öyle ama bak. bazen benim dediklerim senin hayatın oluyor. nasıl ki sen, artis artis saçlarımdaki jölenin fazla kaçtığını söylüyorsun; aslında bunu kendi saçların için fazla görüyorsun falan. hmmsf. yok lan. sen iyisin "dur gözünde bir şey var" adamısın! sana ne lan benden? hmm? "abi uyanamadın mı? içtin mi yine?" ne oluyoruz kardeşim? hmm? sen neden bu kadar benimle ilgilisin. gay misin sen? hoşlanıyor musun benden? "lavoboya gidelim mi?" derken, abi tipin kaymış farkında değilsin mi demek istiyorsun? pisuvara işerken pipimin seninkine oranla nasıl göründüğünü mü merak ediyorsun? seni hiç sevmiyorum.
`sigaran var mı lan`?
bundan birkaç sene evvel, yeni bir dünya [brave new world] yaratmamış değilim. o dünyanın insanları ile bu dünyanın insanları arasında mekik dokurken, sanırım bazı insanları seçerken eklektik davranmadım. insan seçtiğimiz hayvan pazarlarında çok gezdim ben. işte o dönemde tanıştım bu endosperm yaşayışı benimsemiş insanlarla. sabah evlerinden çıkıyorlardı, işe okula, kursa, dikişe, dolaşmağa çıkıyorlardı; akşam eve dönüyorlardı, onları bekleyen televizyon, sehpa, kahve, saatin daha 9 bile olmaması vardı. küçücük bir yaşantıda, dış dünyaya kapadıkları çehrelerini görmek için aralarına girmem gerekiyordu. neydi onları bir sehpa bir televizyon bir koltuk bırakan? onlar mı tercih etmişlerdi, yoksa tercih edilmiş miydiler? aralarına girdim, karanlık bir odada yön bulma becerisi sıfır olan bir insan olarak gör beni, öyleydim. göremedim yüzlerini, oysa sokakta görsen bu insanları ihtimal vermezsin endosperm olarak yaşadığına. ama ihtimalleri sikeyim.
korkaktılar, düzenleri [içine girdikleri döngüye düzen diyorlardı, daha bülent ecevit'e peki ya "düzenler" diye çıkışmamıştı birisi] bozulmasın da ne olursa olsun. aman bebek ağlamasın, aman hastalanmayayım, aman aşık olmayayım, aman operaya gitmeliyim, aman aman sıraya koydun bizi zaman. düzgün kenarlı çokgenler gibi insanlardı, aralarında sıkılmadan edemedim. akşam olduğunda, akşam olduğunu belirten ritüeller yapan, sabah olduğunda horoz öttüren insanlardı. öyle bir zırh geçirmişlerdi ki üzerlerine, o zırhı delip geçen kurşun anafartalarda atatürk'ün köstekli saatine çarpmamış değildi. 4llah'ım bu nasıl olabilir diye düşünürken, endosperm insan'dan birinin çok yakınındaki bir dal kırıldı. ne dalı? akın birdal'ı. sen şimdi bu insanın paniğini gör, [yazdıklarımı "sudan çıkmış balığa dönmek" şeklinde özetleyen atalarımızı kınıyorum, piçler madem o kadar kısaydı neden kompozisyon dersinde uzun uzun açıklatma gereği duydunuz bize, annesi sevişmişler yahu]gözleri bana çevrildi. peki dediler "sen nasıl böyle dalsız budaksız yaşıyorsun. biz maymunlar olarak tutunacak dalımız olmadığında güvende hissetmeyiz kendimizi, yoksa annemizi sikenzlerrrr". ben o an, endosperm insan'ın çaresizliğini görünce sevindim, ateistlerin içindeki o derin boşluğu hissettiklerini anladım, yaraklar, kendilerine telkinlerde bulundum. niçe okuttum, su içirdim, beraber insanların yaşamlarını altüst edelim dedim. korktular. eski düzenlerine devam etmek istiyorlardı, bunun için çok büyük bir dayanakları da vardı "hafıza kaybı yaşıyorum" taklidi yapacaklardı. yapmayın etmeyin dedim. tekrar o zırhı giydiler. bir büyük darbe daha onları hiç toparlanamayak hale getirecekti biliyordum, fakat o darbeyi içlerinden biri olarak ben vurmalıydım, o zaman daha büyük yara alacaklardı. \m/ yaralayacaktım orospu çocuklarını. adam olacaklardı. bana eşyanın tabiatına uygun davranmayı öğütleyemeyeceklerdi, kendime bir zırh edinmemi, o zırhın içinde kendimi şahane hissedeceğimi söyleyemeyeceklerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder