31 Ekim 2009 Cumartesi

can't take my eyes of you

hani bazı adamlar vardır ya herşeyin farkında gibi. onlara söyleyeceğiniz her kelam gözünüze değersiz gelir.onların yanında hep suskunlaşmanız bu yüzden.kendinizi baştan yaratsanız yine de onun için yeterli olmayacağını falan düşünürsünüz. ne söyleseniz eksik kalır zaten bunları anlatmaya. içinizden geçeni okurlar. içinizden geçeni yazarlar. neyin ona iyi geleceğini de bilemezsiniz. kendini gizlemeye çalıştığından değil. o kadar başkadır ki cinsi çıplak gözle göremezsiniz.daha da kötüsü kendisi de bunun farkındadır.

sonra bi bakarsınız aynı adam birden olabildiğince insanileşir. nefretlerini görürsünüz, gözyaşlarını, acılarını,zevklerini, arkasına saklandığı herşeyi...
görürsünüz ve geçer. bunlar öyle adamlardır ki anlık dejenerasyonları bile sevimli gelir gözünüze. yine bir laf ederler,yine gülümserler size,yine gülümserler. herşey döner başa. bu kez de siz farkedersiniz herşeyi. ayakları bu dünyadan kesilmiş bu adam, size buraya ait olmayan herşeyi hatırlatmak için gönderilmiştir.

30 Ekim 2009 Cuma

29 Ekim 2009 Perşembe

MJ


izlendi. moon walk yapılmadı. bu hiç hoş değil.

Where Did It All Go Wrong - Oasis

28 Ekim 2009 Çarşamba

25 Ekim 2009 Pazar

şimdi reklamlar

Ahkam 3. sayı nihayet belirdi dostlar. Dergiyi şimdilik sadece Taksim Mephisto'da,birkaç gün içinde de Kadıköy iskelesinin karşısındaki büfelerden sol tarafta kalanda, Beyazıt Zefre Cafe'de, Kadıköy Mephisto'da ve 7 Kasım'da İstanbul Tüyap'ta bulabilirsiniz. Sevgiyle kucaklarım. Hepinizi hem de!

hem sarhoşum,hem yastayım

"ıslanmışsın bir kere oğlum,yaş gününde kuruyamazsın."

23 Ekim 2009 Cuma


...

"işte o anda dahi,delice bir harekette bulunmalarına,anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine müsaade edilmeyecektir. Kendilerini öldüremeyeceklerdir. Onlara anlatılacaktır ki,böyle bir davranış bütün yaşantılarıyla çelişki içindedir.,gerçekle bir ilgisi yoktur;kendilerini öldürürlerse onlar hakkında varılan isabetli yargıları çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar. Bu hiçbir şeyi değiştirmez."

sayfa:206

dünyaya açıldık!

California'dan bizi ilgiyle takip eden sevgili okur! Bin selam olsun sana!

22 Ekim 2009 Perşembe

tavşan dağa küsmüş,dağ kendi havasında!

19 Ekim 2009 Pazartesi

iyice

sabah uyandım, gözlerim uykulu
ah bu sabahlar ki, yeni günün muştusu

erkenden kalktım,kahvaltımı yaptım
güzel görünmek için sana,taktım takıştırdım

yola koyuldum bir güzel, çok efor sarfettim
gül cemalini görmek için, kendi kendime ahd ettim.

geldim amfiye, gözlerim döndü fırıl fırıl
gördüm kıvır kıvır saçlarını,içim oldu pırıl pırıl

sırada sağa sola kayarak çalıştım yüzünü görmeye
eğer o sen değilsen,tası tarağı toplayıp gitmeye

hoca ara verdi nihayet,kıvırcık kalktı yürüdü
göremedim o deniz gözlerini içimi hüzün bürüdü

aşık çingenetor der ki,ben biraz mal mıyım?
sevdiceğimi arkadan görünce tanımaz mıyım?

adı aşkmış,peh!

kavram karmaşasına bir kelime daha eklendi. adı aşk. sevgilisi olmayan hatun repliği gibi geliyor kulağa. yada çok satması umulan bir kitapsıya verilen isim gibi.ama bi dnleyin.

adı aşk'ın içini doldurmaya defalarca niyetlendik. her defasında niyeti bozduk. aşk'ın içi hep gece çıkmalarıyla,gece özlemeleriyle, bir şarkıda hüzünlenmelerle doldu. sanki wish you were here diyebilmek için aşık oluyorduk.

yapacak hiçbir işimiz olmadığında aşık olayım,biraz da şununla takılayım gayesiyle,biraz mantıklıca düşünsek yüzüne tükürmeyeceğimiz insanları kendimize eş ettik. itiraz etmeyin,yaptık bunu. sonra ayrıldık,içtik,hüzünlendik.hepsi birer çizik oldu yüreğimize atılan. (gördüğünüz gibi daha duyarlı mı,güldürüşlü mü yazacağına bile karar veremeyecek kadar dengesiz bir kişiliğe sahibim)

ben ne anlatmak istiyordum ya? ha evet,dostlar, aşk boş zaman uğraşı olmasın artık. kendimizi bir ilişkim yok diye kasmayalım,etrafımızdaki tüm erkeklere-kadınlara potansiyel sevgili gözüyle bakmayalım. daha fazla çirkinleşmeyelim.ol dileğim budur.

selçuklular zamanından kalma outlet center


18 Ekim 2009 Pazar

nihilist eşya sevgisi #2

-sen bilmem ne oğlu, bilmem ne kızıyla evlenmeyeceğini şahitlerin huzurunda kabul ediyor musun?
-eveett!
-ben de sizleri bütün ilan ediyorum.

dünya sağlık örgütü ayaktakımı şubesi

sağlık önemlidir. sağlığa harcanan para sağlıktan daha önemlidir. konsantre öğütülmüş para'nın hangi dev sağlık kurumlarına gittiğini biliyor musun sen? parasını el alıyor, dumanını yel alıyor, geriye ne kalıyor?

cevaplarımız:
merhaba vizyonunu şeyettiğimin sarsak ucuzları sizi, hayatınız para ile şekillenen düzgün kenarlı çokgenlere benzediğinden bizim sizce iğrenç, bizce gayet de hoş yaşamımız sizi kaygılandırıyor. geriye ne mi kalıyor? "sağlık önemlidir" lafından başka bir şey kalmıyor. para önemlidirden başka bir şey kalmıyor. "yazık"tan başka bir şey kalmıyor. neden kalmıyor? sizce en güzel yaşantı sizinki, bizim gibilerin yaşantısı "amaçsız, kuralsız, disipline edilmemiş, başına buyruk, hoyrat" bir yaşantı. ama öyle değil. hiç öyle değil. sağlık sizin tanımladığınız gibi çok boyutlu genel iyilik hali değil, sağlık çok boyutlu bir ütopya. "genel iyilik hali" diye özetlediğiniz şeyin, tutarsızlığı, insan yaşamına uygunsuzluğu bence sizlerin en büyük yanılgısı. diyorsunuz ki "senin yaşantın bir hiç, çünkü sen genel iyilik haline ulaşılacak yaşantıyı sürmüyorsun". eyvellah. yollarımızın ayrı gayrı dünyalarımız farklı olduğunu söylediğinize göre artık, bir orta sınıf gerçeğini daha belirtelim "yaşadığını kanıtla, düzgün giyin, iyi kazan, güzel evlen, güzel doğur". freş mi? freş. sizce bu "genel iyilik hali" mi? bu sizin metafiziğiniz öyle mi?

öyleyse sizlerin sağlıklı gibi görünen özünde suya sabuna dokunmamak olan yaşantınızı ben ne diye kabul edeyim? siz insanlarla, doğayla çatışmamaktan, düşman dost kazanmamaktan, "araya kaynamaktan" yanasınız. bu şekil bir hayat beni sağlıklı mı yapacak? sizce ben de araya kaynasam ve bir takım normaları yapsam genel iyilik haline ulaşacak mıyım? bu mudur o engin reçeteniz? bu mudur değil midir? tabii anlıyorum, esasında herkesin kendi hayatı, ne karışacağız değil mi sarsaklar? sizin o ahlaki normlarınızın kümelendiği evreni sikerim ben. masum duruşunuzu, sebat eden gözlerinizi fotokopiyle çoğaltırım.

lütfen söyler misiniz ben "üç çocuk babası, iki dil bilen, orta gelir seviyeli, iyi aile babası, güzel seks yapan, uyumlu, güleçyüzlü -babaç-" bir insan olunca genel iyilik haline ulaşmış mı olacağım? evet mi? evet tabii. 

16 Ekim 2009 Cuma

kafası güzel sonatlar

bir kedi gördüm sanki,

ey kedi,
kediliğini bir bmw'nin son model jantında kaybettin,
üstelik içindeki bir zenci,
5.cadde new york,
şarap gibi serilmişsin yere,
ölümün bir zencinin penis boyu kadar uzun sürmüş,
can çekişmişsin thom yorke şarkısı gibi.

seni yerden kazıyan,
iyi aile babası stephan ağladı,
senin için peta ağladı,
panter emel ağladı,
ama ben ağlamadım,
şiir yazdım.
leş kargalarına inat,
direndim.
ben bu şiiri sana yazdım.
yerde kemiklerin sızlamayacak kadar ezilmişken!

lûzır alınyazılı sinema filmi

high hopes: insanlar güvenimi boşuna çıkardı. düşün en güvendiğim insan babam, canı sıkıldıkça anneme halleniyor.
the unforgiven: devam et.
high hopes: kazanmak için daha ne kadar kaybedeceğim?
the unforgiven: parsa toplamaya devam, ha?
high hopes: benim dasein'im kaydı, ondan böyle italiğim.
the unforgiven: bana olan "konuşabilmek esaslı" güvenini ne zaman kaybedeceksin? o zamanın gelmesi için sabır-sızlanıyorum. 'yılmaz odabaşı tarzı kelime tahribatı'
high hopes: beni ziyadesiyle yanlış değerlendiriyorsun.
the unforgiven: seni değer-lendirmiyorum, artı değerinle zerre ilgim olmadı. o halde?
[izlanda yöresinden iç burkan bir şarkı ile sahne uzaklığa uzaklaşmakla devam eder]

the unforgiven: ya her şey neden bir acıma hissine kurban gidiyor? "bana vurunuz çünkü ben suçluyum"dan öte, "ben suçu başkasında buluyorum ama bana vurun" ne demek? what ne demek? lütfen, kimse artık, bak hiç kimse artık kitaplara mistik bir kafa karışıklığı ile kendini bulmak için yönelmesin. yanlış olan-giden; fantazmatik hüznünüze payandalar arama çabanız.
[balkan müziği melodileri ile süslenmiş fransız şarkısıyla, ecco homo'nun duyarlığını bit pazarında satmasıyla devam eden bulanık ile rasyonel arasında, varlık sorgulamasını içeren sahne]

15 Ekim 2009 Perşembe

bu ara okuduğum kitaplardan çıkardığım sonuçlar

hermann hesse biraderimin gençliği çok püfür püfür geçmiş. sanırım, hayat hikayesini okumadım, herman biraderim bir kere aşık oluyor, işte ondan sonra bir daha aşık olamıyor. sonra bir tane kadından çoçuğu oluyor, çocuğu bırakıp kaçıyor bu eleman. çocuğu yetimhaneye veriyolar -annesi ölüyor bebek dünyaya gelmeye çalışırken-, bu da arada bir çocuğu görüyor, babası olduğunu bildirmeden.

hesse? olayın bu dostum. gezginim, hoboyum, çılgınım ayaklarına yatma yemezler. ben olayını anladım, bahsettiğin fikirleri de zaten yüreğimle hissetmiştim. bi de senden okumuş olmak bana koymadı. bak dostum, o ilk aşık olduğun kız seni terketmeseydi -knulp'da söylüyon bunu, knulp bizzat sensin-, kandırmasaydı, hayat daha güzel olabilirdi. asdfjasjfasfd.

kropotkin ağabeyim, sayende paris halkına saygım arttı. kafaları attıkça devrim yapan kent olarak paris'i belleğime aldım. ha dersen anarşik komünizm'i onayladın mı, az kaldı kitabı bitireyim senin de hakkında çeşitli görüşlerim olacak. sakalını keserim.

evrendeki varlığımızı küçümseme üzerine experimental düş


biat. itaat. alçakgönüllük. tevazu. vakurluk. şükran. sofistik. korkuçderecekorkak. esenliklibirdünya. saymaklabitmeyengüzelhuylar. freşalabildiğinerefahiçindehuzurlubirkarşılama: cennet. dünyacennetivedünyacehennemindenkaçış. birleştirilmişsınıflıiyisıfatlar. yaydançıkmayanok. evrendekibirnoktakadarsoyutkalabilmekhayata. asfdafjsafafdafdasdf?

