12 Ekim 2009 Pazartesi

bekleşenler


kaçmanın özüne ineceğiz, kızıl dereceye kadar ısıtıp; burunlarınızın koku alma eşiğini kırana kadar kokutacağız ortalığı.

...bundan yıllar önce kaçmak derken, insanların zorunluluktan terketmeleri akla gelirdi. bulunduğunuz, önceden kurtarılmış bölge ilan ettiğiniz yerleri, sizin elinizden zorla almaya çalışan, ya da sizi oraya layık görmeyen, laik görmeyen insanların baskısıyla uzaklaşırdınız mazlumca; bir dere kenarında pir sultan abdal gibi sazınız elinizde türküler söylerdiniz yurt özlemiyle. bunu kimler yapmamış ki? salman rushdie'den tut, nazım hikmet'e, ahmet kaya'ya kadar bir sürü insan. ya sanatçı değilseniz? eheh, nasıl ifade edeceksiniz kendinizi? saçmalamayın, ölürsünüz mazallah sanatçı olmazsanız; kaçmak adamı sanatçı bile edebilir, kaçarken sansasyonel bir insan bile olabilirsiniz; gün zileli? hayatınız her döneminde belli bir miktar toprağı özleyeceğiniz gerçeğinizi yadsımayınız. benim dedem, istanbul'da bir araziye gece kondunduğunda; o arazinin üzerinde anadolu otobanı geçmiş, hala o gecekonduyu özler dururdu. ellerine bir miktar para, ya da bir miktar toprak vermişler başka bir yerde, ama bu adamların toprak sevdası nasıl anlatılır ki? adam o gecekonduyu mütemadiyen özlüyordu.

dedemi şeyapmayılım şimdi, akıllı olsaydı şimdi içerenköy'de 10-15 daire sahibi olabilirdik. neden olamadık dede?

zorunlu kaçışları geri plana itiyorum. bunun sosyolojik, ekonomik, siyasal, kültürel patagonojik özellikleri var; kasınç bir konu, üzerine düşününce hep kaçanlara hak vermekten sıkılırsınız. kalan sağlar da sizin olsun.

ilk kez evden kaçtığımda, suçluydum; suçumu unutturmak, affedilmek kaygısını taşıyordum. sanırım 9 yaşındaydım. amcamın oğlunu (emmi cücüğü) döverek bayıltmıştım, öldü sanmıştım; ölmemiş gavat, daha fazla callahan aparkatları yememek için bayılmış. aferin koçuma benim.

kaçış alabildiğine uzun sürsün istiyordum; bu kaçısın bir de saklanma evresi var. whiskey in the jar. evin uzağında bir yerde saklandım, acıktım, susuzladım, korkuladım, köpek seslerine titredim, özür dilemek istedim, ellerimi cebime sokup kıvrıldım karanlık bir köşeye, beni bulmaları imkansızdı. fakat nothing is imposibble'dı. onlar da bir telaşa kapılmıştı, önce nasıl olsa döner, sonra biz onu döveriz hayalleri kuruyorlardı; dönmeyeceğim anlaşılınca ellerinde fenerlerle aramaya başlayacaklardı. [çok iyi biliyordum atacakları adımları, kaçmak biraz da geridekilerin adımlarını takip etmektir] gecenin ilerleyen saatlerinde arka sokaklarda başıboş dolaşırken, bir fener ışığı gözümü aldı; sonra adımlar büyüdü, üzerime kapanıp yakaladılar beni. bir hayvan gibi yakalandım. dudaklarım çatlamış, yüzüm solmuştu, saçlarım kirpas içindeydi. herkes derin nefesler alıyordu, "su" dedim, verdiler; yemek dedim verdiler, bisiklet dedim siktir lan dediler. dayak dediler, yok sağolun kullanmıyorum dedim.

içlerinden akşam uyusun, sabah kalkınca döveriz diye hayaller kuruyorlardı biliyordum. emmioğlu ölmemiş rahatlamıştım. uyudum. güzel dövmüştüm çünkü.

...kaçışların korkular, zorunluluklar üzerine olduğunu sanmaktaydım. insan kaç sebebten kaçar efendiler? sonra öğrendim ki 1 ile 2 arasında bile ebesinin amı kadar reel sayı varmış, 1.1, 1.2, 1.3 bunlardan bazılarıymış; demek ki kaçmak için de milyonlarca sebeb vardı, ben sadece ikisini tatmıştım.

sonra sonra buzul çağının ardından modern insanın ortaya çıkışı gerçekleşmiş. mu kıtasındaki abilerim ablalarım ölünce, tibetteki mağaralarda tabletleri geriye yadigar kalınca, modern insanın korunma içgüdüsünü aştıktan sonra, bağlılık yasası ortaya atılınca [bu yasanın özünde insanlar birbirlerine sözler verip, bu sözleri tutuyorlar, bu sözlere bağlı kalıyorlar; ya da içgüdüsel bir bağlılık vardı, insanlar birbirlerine ölene kadar refakat ediyordu. isa'nın hristiyanlara refik olduğu gibi.] bu yasanın koşullarına katlanamayan birtakım insanlar çıktı. narcissus, bencillus, bilmem neus insanları türedi; sorumluluk sahibi değillerdi, sorumluluk sahiplerini yoldan çıkarıyorlardı, ot çekip dünyaya sataşırken gözaltına alınmıştı bir kaçı. evliliğe, arkadaşlığa, dostluğa, aynı araziye yanyana binalar [tek duvarı ortak] dikmeyi reddediyorlardı, 60 kişilik sınıflarda okumuyorlardı, müstakil evlerde, müstakil yaşıyorlardı. yalındılar, üzerlerine fazladan giysi almıyorlardı en soğuk günlerde bile. kedileri yoktu, köpekleri yoktu; kendi beyinlerini dinliyorlardı. tüm gün zorunlulukları yerine getirip, sonra da zevklerine dalıyorlardı. o kadar uzun zevk-ü sefaya daldıkları oluyordu ki, diğer insanlardan daima genç görünüyorlardı. dünyanın tüm bağımlılıklarından kaçarak, ferrarisini satan bilgenin oğulları oluyorlardı. bu adamların bohem yaşantılarını kıskanan insanyus domesticuslar, onları düşkün ilan etmişlerdi; amaçsız ilan etmişlerdi. domestiklerin bu acayip yaşantıları da, müstakil insanlarımıza saçma geliyordu.

kaçtılar. onları insan içinde göremedik, bir sevgilinin göğsünde uzanırken, bir markette hesabını bilerek alışveriş yaparken, bir ev almak için para biriktirirken, pazar akşamı muratlara giderken, gece zorunlu seks yaparken, çocuklarını okula bırakıp -dan alırken, ölesiye titiz giyinirken, akşam erken uyuyup sabah erken kalkarken göremedik. başka bir zamanda başka bir diyarda yaşadılar kanımca. ya biz? biz kaçma özürlü olduğumuzdan, doğuştan hırslarımız, alacak öclerimiz, süperegolarımız, süperherolarımız, kalkık götümüz olduğundan kaçamadık. nasıl da hayrandık falanın oğlunun arabasının kaç model olduğuna? parayla olan ilişkimiz sayesinde her türlü deliği açabiliyorduk [delikler çeşitli çeşitli düşünebilir], tabii ki bu eleştirileri, yani bize yapılan eleştirileri de biliyorduk, ama ne yapabilirdik? bu düzen böyle kurulmuştu. böyle-mariotte kanunu. şarkı tutturduk, böyle gelmiş böyle gidecek, ne korkacağım vallah? valhalla? [şarkının sözleri duruma uygun değiştirebilir, fakirseniz "korkarım vallah", zenginseniz "ne korkacağım vallah" diyebilirsiniz, sizi bu konuda özgür bıraktık.]

domestik insanlardan da kaçtık. sırada ne kalmıştı? bakayım, kendimizden kaçmak. hmm.

o daha ileri bir aşama, kendimizi bırakıp kaçmak için önce kendi suretimizi yaratmalıyız; yani ortada bir "ben" olmalı ki, o beni bırakıp gidebilelim. daha kendi benliğini oluşturamamış insanların kendilerinden kaçması zor, kaçtıkları şey kendileri olmayacak hiçbir zaman olmayak; onlar korkularından ya da zorunluluktan kaçacaklar. onlar kim lan? ne bileyim olm.

iran'a laiklik geldiği gün, herkes kendinden ve çevresinden kaçmayı bırakacak diye ummuyor değilim.

Hiç yorum yok: