kaç gündür, bak kaç gündür, kız bloglarına özgü başlıksallara bir şeyler yazasım var. "sıkıntı :((" diye bir yazı başlığına atarlanmalar yaşıyorum. düşündüklerim, düşüncelerim, taşınmaz mal gibi beynimde yer ediyor. diyorum, aforizmaları olan bir kız blog yazarının ortalama bir yazısı 1383882 tane yorum alır. zaruriyetten sıkıntıyı, ":((" bu ifaden ayrı düşünemez oldum. başağrılarım artıyor düşününce bunları.
biz de sıkılıyoruz abi. sıkıntılardan devşirme transformasyonlar da yaşıyoruz elbet. birden aktarların olduğu bir sokakta binlerce çeşit koku tarafından esir alınıp da, hepsine burun kıvırmak gibi. -bizim de benzetmelerimiz var- ne zaman işte otursam, yazının, mizahtan ayrıştığı, mizahı içeriklemediği bir ağır abi yazısı yazmaya hallensem ":((" ifadesi gitmiyor. gidemiyor bir yere. çünkü sıkıntıyı üzülmekle kemikleştirip, imdat çağrısında bulunmak refleksif bir dışavurum. sanki ":((" ifadesi imdat çağrısı. zile basıp kaçıyorsun.
"ben kadınları anlamıyorum abi". çotank diye böyle bir laf etsem ya, olaylar aktarsam, sizleri de olayların içine çeksem, stendhal olsam bir an, dedikodu minvalinde magazinel kalacaksınız olaylara işte. sıkılmış olduğumu ele almayacaksınız, "kim kimi nasıl"a odaklanacaksınız her daim, kim kim ki lan?
zen var mesela, zenperest oldum ben de. konuşuyoruz, sarılıyoruz, hayallere ortak oluyoruz. bir tartışmadan sonra suyuna gidiyorsun, sevdiği şeyleri ayağına seriyorsun, normalde yapmaya mecalin olmadığı şeyleri, "aga bu sefer olacak değil, olmalı" şeklinde yapıyorsun. yaptığın her şey geçiştirme olarak algılanıyor, hafızadaki turşulanmış printscreen'lar orda duruyor, alıp yırtamıyorsun. hemencecik önüne koyuyor. zen böyle yapıyor, ben onla restleşmek istemiyorum. restim terstir benim. bak şuraya ":)))" koysam ne güzel, ne kadar anlamsal bütünlüğü olacak.
zen'le oturuyoruz, beni konuşturuyor sürekli, bazen kendimi selim ışık gibi hissediyorum, bakıyorum zen'e, yanımda duruyor, canlı kanlı duruyor, arada bir başını göğsüme gömüyor. orda duruyor öyle, olayı algılayamıyorum. yapacak hiçbir şey yok. zen orda öyle durmasa, hissetmesem yakınlığını, aramızdaki sevgi bağları birden kopsa diye metafizik kitaplarındaki ampirik uyarlamaları canlandırıyorum, sonuç bir yere bağlanmıyor. düşününce, zen'in varlığı, zen'den bağımsız gibi, zen var ve öylece takılıyoruz. eve gidip yemek yiyebiliyor mesela, ben evde yemek yediğini bilmiyordum. asdfajfafjsd?
aasdfjasdfakf olmayacak yapamıyorum. aşık adamın "sıkıntı :((" başlıklı yazısını bir türlü yazamıyorum. leyl ile mecnun'a giden bir betimleme yapamıyorum, selim ışık'ı araya sokarak ne kadar dengesiz bir insan olduğumun bilincine varıyorum. zen'de bilir ne kadar dengesiz ama dengeleyen olduğumu. zen her şeyi bilmekle yükümlü, ampirik açıklamaları var: "böyle dedin... böyle yaptın... şimdi de böyle yapıyorsun?" ben hala samimi bir şekilde zen'in yanımda durup öylece ağzımın içine bakmasını algılayamıyorum.
başa dönersek kız blogundaki sıkıntı, üzüntü, sarsak, kemal derviş yazılarının neden gökteki yıldızlar gibi insanın içini ferahlattığını, ya da insanı kara delikler gibi içine çektiğini algılayamıyorum. -astronomi terimleri de iç açmak, iç karartmak minvalinde yazıda yer buluyor ya ne güzel- hakikaten saçma diye düşünsen de, -hadi itiraf edelim heeheheh- içine giriyorsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder