28 Nisan 2010 Çarşamba

o'nun hikayesi

fakültenin kapısına geldiğinde sigarasını yere attı. sigarayı bırakmak bir nevi varoluş problemine dönüştüğünden beri bu konu üzerinde düşünmek istemiyor. sigarayı bırakıp bırakmama üzerine yaptığı düşünüşlerin bir nevi felsefe problemine evrildiğini farkettiği an, neden yaşamak için bazen birşeylerden fazladan ödün vermesi gerektiğini de anlamıştı.

derslere ara sıra giriyor. derslere girmediği zamanlar ne yapıyor? korkarım bunu hiçbirimiz tam olarak bilemeyeceğimiz. uyuyordur belki bol bol. uyku en iyi kaçış yöntemidir, quotesini okuduğundan beri belirgin bir uykusuzluk hasıl oldu bünyesinde. safi bu durum bile sizin onu anlama işinizi biraz kolaylaştırabilir. (onu anlamak başlı başına bir iştir)

arkadaşları vardır. kimini çok sever, kimiyle öylesine arkadaştır. çok sevdikleriyle zaman zaman çok büyük ayrışmalara girer. biriyle çok vakit geçirmenin olağan bir ayrılık sebebi olduğundan hemen hemen emindir. bu nedenle çok samimi olduğunu düşündüğü insanlarla, doğru zamanın geldiğini anladığında bir bahane bulur ve kavga eder. genelde karşısındakini kendi hayatına fazlaca müdahil olmakla suçlar, yönetildiğini hissettiği an tiksindiğinden bahseder ve karşısındaki insanı kırar. kendisi de kırılır belki. ilk önce bünyesine rahatlık çöker, ardından pişmanlık, en sonunda da ben çok yanlış bir insanım zaten diyerek işin içinden sıyrılır.

belirli aralıklarla-genelde bir hafta- bundan sonra ne olacak, sorusu üzerinde düşünür. yedi yaşından beri hayatı sorguladığını anlatan bir arkadaşından dolayı, yedi yaş ve sonsuzluk ikilemi arasında kaldı. attığı ve atılan tüm adımlara insan cephesinden değil de tanrısal bir düzlemden bakmaya çalıştı. başka türlüsü acizlikti, yapamadı kuvvetle muhtemel. kendi sınırının farkında olsa, belki o sürekli küçümsediği insan kalabalığı içinde yer alabilecekti, bütün dışlanmışlık hissi ortadan kalkabilecekti. kendi sınırının farkında olmayı en başta edebiyata ihanet olarak görürdü. olmadığın birini yaratmanın karşı konulmaz cazibesini çok küçük yaşlarında farketmişti. olayları, sözle değil kelimelerle ve kafasındaki hayali bir daktilodan dökülen cümlelerle ifade etmeye başladı. bu zaman zaman sıkıntılı bir hal alıyordu. çünkü hayati fonksiyonlarını yerine getirmekte zorlanıyordu. ağzından çıkanlar, kafasında dönüp dolaşanlardan katmer katmer farklıydı.

içiyle dışının her zaman birbirinden farklı olması da tam bu zamana denk gelir. hiçbir zaman gerçek anlamda ne hissettiğini anlatamadı. insanlara fazladan değer vermediği halde anlatamadı. insan eksiltmenin manevi boyutuyla değil, dünyevi boyutuyla ilgilenirdi. oysa hep tam tersini iddia etmiştir.bu insan,teoriyle pratiğin en iflah olmaz uyuşmazlığının boy gösterdiği somut bir örnekti. fakat onu kitaplardan okuyamazdınız. yazılmasına izin vermedi. çünkü hiç renk vermedi.

çizgi filmleri severdi. vurdulu kırdılı filmleri de severdi, yanlış anlaşılmasın. ama çizgi filmleri daha çok sevdiğinden olsa gerek, küçükken sevilen her insanın aynı derecede sevgiyle karşısındakine cevap verdiğine inanırdı. aksi aklına bile gelmezdi, dünyasında bu yoktu. o yüzden annesi 'inşallah senin çocuğun da sana aynısını yapar' dediğinde, normalden fazla hayal kırıklığına uğradı.ikinci normalden fazla hayal kırıklığı, bakışlarına aynı şekilde karşılık verilmediğini gördüğü ana denk gelir. biraz ağlamıştı, evet.

zor bir şey onun öyküsünü yazmak. ama hep denemeye gönüllü birileri olmuştur.

tbc...

Hiç yorum yok: