30 Nisan 2010 Cuma

1 Mayıs

1 Mayıs işçi bayramıdır. 1 Mayıs sadece ve sadece geçmiş zamanda anlamının tam karşılığını bulabilmiş özel bir gündür. türkiye'de işçi sınıfı yoktur, olsa bile sınıf bilinci yoktur. işçiler birbirlerini sevmezler, işçiler sendikaları sevmezler. hiçbir işçi 1 Mayıs'ı kendi günü olarak kabul etmez. 'ülkemiz'de her güzelliğin içi boşaltılmış olduğundan, 1 Mayıs artık sadece liselilerin, üniversitelilerin, tiksinç bir marjinalite kaygısının boy gösterdiği sembolik ve anlamsız bir rant aracına dönüşmüştür. ben 1 mayısta yök'e hayır sloganını duymuş insanım. ben 1 Mayıs'ta herkesin ne yaptığını, ne demeye çalıştığını çok iyi biliyorum. beni daha fazla çağırmayın, taksime çıkmıyorum.

ha ama eğlencelidir, sosyolojik gözlem yeridir. böyle konuştuğuma bakmayın. belki zırtlan için fotoğraf çekmeye giderim.haha.

28 Nisan 2010 Çarşamba

o'nun hikayesi

fakültenin kapısına geldiğinde sigarasını yere attı. sigarayı bırakmak bir nevi varoluş problemine dönüştüğünden beri bu konu üzerinde düşünmek istemiyor. sigarayı bırakıp bırakmama üzerine yaptığı düşünüşlerin bir nevi felsefe problemine evrildiğini farkettiği an, neden yaşamak için bazen birşeylerden fazladan ödün vermesi gerektiğini de anlamıştı.

derslere ara sıra giriyor. derslere girmediği zamanlar ne yapıyor? korkarım bunu hiçbirimiz tam olarak bilemeyeceğimiz. uyuyordur belki bol bol. uyku en iyi kaçış yöntemidir, quotesini okuduğundan beri belirgin bir uykusuzluk hasıl oldu bünyesinde. safi bu durum bile sizin onu anlama işinizi biraz kolaylaştırabilir. (onu anlamak başlı başına bir iştir)

arkadaşları vardır. kimini çok sever, kimiyle öylesine arkadaştır. çok sevdikleriyle zaman zaman çok büyük ayrışmalara girer. biriyle çok vakit geçirmenin olağan bir ayrılık sebebi olduğundan hemen hemen emindir. bu nedenle çok samimi olduğunu düşündüğü insanlarla, doğru zamanın geldiğini anladığında bir bahane bulur ve kavga eder. genelde karşısındakini kendi hayatına fazlaca müdahil olmakla suçlar, yönetildiğini hissettiği an tiksindiğinden bahseder ve karşısındaki insanı kırar. kendisi de kırılır belki. ilk önce bünyesine rahatlık çöker, ardından pişmanlık, en sonunda da ben çok yanlış bir insanım zaten diyerek işin içinden sıyrılır.

belirli aralıklarla-genelde bir hafta- bundan sonra ne olacak, sorusu üzerinde düşünür. yedi yaşından beri hayatı sorguladığını anlatan bir arkadaşından dolayı, yedi yaş ve sonsuzluk ikilemi arasında kaldı. attığı ve atılan tüm adımlara insan cephesinden değil de tanrısal bir düzlemden bakmaya çalıştı. başka türlüsü acizlikti, yapamadı kuvvetle muhtemel. kendi sınırının farkında olsa, belki o sürekli küçümsediği insan kalabalığı içinde yer alabilecekti, bütün dışlanmışlık hissi ortadan kalkabilecekti. kendi sınırının farkında olmayı en başta edebiyata ihanet olarak görürdü. olmadığın birini yaratmanın karşı konulmaz cazibesini çok küçük yaşlarında farketmişti. olayları, sözle değil kelimelerle ve kafasındaki hayali bir daktilodan dökülen cümlelerle ifade etmeye başladı. bu zaman zaman sıkıntılı bir hal alıyordu. çünkü hayati fonksiyonlarını yerine getirmekte zorlanıyordu. ağzından çıkanlar, kafasında dönüp dolaşanlardan katmer katmer farklıydı.

içiyle dışının her zaman birbirinden farklı olması da tam bu zamana denk gelir. hiçbir zaman gerçek anlamda ne hissettiğini anlatamadı. insanlara fazladan değer vermediği halde anlatamadı. insan eksiltmenin manevi boyutuyla değil, dünyevi boyutuyla ilgilenirdi. oysa hep tam tersini iddia etmiştir.bu insan,teoriyle pratiğin en iflah olmaz uyuşmazlığının boy gösterdiği somut bir örnekti. fakat onu kitaplardan okuyamazdınız. yazılmasına izin vermedi. çünkü hiç renk vermedi.

çizgi filmleri severdi. vurdulu kırdılı filmleri de severdi, yanlış anlaşılmasın. ama çizgi filmleri daha çok sevdiğinden olsa gerek, küçükken sevilen her insanın aynı derecede sevgiyle karşısındakine cevap verdiğine inanırdı. aksi aklına bile gelmezdi, dünyasında bu yoktu. o yüzden annesi 'inşallah senin çocuğun da sana aynısını yapar' dediğinde, normalden fazla hayal kırıklığına uğradı.ikinci normalden fazla hayal kırıklığı, bakışlarına aynı şekilde karşılık verilmediğini gördüğü ana denk gelir. biraz ağlamıştı, evet.

zor bir şey onun öyküsünü yazmak. ama hep denemeye gönüllü birileri olmuştur.

tbc...

hobo: komşu kadın

hobo: demek burdan taşınıyorsunuz? nereye gideceksiniz?
komşu kadın: şehrin merkezine yakın bir yer olması ilk tercihimiz. burası da yakın ama bize göre değil.
hobo: hmm anladım. ev bulmak sıkıntı olmuyor ama iyi bir ev sahibi bulmak büyük sıkıntı. ev sahibi bir kere bunak olmamalı. bunaklar mutfaktaki yağın kokusunu alacak kadar keskin duyumlara sahipler. ansızın gelip akşama yemekte ne var? diye sorabiliyorlar.
komşu kadın (gülerek): evet, evden ziyade ev sahibinin zevkimize göre olması gerekiyor. ev sahibinin geniş rahat, güneş gören biri olması lazım.
hobo: ha-ha! ev sahiplerini de kiralamak lazım geliyor artık. onlara da belli bir ücret ödemek şart. acaba iyi bir ev sahibi kaça gelir?
komşu kadın: duyduğuma göre -kadın iyice şakaya vurarak- bazı semtlerde ev sahipleri evin kirasından daha pahalıya geliyormuş.
hobo: tabii. şöyle modern, hak hukuk bilen ev sahibi bulmak o kadar zor ki, eh haliyle iyileri kapış kapış gidiyor. tabii bizim ev sahibi de...
komşu kadın (hobo'nun sözünü keser): şu adamdan söz açmayın lütfen! böyle bir semtte ev sahibi ama bu semtin insanı değil. kadın biraz sinirlenmişti. ev sahibinin kaba davranışları, anlaşmazlığı epey canını sıkıyordu.
hobo: evet, evet.


hobo bir an konudan soğudu. bu konuşma dedikoduya varır diye kestirdi. dedikodu yapmayı seviyordu ama "komşu kadın" ile asla! onun kafasındaki komşu kadın farklıydı, bu kadın kafasındaki komşu kadına uymuyordu. onu fazlaca meraklı ve geveze buluyordu. kadınla neredeyse yaşıtlardı. fakat kadın kendini apartman insanı rolüne kaptırmış gibiydi. aidatlar ödenmezse ya da apartman temizliği biraz gecikse ilk kadın konuya atlıyor, tartışmalara giriyor, hatta bazen merdivenlerde bağrışmalara katılıyordu. komşu kadın bu tartışmaların hiçbirinden geri kalmıyordu. hobo kadınlar konuşmasını nasıl bitirdiğini kadının ne zaman evine girdiğini, kendisinin ne zaman salondaki koltukta oturup düşünmeye başladığını hiç fark etmedi bile.


Komşu Kadın. çok acayip. ona hep komşu kadın diyorum. bir adı var ama sanki o ad beklenen etkiyi yaratan bir ad değil. komşu kadın'dan daha iyi bir adı olamaz. bu kadın üniversite mezunu, çalışan bir kadın. giyimi kuşamı eh yani. bakışları biraz ukala. sanki gözlerinde zeka süzgeci var. konuşurken sürekli insanların kafatasına bakıyor. ne acayip bir huy. kafatasında neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor. o kafatası kendisiyle aynı fikirde mi değil mi çok meraklanıyor. bu kadın gelenek ve göreneklerimizi yaşatmaya çalışan ama bir yandan da bunları "konsept" -bir konuşmamızda saydım on kere kullandı bu kelimeyi- olarak yaşatıyor. batılı ve doğulu kadın. en has kadındır özellikle üniversite kantininde. sıcaktır, içtendir ama garip bir iticiliği de vardır, batılılığından olsa gerek! Komşu Kadın -umarım kafatasıma bakarken ona komşu kadın diye seslendiğimi anlamamıştır- kocasının yanındayken daha da itici oluyor. evet. acaba benim karım da yanımdayken başka erkeklere itici geliyor mudur? bunu kasten yapıyor sanırım. hatırlıyorum liseli kızlar sevgilileri olduğu zaman bizlere oldukça soğuk davranırlardı. onlar soğuk davrandıkça onlara hayranlığımız daha da artardı (hayranlık?). Üniversite Mezunu Komşu Kadın. onun üniversite mezunu olması canımı sıkıyor, lise mezunu olsaydı daha oturaklı bir yapısı olurdu sanki. daha ev kadını imajı sergilerdi. lise mezunu üst komşumuz tam bir ev kadını. Komşu Kadın'da dikkatimi çeken başka bir özellik kibarlık budalası olması. evet kesinlikle. fakat beceremiyor. sanki birkaç rus yazarın kitabını okumuş da o kitaplardaki kadınları taklit ediyormuş gibi hali var. bir de ne zaman karşılaşsak ve bir şeylerden konuşsak yüzü bana dönük değil de sanki bir tarafa gidecekmiş gibi o tarafa dönük. bu da korunma mekanizması sanırım. seni arzuladığım filan yok kadın! Komşu Kadın. oysa zamanında üniversite mezunu bir kadın ne kadar da çekiciydi, üstüne bir de çalışan kadınsa! şimdi ne kadar da sıradan bir şey oldu. çekiciliklerini nikah dairesinde damadın ayağına basarken üzerlerinden atıyorlar. Üniversite Mezunu Nikahta Kocasının Ayağına Basan Komşu Kadın.


hobo komşu kadın hakkında zihnini zorlamaya başladı. hakkında: hoşlanmadığım bir kadın.


bu komşu kadın mevzusu... evet düşünülecek bir şey. sanki diğer tüm konular bu konudan önemliymiş gibi niye geçiştireyim ki bu meseleyi? pekala da Komşu Kadın bir tartışma unsuru olabilir. neyse. komşu kadın buraya ilk taşındıklarında kocasıyla beraber onu evimizde eşyalar taşınana kadar evimizde ağırladık. iki saat konuşmuştuk. kadınla aramızda iletişim çok iyiydi. sıkıntılı bir muhabbet olmamıştı, konuşacak çok şey bulmuştuk. çünkü düşünmüyorduk (hah ha). kadının ihtisas sahibi olması, iş yaşamında olması çenesine vurmuştu sanırım. böbürlenmekle yetinmiyor, sürekli haksızlığa uğradığından, çalıştığı yerdeki düzensizliklerden, kendisine sorulmadan herkesin dinlediğinden emin bir şekilde bahsediyordu. arada ben de yorumlar yapıyordum. Meyra (tanıştırayım karım!) da bazen kadını onaylamakla yetiniyordu, yangına körükle gidiyordu oysa. kadın onaylanmış olmanın verdiği coşkuyla asmadık kelle bırakmıyordu, sanırım o hariç çevresindeki her şey bayağı ve kabaydı. işte ben de muhabbete müdahil olmuştum.


"tabii canım herkes üstüne düşeni yapmıyor" diyordum. otoritenin lehine, tembel ve sorumsuz insanları eleştiriyordum, nedense siyaset konuşulan ortamlardaki gerginlik salona yayılmıştı. birileri aptal, beceriksiz, iş bilmez oluveriyordu; biz karar veriyorduk buna. Komşu Kadın becerikli, azimli, çalışkan, pratik zekalı oluyordu; buna kendi çok önceden karar vermişti. ben buna pek katılmıyordum (içimden). Meyra da sadece konuşmanın gerginliğine ayak uyduruyordu, o kimseyi aptal bulmuyordu (eminim ki içinden bu kadını aptal bulmuştur). işte eğitimli insanların tartışması! mükemmel! bir anda her şeyin kötü yönetildiğine, kalitesiz işler yapıldığına, patron kısmının ahmak, siyaset kısmın vizyonsuz olduğunu kanıtlamış; başka meselelere geçmiştik.


bu tartışmanın bitmesi beni rahatlatmıştı, can sıkıcı bir konuşmaydı sonuçta. herkes biliyor ki siyasetçiler aptaldır, çünkü aptal oldukları için onları seçtik. bu arada benim bir düşüncem de şu, Komşu Kadın'ın kocası da biraz ahmak sanırım. Meyra akıllı, ben akıllıyım, bu komşu kadın da aptal. en güzeli bu. eğer meyra ile de tartışmaya girseydik, meyra da aptal olacaktı, geriye bir ben kalıyorum akıllı olarak.


meyra, bu konuşkan çift gittikten sonra "rahatsız edici bir çift" dedi. işte benim kadınım. nasıl da özü yakalamış? nasıl? Komşu Kadın oldukça açık seçik fikirli (acaba?) bir insana benziyordu. daha doğrusu herkes tarafından bilinen ve her tartışmanın sonuna doğru zırvalanan ortalama düşünceleri dile getiriyor, Aydın Türk Kadını oluveriyordu. sarı saçlı, siyah kaşlı Aydın Türk Kadını, tek parça elbisesiyle, hem de komşumuz. aman ne mutlu bize! meyra ve komşu kadının kocası suskun kalmışlardı. sanırım adam karısının yanında konuşmakta zorlanıyordu. Komşu Kadın adamı kuşatmışa benziyordu, olabilir. her şeyi ben bilirim, beyim değil, boşuna mı saçlarımı sarıya boyattım?


meyra'nın suskun kalışı ilgisizliğindendi. bir ara konuşmaya katılmakta istekliydi, o arada kadınca hisleri devreye girmiş olabilir. ben o arada komşucukla mesafeleri hızla eritiyordum. haha! işte o anda meyra, son yaptığım komiklikten sonra koluma girip benden şefkat (?) talebinde bulunmuştu. alçak meyra! hoşuma gitmişti bir yandan da. meyra ile ben hep sevimli bir çift olarak biliniyorduk, sevimli olan bendim (sanırım), sevimliliğimizi taşıyan da meyra'ydı. iyi görev paylaşımı. Komşu Kadın, yine kadınsal hislerinden ya da meyra'nın sahiplenici hareketinden olacak mesafeyi tekrar açmıştı. meyra'nın endişesi boşunaydı, bu kadından hoşlanmamıştım. ama bir muhabbet nasıl sürdürülür gerek iş yaşamında gerek aile yaşamında iyice öğrendiğimden yeni komşularımızın sıkılmaması için elimden geleni yapıyordum.


Komşu Kadın'dan neden hoşlanmamıştım? cevabını biliyordum, bu kadın rahatsız edecek kadar açık seçikti. sanki bu görüntüsünün ardında hiçbir görüntü yok gibiydi, bana öyle geliyordu ki bu kadın göründüğü kadardı. oysa meyra? gizemlidir meyra, ben gizemli kadınları severim! meyra kapalı bir kutuydu (önceleri), sevilecek tarafları hiç göstermediği taraflarıydı belki de. oysa şu komşu kadın bas bas bağırıyordu "ben bu kadarım" diye. oysa herkes onu sevecen, paylaşımcı, sıcakkanlı sanabilirdi, yemezler! ben yer miyim? bu devirde ya gizemli ya da sanatçı olacaksın. transparan giysi gibi anlık şehvetlere davetiye çıkarmanın anlamı nedir? öff! insan doyumsuzdur, o yüzden bilinmeyene sığınır, yönelir. sen ne yapıyorsun Kocası Pısırık Komşu Kadın, ben burdayım diye yırtınıyorsun! evet ordasın bunu bilmek hiçbir şey ifade etmez, bir süre sonra senin orda olduğunu görmezden gelebiliriz. meyra koluma girerek seni nasıl kendine getirdi, ya da beni? Açık Seçik Komşu Kadın tanıştığımıza memnun oldum, sanki biraz sıradansınız sanırım, ha? ne tür müzikler dinliyorsunuz? hangi köşe yazarlarını okuyorsunuz? elbiseniz de çok yakışmış. tatilde nerelere gittiniz? ah siz, elde edilmesi ve kaybedilmesi kolay olduğu için bir arzu nesnesine kolayca dönüşebiliyorsunuz. senin de tüm hünerin bu demek! hmm. pardon, onu arzuluyor muyum? şu an değil. hmm. sonra arzularım. olabilir.


komşu kadın zihninden gitti. nereye gittiyse? gitsindi bakalım.

beyler ayıp oluyo ama :)

hobo: yürüyelim arkadaşlar! hey!

evden çıkınca ilk sokaktan yukarı saptığımda caddeye çıkıyorum, bilmediğim bir sokak yok tabii. hepsini biliyorum ama sadece bu sokaktan caddeye çıkmayı seviyorum. ne büyük bir özgüvendir caddelerde yürümek. herkes yürüyemez mesela, ben bazılarının yürüyüşünü gayet aptalca buluyorum, yürürken kollarını çok sallayanlar, adımları arasında ritm yakalayamayanlar oluyor. şaşırıyorum, yürümeyi beceremeyen insan nasıl olur evlenir çoluk çocuğa karışır? bu insanların çocukları emekleme çağında kalır diye endişeleniyorum! fakat bu insanlar caddede yürümeyi öğrenecek kadar kendilerine ve çevrelerine dönük değil. bir insan hem kendisine hem de çevresine duyarsız olur mu? olamaz mı? bak yürüyemiyor adam işte. kolları bedeninden ayrı sallanıyor, bacakları ortadan ayrılacakmış gibi yürüyor.


caddeleri seviyorum, camekanları, garip dükkanları, tabelaları, vitrinleri, vitrindeki mankenleri; tüm bu renkliliği seviyorum. bir vitrini tamamlayan kadını da seviyorum, onu da seyretmeye değer buluyorum. seviyorum. mağazaları çok seviyorum, kadınların bizden uzakta oyaladıkları için. ya onlar da olmasaydı? mağazalara nasıl teşekkür etsem az, her bir mağaza sahibini sevgiyle kucaklamak istiyorum. alışverişin hep ticari boyutuyla ilgilenen ekonomistler şunu bilmeli ki, camekanlar parayla tertemiz ışıldamıyor, kadınların renkli dünyalarıyla ışıldıyor- bu bir iltifat mı? iyi düşün.


yine caddeye döneyim. zaten birkaç cadde var insanlar orada yürüme eksersizleri yapıyor. anneler çocuklarını bu caddelere çıkarıp yürütüyorlar. her şey caddede oluyor, caddede olmayan bir şey o sıkıcı kutu gibi evlerde olamaz; anneler çocuklarını, patronların işçilerini, partiler seçmenlerini, öğretmenler öğrencilerini, piyanolar tuşlarını caddelerde eğitiyor, öğütüyor, şekillendiriyor. evde neler oluyor? evde hiçbir şey olmuyor, bir gece bir adamla bir kadın yorganın altında uykusuz oynaşırken dokuz ay sonra aynı yorganın altında uykusuz kalıyorlar. evde bunlar oluyor, yan evde de bunlar oluyor, konaklarda da bunlar oluyor, villalar da? her yerde diyorum aptal!


caddeleri seviyorum, sokaklar bana sıkıcı geliyor. sokakların bir sahibi varmış gibi, o sahip kim bilmiyorum fakat öyle biri var. bir gün çıkıp gelebilir ve o sokakta uyulması gereken kuralları listeleyip önümüze koyabilir. biliyorum öyle biri var, ama bu sokaktaki hangi evde oturuyor bilmiyorum. sokağın sahibinden korktuğumdan bu sokakta ve diğer sokaklarda göze batmamaya özen gösteriyorum. mesela sokağımızdaki güzel kadınlara hiç bakmadım (baktım), onlara bakarken hep korktum. nasıl bir korku bilemezsin! sanki vuracaklar beni bir kadınla göz teması kurdum diye, kadın da aynı hisleri yaşıyor biliyorum. sokağın sahibinden o kadar korkuyorum ki.


caddelere çıkalım n'olur? caddelere çıkalım n'olur? lütfen!

27 Nisan 2010 Salı

selamsız

bugün okulda çok eğlendim. güldürüşlü şeyler oldu. bir hocamız var ismi lazım değil. saçları beyaz ve uzun, fakat buna rağmen kaşları simsiyah bir tip. bir nevi dişi gandalf. korkutucu bir yanı yok değil.

işte ben bu hocaya başından beri tepkiliyim, çünkü saçma bir insan kendisi. sürekli interaktif ders işlemek istediğini söylüyor fakat her soru sorduğunuzda 'ne demek istiyorsun, benimle ilgili birşey mi ima etmek istiyorsun' tarzında çıkışlar yapıyor.

derse biraz geç kalmıştım. kapıyı açtım, ama sınıfın pencereleri açık olduğundan kapı çarparak gürültülü bir şekilde kapandı. en öndeki sırada hoca oturuyor, kürsüde bir arkadaş sunum yapıyor. ben de en arka sıraya ilerleyip oturdum.

dersin ilerleyen vakitlerinde hoca birden çıldırdı. sabahtan beri sınıfa sorular yöneltiyor, kimseden çıt çıkmıyordu. hızını alamadı, böyle siyasal öğrencisi olmaz olsun falan dedi. sonra sakinleşti. yalvarır bir sesle sordu: 'ne olur birşeyler söyleyin, neden böyle yapıyorsunuz? içim acıdı kadına. 'hocam sürekli çemkirme halindesiniz, paranoyakça tutumlar sergiliyorsunuz, bizim de konuşasımız gelmiyor. ayrıca avrupa yerel yönetimler özerklik şartı hiç de sempatik bir konu değil' dedim. bana içtenlikle hak verdikten sonra gerçek derdini döktü: 'sen sınıfa girdin, ben önde oturuyordum, bana selam vermedin' deyince ben kahkaha atmışım. egoya bak ya, sapık. sesi gittikçe çatallaştı, ağlayacak sandım. bu sizinle ilgili değil, ben selam vermeyi pek sevmem falan diye açıklama yapmak zorunda kaldım. sınıftaki birkaç zekasız da, hocam bu onun doğal hali aha aha diye güldü.

dersten çıktığımda bana takmış gibiydi. nefret kusarak yüzüme baktı. galiba bu dersten kaldım ahahaa. hocaya selam vermedim diye bir dersten kalkmak zoruma gidiyor a dostlar.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Republic of Üçüncü Sayfa




                                      
           

karışan tayfa

[GÜNÜMÜZ AYDINLARINI ELEŞTİRDİĞİM YAZI - ORAY CALLAHAN EĞİN]

böbreğimin işleyiş şekline karışanlar oldu misal. glomeruler filtrasyon hızımda düşüş varmış.

ben karışırım misal. iyi bir karışanımdır. dur derim ben, akıllı ol, öyle yapma, böyle yap derim. bence öyle-böyle-şöyle yapılmalıysa, yapılmalıdır. çoğu insanın içişlerine karışmamanın temel nedeni, çoğu insanı aptal bulmamdandır. ben çok zekiyim, ironi yapmıyorum, çok zekiyim. ısrarcı bir ironiğim. aptal buluyorum çünkü: ben hepsinden kötü yaşıyorum, onlar gibi iyi bir yaşantım olması için biraz aptal olmam gerekirdi. işin özü ben tavsiye vermem, ben ders vermem, okurum, yazarım, gezerim; seyrederim sonra, acırım insanlara. cahilin elinden tutmam, cahilin eli kolumdan tutar, anlaşamayız. [yukarda yazdıklarımı okurken çok derinlere dalıyorum, aşağılara yazayım biraz da]

okurum, yazarım dedim ya, okuduklarımı anlamış olmaktan utanırım, insanı çaresiz gördüğümde nasıl da utanırım. yazdıklarımdan da aynı şekilde utanırım, korkarım bazen "bunları birisi kendine fikir edinebilir" diye. çok düşünceli olduğumdan korkağım. yoksa ben de biliyorum kadınlar anlaşılmaz. bir de kötü huyum var ki sormayın, anlaşılmayı bekliyorum köşemde. hak ettiğim değeri bana versinler istiyorum, öyle görmezden gelmesinler beni. benden faydalansınlar isterim, övsünler, göklere çıkarsınlar isterim (onlar benle beraber göklere çıkmasın).

insanlardan çekiniyorum, bazen tokatlayasım geliyor birkaçını ama sonra "ya sonra?" diye düşünüyorum, ben "ya sonra?"yı düşünmekten bıktım. evet ya sonra kız bunu terketmiş heh heh hadi hadi. bazen de insanları kırdığımı düşünüyorum, onları küstürdüğümü de düşünüyorum. yoksa bana neden yüz çevirsinler? sahi ben onları bu kadar önemserken, onlar beni neden önemsemiyorlar? dur kendime geleyim, onların beni önemsemediğini de nerden çıkarıyorum anlamıyorum, bu kuşkuculuğum beni öldürecek. neden bu kadar kuşkucuyum? düşünmekten. hemen düşünmekten deyiver zaten.

kimseye karışmıyorum, bazen buna da içerleniyorum. hiçbir fikir beyan etmiyorum, boş tartışmalar diye niteliyorum ve geri çekiliyorum. oysa şunu bile demekten büyük keyif alabilirim: "geçiniz efendim boş tartışmalar bunlar". ısrarla demiyorum, "demek perhizi" uyguluyorum kendime. birden bir tartışmaya katılıp yüzlerce paragraf aynı fikri ısrarla savunmayı o kadar istiyorum ki, sonra bu isteğimden de utanç duyuyorum, insanların neden bu kadar saçma düşüncelere sahip olduğundan dem vurup, yine bir şeylere acıyorum gizliden. kendimi bir şeylere acırken bulduğum zamanlar, acayip rahatsız oluyorum, hemen o insanın yerine kendimi koyuyorum, başkasının yerine utanma erdemini gösteriyorum; yine görmüyorlar bu ince hareketimi, kimse bilmiyor. çok üzülüyorum.



acımanın içinde küçümseme olduğunu biliyorum, acırsam alınırlar diye ifadesiz bir yüzle dolaşıyorum. ilgisiz gibi duruyorum, oysa haberdarım her şeyden, fikirlerim var, düşüncelerim var, bir yerden aşırdığım düşüncelerim bile var, herkesi çok kolay kandırabilirim. bu dürüstlüğüme de kızıyorum, kandırmak istemiyorum kimseyi, onlar sadece kendileri "biliyor" sansın, ben biliyor olmaktan vazgeçeli çok zaman oldu. mesela siyaseti lisede terkettim, "ülkemiz" meselesini hiç masaya yatırmadım, biliyorum çok yanlış şeyler oluyor, farkındayım, belirtmek istemiyorum. haklı veya haksız olduğum kanısına varılmasından korkuyorum, ben ayrışmaktan sıkılıyorum, kendime taraf bulmaktan da sakınıyorum, ben özür dilerim sizlerin taraflarından nefret ediyorum. hiçbiriniz radikal okumuyorsunuz artık, ben ona kızıyorum. bazen şaşırıyorum her bilgiye bu kadar kolay ulaşılabilirken insanların "bilgili" görünmesine. bilgili insanlar istemiyorum ki ben, "yorumcu" istiyorum diyorum, bakıyorlar. ben bilgiden de nefret ediyorum, düşünmeyi önlüyor. ben düşünmekten de nefret edeceğim yakında, görmeyi engelliyor diye.

işte böyle. yani böyle. nasıl böyle olur? eleştirdim bir şeyleri, buna da kızıyorum, neden eleştiriyorum hem de ironik bir dil ile? ironi korkakların sığınağıdır çoğu zaman. ben düşünceli bir korkak olduğuma göre, göndermelerle dolu bir sürü laf edebilirim. mükemmelim. karışmıyorum diyorum ya, en çok da bu şekilde karışıyorum. alaycı bir şekilde karışıyorum, önemsemeyerek, "belirtmeyerek" karışıyorum. tepkisiz kalarak da karışıyorum, bilgili insanlar sizden kurtuluş yok. deneyimli insanlar sizden de kurtuluş yok, deneyimlerinizle kapı komşu olmak istemiyorum. eski sevgilinizi hiç merak etmiyorum. şu an ne düşündüğünüzü çok merak ediyorum ama, işte bu noktada gerçekten karışmak istiyorum iç sesinize. sizi hep bir şeyler öğrenirken buluyorum, depoluyorsunuz bir şeyleri, hiç yaşamadığınız şeyleri hem de, buna kızmamı saçma bulmayın lütfen. ben yaşamadığım ama bildiğim şeyleri ciddiye almıyorum. sizi de yaşamadım, sizi de ciddiye almıyorum. en sevdiğim kitap aylak adam. pink floyd dinliyorum. çok yaşındayım, iyi sıfatlıyım, bilgiliyim, görgülüyüm, okur yazarım. birtakım özelliklerim var bunları belirtmek istiyorum, merhaba beni bu şekilde tanımanızı istiyorum. bilgiliyim ben. eski sevgilimle de çok bilgili olduğumdan ayrıldım, o "bilmiyordu". ah.

deneyimle karışmak istediniz. orda durunuz. bilgiyle karışmak istediniz. orda da durun. beni bir kişi dinledi, o da yanlış dinledi. deneyimlerinizle dinlemeyiniz, dünyanın en bilindik hikayesini kendimce anlatacağım, ne olur beni doğru anladığınızı sanmayınız, tavsiye istemiyorum, sadece dinleyiniz. çok yaşındayım, dinlenmek istiyorum sadece. ne olur benim farklı olduğumu düşünmeyin (sıradan olduğumu düşünün hoşuma gidiyor), ne olur benim sıradan olduğumu düşünmeyin (farklı olduğumu düşünün hoşuma gidiyor). ben çok biliyorum ve farklıyım lütfen, "farklıyım"a çalıştım bunca sene, farkım nedir diye sorarsanız "farklıyım". yani anlatabildim mi? yani yine anlatamadım değil mi? -paragraflar boyu aynı fikri savunmak istediğimi anlamadınız mı?-

(bence) hiçsiniz. (bence) çok şeysiniz ama hiçsiniz. yani (bence) çok şey olmak isterken hiç olansınız. her yerdesiniz ama hiçbir yerdesiniz (şark islam klasiklerini okurum ara sıra hep "büyük laflar" ederler, oysa onlar da "insan"). abdullah bin zeyl anlatıyor: "adamın biri taşa tekme atar", beriki sorar "taşa hiç tekme atılır mı?" diye. adamın biri cevaplar "ama taşı tekmelemeyi düşünebiliyoruz değil mi?" der. beriki gödolur. kıssadan hisse hep birileri göt olur doğuda.

bak iyi yazdım iyi. çemkirdim, alay ettim, eleştirdim, komiklik bile yaptım (ama anlamazsınız -ünlem var burda), her şeyi yaptım, ama hala insanım. ben en çok buna şaşırıyorum, her şeyi yapıyorum, hala para ile bir şeyler satın alıyorum. hala bir kadını delice seviyorum, oysa her şeyi biliyorum ben(ünlem), üstelik ironik bir üslubum var. vah bana, vahiyler bana. söyleyiniz ben nasıl bir insanım? (bence) sen olmamış bir insansın, kafan karışık, hayatında bazı şeyler iyi gitmiyor, tipsizsin, asosyal de olabilirsin. ne bileyim şimdi seni tam olarak anlayamadım ben, deneyimlerim beni yanıltmıyorsa. deneyimlerin seni de beni de yanıltıyor, bilgilerin de gerçek hayatta hiçbir işime yaramıyor, belki de yarıyordur, ne bileyim birden kafam karıştı -ben dememiş miydim senin kafan karışık diye-. sen dememiş miydin? queen of all my dreams. ben bir tek comte de lautréamont'a şaşırıyorum, bu nasıl isim?

eğer yanlış bilmiyorsam... (çok yanlış şeyler biliyorsun)

Durumum Cidden Çok Komik


[BİR ZAMANLAR YAZDIĞIM VE GEÇERLİLİĞİNİ KORUDUĞUNU DÜŞÜNDÜĞÜM YAZI - ÇETİN CALLAHAN ALTAN]
ya bi de bu var di mi? insan kendi durumuna komik diyebiliyor. asdfasd. komiğim komik. yazı efekti olarak komik değil, içerden bi yerden komik hakkaten. geçen çocuklarla konuşuyoruz “ya acınacak durumdasın, şu haline bak, yemek ye bari, yemek yemek önemli bir mesele, yemek yemeyen erkekleri kadınlar sevmez” dediler. rock müzisyenlerindeki anoreksiyaya dikkat çektim, en beğenilen erkekler onlar dedim. kendimi savundum, da savunasım yoktu. yemek yedim.
çevremdeki insan populasyonu dengeye ulaştı. biyolojide populasyon dengesi var, biliyoruz, işte dengeye ulaşan populasyonda doğumlar ve ölümler dengeli olur, yiyecek sıkıntısı olmaz. benim çevremdeki insanlar da dengeye ulaşmışlar, takdir ediyorum, ya şeyi anlatmaya çalışıyorum, sıkıştım kaldım lan. bak bir yere gidemiyorum, kimseye gidemiyorum, fakülteyi bırakmayı düşündüm, böyle yeni çevre yapmak için, sıkılırsam orayı da bırakırım diye düşünüyordum ki, bu gereksiz bir döngü olur diye sinirlendim.
durumum şöyle komik. yine arayışa geçtim. bu bence kötü bir süreç. bu arayış hiç iyi değil, tüketmişim demek ki her şeyi. bak o kadar tüketiyorsun, üretim adına sıfırsın. bu arayışların hepsi bundan. kafam çok karışık ya : (((( aslında çok çok karışık, ne yaptığımı bilmiyorum : ((((
ya bunları da kimseye anlatımıyorsun ha. bu da var. düşünüyorum, böyle oturmuş birilerine “ya olm ben çok acı çekiyorum, otur beni dinle piçççç” diyemiyorum. fena bir ketumluk hasıl oldu. asfdjafsd şu an bile içine düştüğüm durumdan uzaktayım, başka yerlere çekip, sarkastiğe bağlıyorum iyice. esaslı bir iç geçiremiyorum. düz yazı yazamıyorum mesela :((
dur be quote da vereyim “ümit işkenceyi uzatır”. işte oluyor, tam manasıyla kendi komik durumumu anlatamıyorum, daha önce denenmiş ve kritiği yapılmış kendini ifa etme şekillerine gelemiyorum, aNgel_Of_DARKness’ın kendini ifade edişine iç geçirsem de onu küçümsemekten kendimi alamıyorum. ben kendimi ifa ettiğimde, takdir edilmeliyim, hayran olunmalıyım, şeklimi koymalıyım, alışılmışın dışına çıkmalıyım. bu zorunluluk değil, kendini açık etme’nin her türlüsünün parodisini yapmış olmamdan dolayı. ben de biliyorum “canım hiçbir şey yapmak istemiyor” demeyi ama bunu çok daha vurucu yapmayı planlamaktan, canımın sıkıldığını hep es geçiyorum. kendi can sıkıntımı bile estetiğe sarıp sarmalıyıp, bir şeye dönüştürme çabasına giriyorum. ince hastalığa tutuldum hakkaten, “entelektüel hastalığı” diye bi tabir vardı 70lerde yazılmış bir kitapta ajdfsafjad, bak o olabilir. fakat o da olamaz, o “sürekli muhaliflik durumu”nu anlatıyordu, ben muhalif değilim, asdjfsa, sanırım ben şu an kendi bulanımım tarafından konuşturuluyorum, bu konuşma da imdat çağrısı. heeee.
bi de bayağılık olarak nitelendirilen aşırı duygusallık -duygu sömürüsü- gibi şeyler var. onlara da gelemiyorum, tam diyorum doygunluğa ulaştım, işte şimdi anlatabilirim, şimdi her şeyi açık edebilirim, dikkatimi bir şey dağıtıyor, o da “kanka boşver yaaaaaaaaa” gibi zottirik bir ifade bile olabiliyor. dikkatim kendi doygunluğumu dağıtıyor, böyle başka bir bad tribe giriyorum, o da şu “ya bu sikikler sanırım beni anlayacaklarını sanıyorlar” diyorum asdfaf. ya anlatayım da siz anlamayın istiyorum, anladığınızı geciktirin, ya da geçiştirin böyle yormayın beni, çözümleme yapmayın; sadece konuşayım ve bitsin. ben konuşayım ben zaten konuştuklarımla tedavi ederim kendimi ://// 
bak bu sıkıntı patlaması en çok uzun süre biriyle takılınca oluyor, uzun süre birinin samimiyetini kazanma çabasından sonra, onun hala aynı duruşu sergilemesiyle ortak bir dil oluşturamamak gibi bir engel kendini oluşturuyor, o engeli aşabilmek, iletişimi hızlandırmak çabasına yenik düşüyorsun. tam olarak bir insana “senin ağzına sıçayım” deme samimiyetine eriştiğinizde, o insanın hala kendini sizden kaçırdığını görüyorsunuz. alınıyor, ya da o yakınlığı reddediyor, ben buna çok üzülüyorum lan : ((( vallahi, ben bu gibi engelleri aşamadığımdan çoğu insana hala “merhaba nasılsın?” diyorum. asdfjasfd. bana merhaba nasılsın diyen insanlar anormaldir, bu konuda bir çıkarım yaptım.
bizim jenerasyonda bir hamlık var. bu benim komik durumumun da en büyük sebebi. yukarıda kendini ifa etmekte yaşadığım sıkıntının kaynağı da bu. kaldı ki ifa edemiyorsun, nasıl ifşa edeceksin? ya bakın garip garip insanlar türedi asfjdsa. bu insanları anlattığım anda, ben de çözüleceğim, açılacağım, ya cidden bu insanları anlattığım gün ben mutlu azınlığa gireceğim : ))) [bu genellemeci tavırda çok rağbet görüyor, kendini başkaları üzerinden anlatım tekniği, dünyanın genel sosyal eğilimlerinden falan kendini düze çıkarma girişimi, entelijansta çok moda olsa da benim gibi doyumsuzlar tarafından gerçekten uzaklaşmak, 'çarpıtılmış ben analizi' olarak ele alınıyor. ben böyle anlıyorum]
ya demin kıvrandım durdum, asdfasdf, kıvrandım durdum da sonuç olarak bir şey anlatmadım. çünkü anlatacak kötü kadar durumda değilim, büyük ihtimalle durumum daha da kötülüeşirse, -gülmekten ölürsem-, o zaman bir şeyler çıkacak ortaya. ama şimdilik bir semptom yakaladım, onun üzerine konuşmalar yapmak benim en doğal hakkım. kimse beni “bize ne senden” diye durdurmaya kalkamaz.
bir şeylere temas ediyoruz, işte bunun adı acı, utanç, progresif karışık kaset olabilir, fakat temas ettiğimiz şeyler tarafından başkalarınca konuşulmuyoruz. işte, sikenimiz yok afedersin. ciddi anlamda bize ilişen, kavga gürültü çıkartan, bizi süründüren insanlar yok; ya zararsızız ya da üst düzey psikopatlarız. zararsız olduğumuzu düşünmek şu an için saçma, çok can yakmış olabiliriz afsjafsad. bazen bakıyorum, kimse kimseye giydirmiyor, herkes çıplak dolaşıyor. işte, kavgasız gürültüsüz sıkıcı bir hayatımız var, yahu kimseye karışmıyoruz sanırım, sevgi kelebekleri gibi insanlarız. mesela bana çevremde “umursamaz” yaftasını yapıştırdılar, ya lütfen ben bundan rahatsız olmaya başladım, gittim birkaçının sorunlarıyla yakından ilgilendim. sonra bana yalaka piç, yalnız kaldın ondan geldin değil mi falan dediler. tabii öyle demeleri gayet normal asfdkafda.
kavga isteği/eksikliği gerçekten büyük sorun. bazen çetrefilli bir rakip istiyorsun, ona giydirmek, ağzını kırmak, düşüncelerini harap etmek, rezil rüsva etmek istiyorsun. çünkü bu pasif durum insanı sinirli yapıyor. asabiyet başlıyor, asabiyet geldiğinde tüm sıkıntılar gitmiş olmalı. lütfen.
durumum daha da komik bir hal alınca sizleri haberdar edeceğim. şimdilik arayışlarımı sürdürüyorum, yakın zamanda size şu geyiği yapabilirim “aga goa’ya gideceksin, takılacaksın işte”. o geyiği yapmadan önce iyice saçmalamak isteyebilirim asfdjaf, o geyik yapılmasın lütfen.

25 Nisan 2010 Pazar

yollarda bulurum seni hobarey!

ankaradan istanbula döndüm ama nasıl da döndüm, bir de bana sorun a dostlar.( metro turizmin yabancı rock müzik arşivinde children of bodom var lan)

yanlış servise bindim. ziverbey yerine hareme götürmeye çalıştılar beni. zor anlar yaşadım valizle. indim ünalan minibüsüne bindim.sonra minibüste bilgisayarımı unutmuşum, sonra son durağa koştum, buldum bi şekilde. bütün dolmuşçulardan allah razı olsun. ama konumuz bu değil.

samandıradan kadıköye giderken, küçük bi yol ayrımı var, dikkatli gözlerden kaçmaz. yolun sağ tarafı barbaros, mustafa kemal, inönü yönüne giderken, diğer taraf sahrayı cedid bilmem ne tarafına gidiyor. işte ben orda hayatın gerçek yüzünü gördüm. yolun sağ tarafı varoş, sol tarafı ise alışveriş merkeziydi. sağa dön dedim içimden, sağa dön ki menşevik alaşımı, troçkist kırması bir burjuva özentisi olmayayım. sola döndü. yıkıldım gibi hissediyorum :(

neyse, sonuç olarak home sweet home.

:))

"..........."

1
viyanaya gittik telefonda söyle bunu
duymak isterim bir şeyler yanlış gitsin
n'olur beni vurun

iyidir iyi
kapı pencere halı yatak
hem ne var camisiz bir semt
olabilir soyut bir seviş
yazgılar çelimsiz bir el
soyun seviş yat uyu
iyidir iyi

2
sevdiğim şeyler var batılı
doğulu şeyler unuttum, peşkır?
bir koku beni sınıra kadar kovalıyor
batı sınırına kadar doğuyu koşuyorum

3
nasıl unuturum bu evler yemen
bak burası bir dağın canverdiği doruk
sen bunlara inanmıyor musun? gülme.
hem kediler de gülebilir, sakın!
istanbul ne tarafa bakıyor? -bilmem.
boş bakıyor bence, seni görmedi.

saçların diyorum sıkıcı bir konuşma.
müziksiz olur mu? müzik lütfen!
konuşması diyorum dişsiz mi nedir?
lütfen apartmansız bir sokak bulalım
hem yoruldum çok dik bakışlıyım.
bu sokağı da çıktık mı el ele tutuşabiliriz. evet.

ben deliyi oynayacağım yine

-kimsn?
-birden metafizik olmuyor ama.
-???
-olmuyormuş hakkaten.
-ndn ekledin beni?
-dün gece resmiyetinizi öptüm de yattım.
-bak kimsn dyorum tanıyom ben seni kesn
-ben hikmet 3. nasılsın sevgi?
-kimsn bilader?
-tanışalım. ben liberalim. esmerim.
-hahahhahaha bi git yaaa
-gitmeyi iyi biliyorum da, ya kalmayı?
-!!!!!!!!!!!!!
-tamam şakayı bir kenara koyalım. şu kenara koydum unutmayın. çıkarken alırım yanıma.
-kmsin gerçekten?
-sen tahmin et.
-orhan???? :DD
-değil.
-kadirr???? sensn de mi?
-hayır ben kadir değilim.
-kmsn o halde yaaa ugraşamıcam valla
-sevdiğim filmler: cennetin krallığı. er ryan'ı kurtarmak. koroshiya 1. tanıdın mı?
-üffffffffffff
-sevdiğim kitaplar: kürk mantolu madonna. benim hüzünlü orospularım. yeraltından notlar.
-lütfen söyler misin kim olduğunu??????
-sevdiğim müzisyenler: offspring, levent yüksel, metallica, hell yeah.
-uzattın ama
-seni de severim ben.
-kmsin ya cidden?
-demek ki insanları zevklerinden şunlarından bunlarından değil simalarından ve isimlerinden tanıyorsunuz yalnızca. aşk olsun.
-offffffff offffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff
-işin doğrusu ben sizi tanımıyorum.
-haydaa ne konuşuyon o zmn iki saattir manyk mısın
-ne yani benimle konuşmak istemiyor musunuz?
-ben snle niye konşayım it kopukla işim olmaz!
-şurda anlaşalım. lütfen.
-eeee?
-şurda anlaşalım diyorum. şurda.
-kendnce benle kafa buldğunu sanıyon de mi salakkkk
-şurda anlaşalım diyorum bakınız. konuşacağız sadece. belki size şarkı bile gönderebilirim.
-üffff peki :))))))
-peki. şimdi gidebilirsiniz.
-:S
-evet gidiniz. konuşacak bir şeyimiz kalmadı. konuşma koşullarını ortadan kaldırdınız çünkü. objet petit a'yı bilir misin? bilmezsin tabii. gidiniz.
-salaksın sen hastasın tövbe yaaa hem ekliyon hem de
-ikinci "hem" mantıklı olsun.
-konuşmuyon
-mantıklı olmadı yine. ben gideyim bu sefer. byessss.
çevrimdışı.

24 Nisan 2010 Cumartesi

herşey mi seks canım?

insanları anlamak çok zor. gerçekten kıyamet alameti bütün bunlar. ciddi korkuyorum. kundaktaki bebeğin derdi bile cinsellik (freuda selam)

bugün 3 yaşındaki erkek kuzenim 'aba bana kız al' dedi. ben de gayri ihtiyari ' napıcan kızı, seni çapkın' diye sordum. 'meme' dedi. birkaç kez meme dedi ve sustu. neye uğradığımı şaşırdım dostlar. fuck you new generation!

vol 1

bugün seni hiç sevmiyorum
bilmiyorum, canım pek istemiyor
moralim bozuk, gece iyi uyuyamadım
ömrüm yollarda geçiyor

bu sıralar aklım pek çalışmıyor
ceviz falan yiyorum, işe yaramıyor
yeni bir kitaba başladım
ben olsam daha iyisini yazardım

aşk-ı memnuda işler karıştı
bihterin çektikleri içime işliyor
ah benim feryadım arşa ulaştı
bana neden kimse üzülmüyor?

geçti istemem gelmeni
yokluğunda buldum seni
bırak vehmimde gölgeni
gelme artık neye yarar

ankara diye bir şehrin olması moralimi bozuyor
bir de başkent olacak, şaşırıyorum
herkes memur, hiç kimse gülmüyor
ben içimden inşallah ölürsünüz diyorum

işte böyle dostlar, böyleyken böyle
kendimi gece hayatına vuracağım
benim ilacım biraz mey, biraz meze
dünyayı ben mi kurtaracağım?

yıldızname

Akrep - Koç İhtiras yüklü bir deneme.
Akrep - Boğa Kazançlı bir davranış yapmış olursunuz.
Akrep - İkizler Unutun gitsin. Kesin olmaz.
Akrep - Yengeç Mükemmel uyum diye buna denir.
Akrep - Aslan Çok iyi ya da çok kötü gider.
Akrep - Başak Herşey yolunda gidecektir.
Akrep - Terazi Anlaşılmaz bir ilişki olup çikar.
Akrep - Akrep Roket gibi firlamaya hazır olun.
Akrep - Yay Deneyin ama komik olabilir.
Akrep - Oğlak Güçlü bir romantizm getirir.
Akrep - Kova Bazen çok çabuk biter.
Akrep - Balık Derin ve anlamlı bir ilişki olacaktir.

roket gibi fırlamaya hazır olun.ahahaa. deneyin ama komik olabilir. laflara bak ya. unutun gitsin kesin olmaz. sana soracaktım. gideyim de kendime bir balık bulayım. tayyip erdoğan olabilir mi acaba???

23 Nisan 2010 Cuma



freddie, sen bu yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük ibnesisin. eğer öyle olmasan bohemian rhapsody gibi bi şarkıyı yazabilir miydin? bilemiyorum.

bir rüya: yüzyılımızı kaçıran korsanlar ve isa

gariban bir rüya görüyordum. rüyamda acıkmıştım. uyanırım böyle rüyalar gördüğümde, uyandım. mutfağa girdim.   yarı sersem bir şeyler atıştırdım. su içtim. yatağa döndüm. gece saat 5. tekrar uykuya daldım.

karaltılar ve bir köy. bir kale ve yıkılmış. tepesinde sınıftan bir arkadaşımla oturuyoruz. kale öyle merkezi bir yere yapılmış ki çevredeki diğer tüm yerleşim merkezlerini görebiliyoruz. bir nevi panaptikon. bir köy var, kaleden bakınca iki tepenin arasında birkaç çatısı görülebilen evleri var. saçtan yapılmış çatılar gün ışığıyla göz alacak şekilde parlıyor. köyü arkadaşıma tarif ediyorum: "bu köy diğerlerinden farklıdır. burdaki köylülerin mezhebi ve yaşayış şekilleri farklıdır. diğer köylerle pek iletişimleri yoktur. birkaç kez yakılmıştır bu köy. ama insanları gayet mutludur". arkadaşım sebebini bilmediğim bir şeyi başıyla onaylıyor, bir şeyler söylüyor anlamıyorum ama hemfikir olduğumuzu hissediyorum. kaleden iniyoruz, rüyanın ilk bölümü bitiyor.

üç iskelet, siyah pelerinleri var. yüzleri karanlık, sadece ağızlarını görebiliyorum, dişleri yok. aralarında bir adam var, beyazlar giymiş. adamın etrafını saran bir çemberden gökyüzüne doğru ışıklar yükseliyor. adamın yüzünü göremiyorum. iskeletler adamın önünde eğiliyorlar, adam aralarından geçiyor ve ışıktan çemberiyle bana doğru yürüyor. gökyüzü kararıyor ve bir gürültü oluyor, bir şarkı çalıyor, şarkıyı biliyorum. the trial'ın "tear down wall!" kısmı söyleniyor birileri tarafından. şarkı bittikten sonra gün aydınlanıyor. adamın isa olduğunu anlıyorum. isa'nın etrafı bir anda kalabalıklaşıyor. yüzlerini göremediğim ve sadece karaltıdan ibaret kadınlı erkekli bir sürü insan isa'nın yanında kaygılı bir şekilde duruyorlar. isa bana dönüyor, net bir şekilde duyabildiğim bir sesle: "sabahları güzel oyunlar oyna. (david gilmour'un sesiyle) into the shining sun diyor -coming back to life'tan-". ben isa'ya bakıyorum sadece. etrafındaki insanları ve ışık çemberini seyrediyorum. acayip hüzünleniyorum. isa'ya: "bu insanlar... yani bu insanlar?" diyorum ve o insanlardan birinin yüzü aydınlanıyor. işte tanıdığım bir insan. kaşlarını çatmış bana bakıyor, gözlerimi kaçırıyorum. yanıma geliyor: "evet bu insanlar, o insanlar" diyor. gülüyor. isa ifadesiz bir yüzle duruyor ama güldüğünü görüyorum. 


isa tekrar konuşmaya başlıyor "uykular ağır basıyor. akıl uyursa... ya gözler gördüklerinden esnerse? ölüler sigara içmez biliyorsun. uykular topal bir adamdır". ne demek istediğini hiç anlamıyorum, incil'i okurken de birçok yeri anlamayaşımı hatırlıyorum. isa'nın söylediklerini not defterime yazıyorum. isa ve çevresindekiler gidiyor, çatık kaşlı benimle kalıyor. rüyanın ikinci kısmı bitiyor. 


rüyanın bu kısmı çok sembolik asjfdasf. avangart bir rüya. 


çatık kaşlıya adını soruyorum "olur" diyor. adım olur diyor. çatık kaşlı bir androjin. ben seksensekizden geliyorum diyor. neresi orası diyorum, "bir elyaf ülkesi" diyor. çatık kaşlı önüme düşüyor ve beni bir yere götüreceğini söylüyor. ural dağlarına geliyoruz. gayet yüksek ve doruklarında kar olan bir tepeye çıkıyoruz. tepenin üstünde ahşaptan bir gemi var. geminin yelkenleri mukavvadan. gemiye biniyoruz. gemi bomboş fakat içinden fısıltılar geliyor. çatık kaşlı "merhaba solucanlar" diyor. irkiliyorum. solucanlar çıkıyor her bir yerden. solucanların liderini tanıyorum, diğerlerinden daha baskın ve halka sayısı diğelerlerinden üç tane fazla (bkz: halkalı soluncanlar). çatık kaşlı beni kolumdan tutuyor, gel diyor seni kaptanla tanıştıracağım. kaptanın yanına gidiyoruz, çatık kaşlı arkamda kalıyor. kaptan: "elimizde çok değerli bir şey var. onu gökyüzünden kazıdık spatulayla" diyor. nedir o diye soruyorum. kaptan: "yirmibirinci yüzyıl" diyor. diğer tüm solucanlar oldukları yerden zıplamaya başlıyor. ritimli bir gürültü oluyor. kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum duvardaki boyayı kazıdığımızda duvar nasıl çirkinleşiyorsa aynen öyle bir görüntü. solucanlara acayip kızıyorum. çatık kaşlı kolumdan tutuyor, beni sakinleştiriyor. çatık kaşlı bana "seni fince seviyorum" diyor. çatık kaşlı'ya "ismi olur olan biri beni sevemez fince" diyorum. kaptan bağırıyor. elimizdeki bu değerli şeyi görmek istemiyor musun diyor. 


yirmibirinci yüzyılı gösteriyorlar bana. bildiğin deniz kumu. kaptan kumu avcuna alıyor, rüzgara karşı savurmakla tehdit ediyor beni. olur hemen araya giriyor, kaptana yalvarıyor. kaptan kumu bir avcundan diğer avcuna boşaltıyor. yavşakça sırıtıyor. ne istiyorsun diyorum kaptana. olur'unu bırak bize diyor. bir an "bu işin oluru yok" diyorum. kaptan basıyor kahkahayı. sonra anlıyorum espriyi. haha! diye gülüyorum. sonra olur'u bırakmayı kabulleniyorum, olur birkaç damla gözyaşı döküyor. kaptan kumu avcuma bırakıyor. gemiden ayrılıyorum. yüksekçe bir yere çıkıp, rüzgarı arkama alıp kumu gökyüzüne savuruyorum. kafamı kaldırıp göğe bakıyorum, bulutlar ve mavilik. olduğum yere oturuyorum. göğe bakıyorum. 


sonra da uyandım. hala şaşkınım. 

al sana sığlaşma

22 Nisan 2010 Perşembe

21 Nisan 2010 Çarşamba





YOUTUBE AÇILMAZSA

desti izdivaç

canlar, en sonunda bu da geldi başıma. evleniyorum. evet, evleniyorum. çünkü annem öyle istiyor.

uzaktan bir akrabamızmış damat adayı. ankarada tıp okuyormuş. boru değilmiş, tıp okuyormuş. anne bir-ki-üç tıp, dedim sonra.bi süre sustuk karşılıklı. haha.

facebooktan fotoğraflarına baktım.profilini inceledim. haha. müziği çok seviyormuş, en sevdiği müzisyen eric clapton. anne dedim, ergenliğe yeni mi giriş yaptı bu arkadaş? annem, onun annesiyle aynı yıl doğum yaptık, yaşıtsınız salak, diye cevapladı bu sorumu. bari kitaplardan kurtarsak dedim, baktım ki bir de ne göreyim, yüzyıllık yalnızlık yazmaz mı! benim başımdan aşağı kaynar sular döküldü. anneeaa! anne, sen bunun erkek olduğundan emin misin dedim. annem terliğini çıkarıp fırlattı.
fotoğraf albümlerine baktım. beyaz önlüğü, delikli kemeriyle metalci görünümü kazanmaya çalışarak hastanenin gece nöbetinde poz vermiş allahın salağı. sarışın zaten. allah canımı alsa da kurtulsam. bir tek ilişki durumunu beğendim: fikri hür, vicdanı hür yazmış. ay çok esprili çocuk yaa.

zaten onun annesi de beni beğenmişmiş. anneme beni sormuşmuş. seneye o da benim gibi okulu bitiriyormuş. ne güzel okulu bitirince nişanlanırmışız, evlenince de ister ankarada,ister istanbulda otururmuşuz. he anne dedim, he tamam öyle yaparız. ne yapayım, anne ben başkasını seviyorum,muhtemelen bir daha bir başkasını da sevemeyeceğim, boku yedim anne, diyemedim. eğer evlenirsem annem çok mutlu olacakmış gibi görünüyordu.

işte böyle. bazen anneyi mutlu etmek için, eğer isterse akp'nin mitingine bile gidersiniz.

camus bunu beğendi

o işlerden anlıyor görünmek

-slm
-a.s.
-naber?
-iyi sen?
-ben iyiymişim.
-:D:D:D:D kim söyledi?
-hemen de muhabbete ortak olmak.
-nerdn?
-kostantinapolis. sen?
-mersin.
-içelim mersine.
-:D:D:D:D vayyyy güzel espri
-siz güzel misiniz?
-bilmem :S
-bildiğiniz bir şey söyleyin bana.
-höööö????
-alkol kullanır mısınız?
-evet bazn ortam olursa
-ortam olursa kız kıza öpüşür müsünüz?
-yok artık!!!!!!!!!!!!!1111
-ortam olmasın o zaman.
-bi sn -pardon ne diyodun?
-ahmet kaya ne acayip bir adam değil mi?
-:D:D:D ben de çok severim çoğu şarkısını bilrim
-yalan da olsa mutluyum/bu bana yetiyor
-evet güzel şarkıdır.
-siz güzel misiniz?
-sen karr ver
-güzel değilsiniz.
-sen kendi tipine bak
-bunun sizin güzel olmamanızla hiçbir alakası yok. çünkü dünya altı günde yaratıldı. altı gün düşünmüş tanrı düşünebiliyor musun?
-??????
-evet bence de.
-ne okuyosun sen? felsefe filan mı?
-barkod okuyorum ben. barkod.
-o ne be??
-bir tür meslek. sen ne okuyorsun?
-hemşirelik.
-hemşireler kaç yaşında saçlarını sarıya boyatır ve kaç yaşında evlenirler?
-okul bitince :D:D:D
-yanlış.
-doğrusu neymiş?
-bazı yanlışlar sadece yanlıştır.
-:))))))))))))))))))))) öle olsun
-beğendiniz adama ne işle meşgul?
-ahahha beğendim adam?
-bir adamı beğenmek zorundasınız doğa kanunu bu.
-kimse yok hayatmda şu anda.
-siz de mi yoksunuz?
-:D:D:D tamm annadım ben seni benle kafa buluyosun
-aynı kafayı bulmak zorundayız bedenlerimizi birbirine dikmek için.
-peki peki yaş kaç?
-17
-ciiddi misn?
-hayır 18. siz kaç yaşındasınız?
-23
-çok küçüksünüz.
-diyene bak
-söyletene bak.
-hahahha kuzum boyundan büyük laflar ediyosun
-akşama bir planınız var mı?
-mersinden istanbula gelmeyi düşünüyom senin için
-akşama bir planınız var mı?
-yoq :D:D:D ne saçmalıyosun sen?
-yaşıma verin saçmalamamı asdfjafsasjfd
-alındın mı?
-olabilir. akşama bir işiniz yoksa oldboy'u izleyin.
-peki :)))))
-ondan sonra işiniz yoksa kendinize bir sevgili bulmayın.
-başkaaaa:))))))
-yatağınızın başına bir dergi bir de kitap koyun. bir de not defteri.
-soraaaaa?
-adınızı soyadınızı yazın. bakalım kendi adınızı soyadınızı beğenecek misiniz?
-ne varmış adımda?
-kasvet var.
-:)))))) ya saçmalıyosun ama hoşuma da gidiyo
-kafa bulmakla saçmalamak arasındaki ayrımlara dikkat ediniz. iki yakın insan saçmalayabilir ancak, iki benzemez kafa bulur birbiriyle.
-ouvvvvvvvvvvvv :) ben senin 18 yaşnda olduğuna inanmyom
-19 yaşındayım. gitmeniz gerek artık.
-annamadım?
-anladınız. gidiniz asjfdasfjsaf
çevrimdışı.

tanışma

-mrb :))))
-merhaba hanfendi.
-naslsın :)
-iyiyim teşekkür ederim siz nasılsınız?
-ii ben de nrden?
-ne nerden?
-nerlisiniz :))))
-i have become comfortably numb.
- :SS annamadım
-papaverin, boşverin! 
-nyse 
-:))))))))))
-deli msn nesin?
-ben aziz nesin asfdjasf
-asfdjasf ne demek? 
-a smile from a veil?
-ya bi sktr git ya
- hah şöyle şimdi başlayabiliriz hanfendi. ben istanbul'dan. siz?
-ben de bursa'dan beyfendi :)))
-tanrıya inanıyor musunuz?
- :SS
-tanrı size inanmıyor da. 
- ne diyosun sen be!!!!!!!!! 
-hangi takımı tutuyorsunuz?
-gs
-ben de.
-....
-hangi partiye oy verdiniz?
-sana ne yaaa????!
-ben seksenler partisine oy verdim :))))))))))
-komik mi???
-düşününce komik.
-hç komk değldi ://
-düşününce komikti dedim.
-ee??
-peki. en son hangi kitabı okumadınız?
- cvp vermiyom sana deli mi neeee
-onu bırak bana gel, ben seni daha mutsuz edeceğime söz veriyorum asdfjafa
-bsg git yaaa mal msn nesin sen??? hasta msn yaaa?
-peki. nasıl oluyor da siz hala cevap veriyorsunuz bana? 
-:DDDDDDD
-peki. nasıl gitmiyor mesela? 
-:SS annamıyom seni ben ne diyon ki 2 saattir
-algı kapısında kaldım beni içeri almayacak mısınız? 
-hay aalllaammm yaaaa
-başka işiniz yok "hay aalllaammm yaaaa" diyorsunuz öyle mi? oysa demeseniz?
-annadık hastsın sen:D:D:D 
-hep beraber anladınız yani? 
-heeee öyle yaptkkk 
-evet öyle yaptınız. kafanızdaki ayşe, fatma, hayriye öyle karar verdi mesela. ali, ahmet, mehmet de size böyle yapmanızı söyledi.
-hahahhahahahhaha:D:D:D:D laf konştu bal kabğı
-olur. neden olmasın?
-uğrşamıycam senle ben hadi başka kapya şizo salakkkkk yaaa böylelri de hep beni buluyo skicem yaaa
-şimdi gidebilirsiniz. olur öyle.
çevrimdışı.

20 Nisan 2010 Salı

yeni başlık resmi

5 dakikadır aklımda mükemmele yakın bir yazı olduğu halde onu buraya aktaramıyorum. neden mi dostlarım? çünkü yeni başlık resmi beni hipnoz etti. kımıldayamıyorum. kaldım burda.
sevgili callahan ağabey, sen yoksa bize kapitalizmin bir oyunu musun, açık konuş?

19 Nisan 2010 Pazartesi

diyalog

kardeşimle sigara içerken yaptığımız muhabbet:

ben: içi boş mu onun?
kardeş: ne?
ben: sen hala boş mu içiyosun onu?
kardeş: pis. özenti.
ben:benim gibi bir ablan olduğu için utanıyor musun?
kardeş: kendimden utanıyorum.
ben: bana layık olamadığın için dimi?
kardeş: seninle aynı aileye mensup olduğum için.

itiraf edeyim.moralim çok bozuldu.şaka yapmıştım sadece :((

18 Nisan 2010 Pazar

birtakım mevzular

bazı şeyler oluyor. bazı şeyler olmuyor. saygılar ve sevgiler. severek başladığım bir işten nefret etmeye başlıyorum bir anda. geç kalınmışlık hissi geliyor zihnime oturuyor, neden nasıl oluyor bilmiyorum. her şey heves olarak kalıyor. gençler özenmiş olarak kalıyor. böyle olunca da sinire kesiyorum büsbütün.

tamam bir yazı yazılmalı, kafa dağıtılmalı. birtakım şeyler kötülenmeli. birtakım şeyler estetiğe büründürülüp imkansızı isteme eşiğine getirilmeli, ideal'den kopulmalı sonra. tamam o konu. sonra neden küçümsenmeli ki ideal'in etrafını dolaşmak? neden taştan adam yontmaya çalışıyor bu zihin? neden sürekli "yüce o" yaratılıyor? 

seni çok özlüyorum. bir şeyleri, özlemek noktasında suyun altına daldırıyorum, kabarcıklar çıkararak boğuluyor. seni özlüyorum diyorum, ne bileyim. hem hüzünler oluyor kimsenin hüzünlerine benzemiyor. utanmadan kimseye benzetemiyorum kendimi. bundan utanıyorum. bir ortak nokta bulsam da sırnaşsak diyorum, ne bileyim. gitmiyor o huzursuzluk duygusu. sürekli bir şeylere abanarak hayat yaşanmıyor, kötülemeyle, kendini alıkoymayla bir yere gidilmiyor. biliyor musun özlü sözlere kaptırıp öyle yaşamalı hayatı. şöyle olmalı, iki şeyden sakınacaksın. iki şeyi çok iyi bileceksin. böyle şeyler olmalı, prensiplerin filan olmalı. "asla"ların olmalı, "her daim"lerin olmalı. ama benim her aydınlanmada zihnim bulanıyor, nasıl olacak? "asla"larım olamıyor, "ben olsam"larım da olmuyor. seni çok özlüyorum bu yüzden, sen bir "asla"ydın, "ben olsam"dın. ben de "olabilir"im. 

bu değil. bu huzursuzluğun kaynağı bu değil. kimsede suç yok. "sorun sende değil bende". soruyorum, sorun kimde? kim saklıyor onu içinde? ben saklıyorum ama nereye sakladığımı unuttum. ne zaman " aha hatırladım" desem, yanlış yeri kazıyorum, başka şeyler çıkıyor altından. insanlar ve eşyalar çıkıyor. anlamsızlıklar ve meseleler çıkıyor. ben de oturup meseleleri çözüyorum. hiç anlatamayacağım kusuruma bakma kendimi. ben sana çok şeyler anlatabilirim, sıra kendime gelince, beni "ondan" dinleyeceksin. 

korktuğum bir şey var bohem bir hayat yaşayacağım. korktuğum çok şey var insanlardan uzak ve insanlarla yaşayacağım. bunu da anlatamayacağım kusuruma bakma. bazı şeyler varoluş sorunu olarak kalacak, ne bileyim. fıtrat meselesi mesela? ben oturup bunu düşünüyorum kaç gündür, fıtrat diyorum yaratılış ve varoluş meselesi. bazı insanlar hepten yanlış geliyor bana. ben de yanlış bir insanım, sıra kendimi kötülemeye gelmedi sakin ol, ben daha çok şeyi kötülemek zevkini bir kenara bırakıp kendimi kötüleyecek değilim. 

gelecek konusunu zerre umursamıyorum. şimdi'yle bir sorunum var, onu halledebilirsem yarın size geleceğim. çay yapın iyi oluyor hoşuma gidiyor. şimdi'yle ciddi bir sorunum var ve biz hiç anlaşamıyoruz. biliyor musun? bilmiyorsun. en iyisi ben sana dün izlediğim filmden bahsedeyim. nasılsın? tamam zevzekleşmeyeceğim, düzgün bir yazı ortaya koymak derdindeyim. ama bir yandan da düzgünlüğüne laf ederim, samimiyetinden şüphe eder, olmamışlığına giydiririm. bir şeylere acayip kızarım elbet. 

insanları seyretmekten sıkıldım. sıkılmadım. yoruldum. yorulmadım. yorulayazdım. metafizik sorunları insanlar üzerinden tartışmamayı bir becerebilsem? öznesi insan olmayan bir düşünceye yüklem yapacağım seni. o zaman ne şairane işler çeviririz ve bir sonraki yüzyıla kalırız, adımız olur, şimdi'yle sorunumuzu yarın tartışırlar. 

anlatamadığım zaman satır atlıyorum zihnimde, kimi kandırıyorsam? en çok gökyüzünü kandırıyorum haberi yok. okunacak çok şey var canım sıkılıyor insanlar ne çok şey yazmış? şu tanrıya da söyleyiniz özene bezene yaratmasın dişileri, çok canım sıkılıyor onları nefes alırken görünce. tipime bakıyorum giderim yok gibi, gelirim de yok, o halde ya yazar olacağım ya bilim insanı, ya da aşık? hangisini olayım? tipime özene bezene bakıyorum, bir şeye benzetemiyorum. özgüvenime bakıyorum, nasıl olur her şeyi kadirim ben? nasıl olur söyleyiniz dostlarım, ne bileyim. kibir diyorum, nasıl olur? 

bazı kelimeler var ben onlara çok kızıyorum. "bazen" mesela. bazen sen çok yanlış bir kelimesin. "iyidir" sana da epey kızıyorum. bazen, iyidir, olur, tamam, mükemmel, hepinize kızıyorum haberiniz ola. 

ne anlattığımın hiçbir önemi olmuyor ya, ben o anda kendim oluyorum. bir şeyler anlatıyorum ve de hiçbir anlama gelmiyor, bir araştırmacı beni araştırsın ve de neyi nasıl anlattığımı kitaplaştırsın. iyi olur hoşlanırım (burdan başlasın misal, "iyi oluyor hoşlanıyorum" sözü turgut uyar'ın göğe bakma durağı'nda geçiyor, burdan yola çıksın). 

ben aşık olamıyorum. konu bu değil, geç. ben aşık olmak istiyorum. konu bu değil, geç. ben bir şeyler olmak istiyorum. konu bu değil, geç. ben bir şeyler olmak istemiyorum. konu bu değil, geç. ben huzursuzum. yazının ana teması bu, sarı. (burdan devam etsin, sarı dediğimde "bekleyiniz" diyorum). ben iflah olmaz bir huzursuzum, fıtrat diyorum, karakter meselesi diyorum. 

ben şey diyorum, "ben onun her adımındaki kararsızlığı sevmediysem namerdim". ben iclal aydın'ın tekrar popüler olmasından çok korkuyorum. lütfen. 

15 Nisan 2010 Perşembe

moda insanın kendine yakışanı giymesidir #4#

hippi giyim tarzının biraz sıkıcı olduğuna karar verdim. gelinliklerle devam ediyoruz.

sanki nikah dairesine değil de roma kraliçesi tahtına gidiyor tipsiz ya!

eh işte fena değil. ama bu modeli kullanmak için, nasıl desem, biraz dolgun göğüslere ihtiyacınız var sanırım. yoksa zor be hacı!

ya bu model güzel işte. bu gelinlikle truvalı helen gibi olabilirsiniz sevgili genç kızlar ;)

ya yorum bile yapamıyorum. güldürmeyin insanı. tavus kuşu gibi.

perdeden geinlik yapsak daha güzel olur kur'an çarpsın!

saç modelinin çirkinliğinden gelinliğe konsantre olamadım ama şu karpuz kol olayı çok güzel. sade işte. evleneceksen böyle evlen bari!

that's my favourite! nostaljik ve güzel. hell yeah!

geçen gece çarptığım duvar

salı gecesi saat 2 gibi elektrikler gitti. mutfakta elimde sigarayla kaldım. ocağı açtım mutfağı aydınlatmaya çalıştım. sigaramı bitirdikten sonra mutfaktan odama doğru itinalı adımlarla yürüdüm. ah o duvar. itinalı olmak bir duvara çarpmayacağınız anlamına gelmiyor, burnumu duvara vurdum. burnunun dikine gitmeyeceksin bu hayatta. geri adım atayım derken koltuğun kenarına ayağım takıldı sendeledim ve düştüm. o an elektrikler gelmesin diye dua edecektim neredeyse, kendimi o halde yarı ölü bir durumda 100 watt ışık altında görmeye tahammül edemezdim. yerde kıvranırken elimle koltuğu buldum ve oturuverdim. karanlık dedim sana bir mum lazım bir de karakter. demek beni arkamdan vuruyorsun ha? kalleş! sinirlendim ve koltukta uzun süre oturdum. ceryanların gelmesini bekledim. gelmedi. sonra geldi ama vakit geçti.

burnum ne güzel de acıyordu. gözlerim de bu acıya gözyaşı döküyordu. karanlıkta oturduğum koltuğun neresindeydim tam olarak bilemeyeşim, salonun hangi köşesindeyim kestiremeyeşimle beraber sigara yaktım tekrar. duvarlardan hangisi bana çarpmıştı uzunca düşündüm. ümraniye'de bir evde bir duvar bana çarpmıştı, koordinatlarını çıkardım, etrafını kolaçan ettim, artık bu duvara çarpmayacaktım.

duvar: ben kendimi göremiyorum ya sen?
çarpan: ben senin orda olduğunu biliyordum ama burnuma bunu anlatamadım.
duvar: beni görüyor musun sahi? neye benziyorum?
çarpan: bir kelimeye benziyorsun, sana duvar diyorlar, birçok şeye benziyorsun ama en çok bir kelimeye benziyorsun. burnuma çarpmış bir kelime.
duvar: özür dilerim canını acıttım.
çarpan: senin bir suçun yok ben çarptım, asıl ben özür dilerim, bir yerine bir şey olmadı değil mi?
duvar: asdfjasfasfasf
çarpan: :))))))))))))))

moda insanın kendine yakışanı giymesidir #3#

söz verdiğim gibi moda yolculuğumuza stradivarius ile devam ediyoruz.





fotoğraflardan da anlaşıldığı üzere stradivarius'un bu yılki 2010 kreasyonu ressamlara hitap ediyor. bir elimde tuval, bir elimde guaj boya, umurumda mı ki bu dünya dostlar!

bahsettiğim üç markada da ayakkabı modellerinin birbirinin aynısı olduğunu fark ettim. bu da demek oluyor ki, bu yaz topuklu gladyatör ayakkabıya doyacağız.

az sonra hippi modelleri ile karşınızda olucam. bekleyin!

14 Nisan 2010 Çarşamba

8.10 Vapuru

Sesinde ne var biliyor musun
Bir bahçenin ortası var
Mavi ipek kış çiçeği
Sigara içmek için
Üst kata çıkıyorsun

Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Türkçe var
İşinden memnun değilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar

Sesinde ne var biliyor musun
Eski öpüşler var
Banyonun buzlu camı
Birkaç gün görünmedin
Okul şarkıları var

Sesinde ne var biliyor musun
Ev dağınıklığı var
İkide bir elini başına götürüp
Rüzgarda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun.

Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki
Ama günün bu saatinde
Anıt gibi dururlar

Sesinde ne var biliyor musun
Söylenmemiş sözcükler var

12 Nisan 2010 Pazartesi

moda insanın kendine yakışanı giymesidir #2#

saykodelik moda yolculuğumuza mango ile devam ediyoruz.



şimdi dostlar. türk kadınının standart boyunu düşündüğümüz zaman bu kıyafetler bize gülünç gelmektedir. boyunuz 1.70in altındaysa sakın o ortadaki mankenin giydiği bahçıvanımsı şeyi giymeyin. güdük necmi gibi olursunuz. insan içine çıkamazsınız. benden söylemesi.
bir de şu dikkatimi çekti. bu mankenlerin her birini üstündeki aksesuarlar olmaksızın düşünün. pek bi numarası kalmıyor gibi. bilmiyorum, ben böyle düşünüyorum.


bu ne lan? off mango ya, şaka gibisin. bunları bana bedava verseler giymem. hele ortadakine hiçbir şey demiyorum. bornoz gibi şeyi bize 1423543674876543 liraya kakalamaya çalışıyorlar. yemezler!


ne kadar umursamaz bir yapıya sahip olsak da bir yerde antimilitarist olduğumuz gerçeğini yadsıyamayız canlar. bu nedenle mangoyu kınıyoruz. hayır yani, bence de yeşilin her tonu çok güzel ama haki de bir yere kadar.


şu ilk fotodaki elbisenin aynısı fındıkzade pazarında 20 lira. mangoda kimbilir kaç lira? kerizliğin lüzumu yok.

bu arada scarlett salağı mango'nun yeni sezon mankenliğini dree hemingway'e bırakmış. bir aptal sarışın gitmiş, diğeri gelmiş. orda gül gibi penelope dururken. salak, yemin ederim gerizekalı bu modacılar.

yolculuğumuz stradivarius ile devam edecek. merakla bekleyin.

moda insanın kendine yakışanı giymesidir.

birkaç gündür çeşitli moda bloglarını takip etmekteyim dostlar. ve benim neyim eksik diyerekten bugün çeşitli markaların 2010 ilkbahar/yaz kreasyonlarıyla ilgili laflar hazırladım. bershka'yla başlıyoruz.


anlaşıldığı üzere bershka'nın bu yılki koleksiyonunda jean parçalar göze çarpıyor başka bişey yok ki zaten lan) bu pantolonu beğendim. ne kadardır acaba? ayakkabı da fena değil. aslında bu ayakkabıyı bi şekilde almak lazım. evde prova yapıp üstünde durmaya çalışmak lazım. mavi elbisem var, ona uydururum.


bu ne şimdi bershka? böyle mi geziyoruz biz sokakta yavrum? buranın türkiye olduğunu unutmuş gibisin. hollanda'ya çevirdiniz ülkemizi! işgalci haçlı orduları! emperyalizmin kucağına oturmayız! devam ediyoruz.


bu ayakkabı çok güzel. vallahi bayıldım. tebrikler bershka.



bence kreasyonun en iddialı parçası bu elbise. yaklaşan yaz tatili, plajlar bize göz kırpıyor. ne hoş!



tipe gel ya. burda şalvar giyip gezsek, aa ne kadar da feodal bir kimse, ne kadar da modernlikten bihaber diye tefe koyarsınız. bershka yapınca ay bayıldım, ne kadar postmodern dersiniz. yürüyün gidin lan!
bershka bu kadar. devam.