bu şansı vermediler. vermedik, vermeyiz de.
sanırım hayati'nin doğması, sik gibi yaşaması hiç önemli değildi. önemli olan hayati'nin ölmesiydi. hayati gibi insanlar ölmeliydi ki, yüce isa'nın şanlı acıyan kulları imana gelip "vah hayati sik gibi yaşadın, vah hayati gün görmedin" deyip üzülsün. ama hayati, ölmeseydi, biz bunları diyemeyecektik. belki annesi diyecekti oğlu yaşarken. ama biz?
biz şimdi, ölenler hakkında üzüldük. yarın da neden öldükleri üzerine düşünmeyerek içimizi ferah tutacağız.
hayati öldüğünde arkasından orhan veli'den tutun, popüler şairlerimizden yusuf hayaloğlu'na, ahmet selçuk ilkan'a kadar şiirler yazıldı. hayati bir sembol, bir bok püsür, bir che şapkası oldu.
ama biz? sokayım bize, makyavel kuralları. hayati gibiler var, bizim gibiler var, bizden daha öteleri de var. sonuç; ahmet kaya desin, ölen ölür kalan sağlar bizimdir, körler sağlar birbirini ağırlar, ahmet mete ışıkara'lı bir şeyler.
hayati ucuz bir hayat yaşadı, tabii ki ucuz bir şekilde ölecekti. sen de öyle öleceksin. kimse senin mozolene çelenk koymayacak, toprağına karanfiller atmayacak...
düşün lan, bir bayram sabahı hatırlanacak, bir bayram sonunda unutulacaksın. sen de ucuzsun. kaliteli ölen varsa, kaliteli yaşayan varsa...
onlara da kafam girmesin.
hayâti 7 yaşında anadolunun bir köyünde, sobaya tezek doldurarak kendin pişir kendin ye adlı birleştirilmiş sınıflı bir köy okuluna birinci sınıf, aslen ikinci sınıf bir öğrenci olarak başladı. şak şak şak. muhtmel şeçenekleri arasında, kuzu çobanlığı, onun upgrade edilmişi koyun çobanlığı, çiftçilik ve okuyup adam olma vardı. hayati, böyle başladı yolculuğuna. yan dal olarak ilkokulda kuzu çobanlığı dersini aldı, onun yanında yazları staj olarak tarlada çalıştı, daha da olmadı eğitimim eksik kalmasın, süper prezantabl insan olayım diye başkalarının işlerinde yövmiye karşılığında çalıştı. hayati henüz 9 yaşına gelmeden yüzünde traktörlerin tarlalara açtığı çizgilerden oluştu, 10 yaşında hayati mahzuni şerif türkülerini ezbere biliyor, anlıyordu. hayati hayata erken atılırken çevresindekiler de erken atılıyordu.
hayati, 12 yaşında köy okulundan mezun oldu. o zamanlar 5 senelik eğitimden sonra ilkokul diploması veriyorlardı, hayati bu diplomanın verdiği gururla yoluna devam etmek istiyordu. ya da? biliyorsunuz hayati prezantabl bir insan, okumak olmazsa yığınla iş var onu bekleyen.
hayati 12-18 yaş arasını sırıkla atladı. sanırım 2 kere platonik aşk macerası yaşadı, 1 kez geneleve giderek erkekliğini ispatladı, 3 kere de komşu kızını kafalamaya çalıştı. ama nafile hayati kızlara zaman ayıracak kadar boş vakti olan bir insan değildi. hayati, gurbet denen yere, istanbul'a çalışmaya geldi. ya okul? hayati, hay hay diyerek okulu bıraktı, çevresindeki herkes gibi okulu bırakmak -zorunda değildi- zorunda kaldı. ilerde şöyle diyecekti, bunun için fırsat doğmuştu "imkanlarım olsaydı okurdum, bu lanet hayatı yaşamazdım". geçelim. hayati, 2.kez geneleve gittiğinde cebinde çok parası vardı, tophane'de kalmış, aç yatmış, kirli pasaklı gezmiş, fakat para biriktirmişti. yememiş içmemiş parasını cebine koymuş memleketinin yolunu tutmuştu.
hayati otobüsüne atladı ve evinin yolunu tuttu. sanırım yolda öldü.
dışın dışın. dışın dışınınının...
hayati sik gibi bir hayati, orgazmın doruklarında yaşar gibi yaşadı. bu hayati, bu hayatı sevmek zorunda kaldı -sevmek zorunda değildi-, ona ben acıdım, sen acıdın, annen acıdı, o kendine acımadı. oysa o pezevenk ilerde bize söyleyecekti "baba parasıyla yaşayan piçler....." diyemedi, hayati'ye bu şansı vermediler. vermedik, vermeyiz de.
sanırım hayati'nin doğması, sik gibi yaşaması hiç önemli değildi. önemli olan hayati'nin ölmesiydi. hayati gibi insanlar ölmeliydi ki, yüce isa'nın şanlı acıyan kulları imana gelip "vah hayati sik gibi yaşadın, vah hayati gün görmedin" deyip üzülsün. ama hayati, ölmeseydi, biz bunları diyemeyecektik. belki annesi diyecekti oğlu yaşarken. ama biz?
biz şimdi, ölenler hakkında üzüldük. yarın da neden öldükleri üzerine düşünmeyerek içimizi ferah tutacağız.
hayati öldüğünde arkasından orhan veli'den tutun, popüler şairlerimizden yusuf hayaloğlu'na, ahmet selçuk ilkan'a kadar şiirler yazıldı. hayati bir sembol, bir bok püsür, bir che şapkası oldu.
ama biz? sokayım bize, makyavel kuralları. hayati gibiler var, bizim gibiler var, bizden daha öteleri de var. sonuç; ahmet kaya desin, ölen ölür kalan sağlar bizimdir, körler sağlar birbirini ağırlar, ahmet mete ışıkara'lı bir şeyler.
hayati ucuz bir hayat yaşadı, tabii ki ucuz bir şekilde ölecekti. sen de öyle öleceksin. kimse senin mozolene çelenk koymayacak, toprağına karanfiller atmayacak...
düşün lan, bir bayram sabahı hatırlanacak, bir bayram sonunda unutulacaksın. sen de ucuzsun. kaliteli ölen varsa, kaliteli yaşayan varsa...
onlara da kafam girmesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder