<<şu anda, en fazla tutulan müzik tarzlarından birisi de, punk ve funk müzik>> diyor, mazhar alanson.
1 ağustos 1980'nde trt:
15:50 olimpiyat oyunları (özetler)
17:00 olimpiyat oyunları (naklen yayın)
20:09 olimpiyat oyunları
20:30 haberler
21:23 gecemiz
22:08 tıp dünyası
23:10 olimpiyat oyunları (naklen yayın)
honki ponki makyajı: bir süredir ilginç bir makyaj yapıyor şenay. ve, bu makyajı ile ilk kez ramazan ekranınında çıkacak karşımıza sanatçı, bu makyajın adını soranlara, 'honki ponki' diye yanıt veriyor.
zerrin özer: "ben şımarık değilim"
ağabey: "ben burda değilim"
24 haziran 2006 cumartesi saat 23:00 suları: gökyüzünü fareler sikti.
25 mayıs 2006 salı saat 15:00 suları: bir kız bir sandalyeyi tekmelemiş olabilir.
3 aralık 2005 cumartesi saat 20:00 suları: god severdi king.
ve her şey olabilirdi bir zaman diliminde. her şeyin olma ihtimali yaşatıyordu insanı. oysa, olmayanlar?
ve güzel bir gün vardı, tüm zihinlere akabildiğim! sonra? sessizlik. ya sonra? sensizlik. ya sonra? kelime oyunları. ya sonra? duvar mnskyim, duvar! duvarın dışı, yüzünün dışı gibi, ellerinin dışı gibi! duvar! anladın mı? ya sonrası duvar! duvarın sonrası... deliler!
3 ağustos 1980 müzik listeleri:
1-bekle gülüm - kayahan
2- honki ponki - şenay
3- bizim mahalle - ersan erdura
4- hekimden sorma - zerrin
5- söyle canım - erol evgin
6- another brick in the wall - pink floyd
7- benimsin diyemediğim- nükhet duru
8- new mexico - sammy barbot
9- boş vere vere - ferdi özbeğen
10- diamonds for breakfast - amanda lear
diyorum deliverenler, buğday sarıları, iksirmek, arım balım eteğim. ilgimi dağıtıyor ilgisizliğiniz. don göynek caddeler boyu, koşanzadeler. adamlar eskiyor, yüzleri doğal afet. yapıyorum bir şeyler, anlatamadığım zaman diyorum ki elektrikler kesik. oluyor işte öyle, bakıyorsun ulaşım yok beyinlere: seri akbil sesleri, türbülansa giren pilotun kalp atışları. diyorsun ki benzetilmeye muhtaç duygulanımlar. börtü böcek aşk oluyor, eksik bir anı acı oluyor, sosyalist fotografide kadınlar çocuk emzirirken hep hüzünlü bakıyor.
yahu diyorsun ki, içerden kanayan neşterli yaralar duvarların dışında kurtçuklanıyor. leş bir görüntü, tahammül edemiyorsun. sefalet ve sefalet terminolojisi her yeri ataşlıyor: "zaruret 16 yaşında, berdel ile hardal olmuş, kanamaları var kocası hayvanmış, eğitim doğu illerinde şart." ekrana bakıyorsun mal mal, atarlanmalar oluyor, transformasyonlar oluyor hiç tanımlanamayanla vicdanın arasında. vicdan meselesi bazen gözyaşı dökmek, vicdan bir meseleden öte değil: gözyaşı ise karakalem bir çalışma.
diyorum ki zaruret16yaşındabirdramhikayesi'ne, kemikleşmiş ultraviyole hassas damarlanmalar yaşamamak gerek. her hikayenin acısı, hikayeden sonra gelir.
bazen kasıtlı olarak anlatamayacaksın ki edebiyat sanıp kendini yormasın kimse. böyle olmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder