17 Ağustos 2010 Salı

16 Ağustos 2010 Pazartesi

13 Ağustos 2010 Cuma

pop z'art #11 temr

                                                        francine van hove

                                                        pino daeni

                                                             egon schiele

                                                                 hippolyte flandrin 

                                                           Amedeo Modigliani

                                                   William-Adolphe Bouguereau

                                                        Judith Gustav Klimt
                                                               

                                                                  fernand leger

                                                                   pablo picasso
                                                                    
                                                             Tom Wesselmann

                                                          John William Waterhouse
                                                         

10 Ağustos 2010 Salı

maceranın D. hali

buraya nasıl gelmiştim? evden çıkmıştım, yürümüştüm, buraya gelmiştim. yolda ali ile karşılaştık, koca kafalı adam, elini uzattı. ali ne zaman elini uzatsa ben tedirgin oluyorum. tokalaşırken beni kendine doğru çekmesi, sırtıma birkaç kez vurması -bunu neden yapıyor anlamıyorum?- beni sinirlendiriyor. yanağını getirip yanağıma dayıyor, bu herifin ağzı iğrenç kokuyor. ali'yi kırmamak için tüm bunlara katlanıyorum, bazen elimi uzatmıyorum, karşılıklı bakışıyoruz. susuyor ali. alınıyor sanırım. görüşürüz diyor ve gidiyor. o an çok kötü hissediyorum.
 

yolda birileriyle karşılaşmaktan sıkılıyorum. ayaküstü sohbet etmek, muhatabın yüzüne odaklanmak, onda eski bir samimiyet aramak, tanıdık bir samimiyeti rastlantıyla pekiştirmek tüm bunlar canımı sıkıyor. D.'ye bunlardan bahsettiğimde biraz canı sıkıldı. mümkünse senle yolda karşılaşmayalım dedi. hayır D. karşılaşalım, ben sana iki insan karşılaşınca nasıl davranmalı göstermeliyim. "demek öyle, beni yolda görsen tanımamazlık edeceksin öyle mi? yazdım bunu!". hayır sana da diğerlerine davrandığım gibi davranırsam senin diğerlerinden ne farkın kalır? "peki alınganlık ediyorum! peki!". abartıyorsun D.

6 Ağustos 2010 Cuma

su

bir gün gelecek ve o gün çok fena olacak. kelimenin tam anlamıyla çırılçıplak.

elimde bir şey seçme şansım olsaydı, herhangi bir şey, ruhlara nüfuz etmeyi seçerdim. beynin kıvrımlarını seviyorum. beyünden kalbe, kalpten de sol kola bindiren o dolanımın ta kendisine aşığım. tanrı'nın verdiği 'bazı fikirler aklıma boca olunca, bazen çok terliyorum' hissine hayran kalıyorum.

ben her şeyi biliyorum. ben bazı şeyleri bilmiyorum. bildiğim şeyler sürpriz olsun, sevinçli olaylar hanesi biraz olsun dolsun diye, bazen bilmezden de geliyorum. mesela, bir gün, bir yazlık bahçede, karşılıklı bir bardak çay içme ihtimalim olan ve olmayan insanların hepsini biliyorum. ama susuyorum.

susmak ibrahim'den geliyor. ateşe atılacak bir ibrahim susuyorken, bir karınca haykırış anlamına gelebilecek bir damla suyu ateşe taşıyor. su-sa-mı-yor.

hal böyleyken, secdede gözlerimi kapatıp kapatmamam gerektiği konulu bir sohbeti şeyhime açıyorum. şeyhim nazar ediyor. mübarek ağzını açıyor ve şöyle diyor: 'büyümüş, anlamış, yorgun kimseler ehl-i kur'an'a göre gözlerini secdedeyken açsalar da olur. ne kadar büyümüş, ne kadar anlamış, ne kadar yorgun olduğunu bilince bunu da bileceksin.' şeyhim cüppesinin eteklerini toplayıp, ahşap evin, ahşap kapısından çıkıp gittiğinde, ahşap oymalı dolaplarla kaplı mutfaktan bir bardak su alıp içiyorum.

çağ yangınında tutuşmuş, nefes nefese el ele tutuşmaya çalışan postmodern spermleriz. şeyhimi andığım yerde sperm dememeliyim, bunu her akl-ı selim gibi biliyorum. ama burası puslu bir dünya. gerçeği görmek için gün aşırı temizlik gerekiyor. camlara yapışmak gerekiyor. zalimin biri her gün özenle temizlediğimiz eve pisliyor. o ev artık bizim olmuyor.

işte böyle, hala kalemin bizden bağımsız hareket ettiğini görebildiğimiz zamana şükürler olsun! henüz gülüşümüze dokunamadıkları zamanlar baş üstünde taşınmalı, birkaç selam çakılmalı. gözden uzak olan, gönülden de uzak olmalı. şeyhimin cüppesinin etekleri yerdeki pislikleri hala süpürüp atabilmeli. hamdolsun.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Siz de benim gibi,
Günleri sevgiyle isteyerek değil de,
Takvimden yaprak koparır gibi gerçek
Bir sıkıntı ve nefretle yaşadıysanız
Ankara güneşi sizin de
Uyuşturmuşsa beyninizi, Ata'nın izinde
Gitmekten başka bir kavramı olmayan
Cumhuriyet çocuğu olarak, yayan
Pis pis gezdiyseniz Hergele Meydanı'nda
Bu sarı ve tozlu alan iğrendirmiyorsa sizi
Bir taşra çocuğu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi,
Kaybettiniz (benim gibi).



kutsal kitap-sayfa 124-üçüncü şarkı-mısra (273-285)

3 Ağustos 2010 Salı

1 Ağustos 2010 Pazar

pazar günü

sarı bir güneşle kavgalıyım. en büyük hıncım yazamadığım öykülere. biriktirip, kolektif yalnızlıklar ürettim.şekil vermeye çalıştım, oyun hamurları gibi oynadım onlarla. oyunu oynarken herkesten ayrı ayrı çekiniyordum, karanlıkta yoğurdum hamurunu, fazlaca siyah oldu bu yüzden.

isim veremediğim kaygılaraydı öfkem. öfkemi yitirmekten de kaygılandım. sonsuz bir hoşgörü bahçesine dönüşmeye yüz tutmuşken, insan olduğumu hatırladım. sana dokunanı yakacağım diyen kadınlar vardı. en çok ben seviyorum diyenlerle el ele tutuşmuşlardı, gittikçe yaklaşıyorlardı. kezzap.

benim arayışımı kısır döngüye çeviren gerçekliğe karşı isyanlardayım. isyanın kendi alevlerine kendi suyunu kendi elleriyle döktüğünü lisede bilmiştim. isyanı önemsemedim bu yüzden. arayış nedir, araf nedir, arada kalmak nedir, donuklaşmak, donmak nedir en çok ben bileyim istiyordum, başarılı da oldum. elimde avcumda bişeyler var sanıyordum. elimi ters çevirip yere döktüm.

bir sabah uyanmayacağım umuduyla gözlerimi kapatırken, burnumda kızarmış ekmek ve tereyağı kokularıyla uyandım. dünya kırmızıydı ve ilgimi topraktan betona cezbediyordu. odamda kül yığınları biriktirdim, mektup yanıkları. çok istedim, çok kaybettim. ben böyle değildim.yaşamamaya çalışırken oldum.

gözlerini mandalla tutturmak, kapanmasına izin vermemek istedim. sınırlara molotoflu saldırılar düzenledim. ne var ki sonunda gözleri yaşaran bendim. sen, siz ve dünyanın bütün insanları! ben iki şarkıya kendimi kurban edecek kadar gençtim, peki sizin elinize ne geçti?