14 Ekim 2009 Çarşamba

psiko trip




yani delirmemek lazım [dj call]

13 Ekim 2009 Salı

ışık taifesi #2



Güldaniyem - Muammer Ketencoðlu
Bu hafta tüm dünyada Ortaçgil haftası olsun.Ne olursun!

Bırak mavi kuşun olayım...

12 Ekim 2009 Pazartesi

gece gelen

Bu da oldu işte.Bir gece uyandım ansızın.'Sakal' diye fısıldadım.Evet,buydu.Sihirli kelime buydu.Daha dün dinlemiştim o melun şarkıyı. Yine kendi kendime sormadan duramadım,niye seni böyle istiyorum diye bulamadım.Cevabı açıktı:sakal

Dostlarım!Bu insan,ar-ü namus şişesini taşa çalmış bu insan,en embesil görünüşlü erkeğin bile,bırakacağı bir sakal sayesinde eline yüzüne bakılır hale gelebileceğine inanıyor.Tamam,abartmayayım.Ama eski halinden iyidir yani..Ne o öyle yolunmuş tavuk gibi lan! Neyse...

Meğerse aylardır zihnimi meşgul eden kelime aşk maşk değil,sakalmış diye düşünmemle birlikte kendime olan tiksintimi farkettim. Ben nasıl bir insandım Allah'ım! Hep böyle yüzeysel miydim,yoksa sonradan mı oldum? Gidip iyice tiksineyim.

dua

*Allahım! Bana imanda ‘mutlak itaat’i bağışla ki dünyada mutlak isyan içinde olayım.

*Rabbim! Toplumumu tasavvufçuluk ve maneviyatçılık hastalığından kurtar ki,hayata ve gerçeğe tekrar dönebilsinler.Beni de realist-materyalist eğilimlerden kurtar ki,irfani özgürlüğe ve manevi olgunluğa erişebileyim.

*Allahım! Sevdiğin herkese öğret ki aşk yaşamaktan iyidir.Daha çok sevdiklerine de,sevmenin aşktan üstün olduğunu bildir.

*Şehit olanlar Hüseyin'ce bir iş yaptılar.Kalanlar ise Zeynep’çe bir iş yapmalıdırlar.Bu ikisinin dışında kalanlar Yezit’tirler.

hobo dumanlı günler diler

evden ırak. pasaj içinde yana döne aranan kitabın bekleyişi var. herhangi bir sokak olabilir geçtiğini hatırlamayacak. travesti gördüğünde aklına neler geldi? hangi kafenin merdivenlerince çıkıldın? yürüyoruz işte, ittirmesene. anlattığın şeyleri de dinlemiyorum, konuşmasana. şu sahafa girelim, soren'le karşılaşacağız, bir gün karşılaşacağız biliyorsun. üff saçmalama.

azıcık daha oyalanalım. gelecekler nasıl olsa. sonra beraber geçeriz, beraber bir şeyler içeriz. beraber güleriz, beraber eğleniriz, beraber saçmalarız. azıcık daha oyala beni. gelmezlerse senle ciddi bir konuşma yapacağım. beni yakından tanımana izin vereceğim. iki kişi kaldığımızda, birimizin bir şeyler itiraf etmesi gerekiyor hoş vakit geçirmek için. bu sokaktan girelim, hemen karşıda, gördün mü?

neden gelmediler ki? gelselerdi keşke. boşverelim onları. her zaman gördüğümüz insanlar zaten. sen burdasın ya, başkalarını beklemenin huzursuzluğunu yaşamayalım artık. benimle konuşabilirsin. iyi bir dinleyici değilimdir ama sana akıl verebilirim. sözünü kesebilirim, konuyu değiştirip seni bu sıkıntıdan kurtarabilirim. bir tane daha mı içeceksin? birer tane daha lüften. bu sorunu oturup konuşsanız halledemez misiniz? hiç mi çıkar yolu yok? hmm anladım, fena bozuşmuşsunuz. düzelir merak etme. düzelmeyen bir şey yok.

beni boşver şimdi, takmam öyle. üzerine düşünmem. hem düşünsen ne olacak? kuruntudan ibaret şeyler. ben elimden geleni yapıyorum. üzülüyor muyum? evet. ama yansıtmamaya çalışıyorum. biliyorum öyle kendini paralayacak bir durum da yok. haklısın. çikolata yesem geçiyor, öyle söyleyeyim.

neden böyle olduğunu boşver şimdi. kendini karamsar düşüncelere bırakma. daha önce de yaşadık bunları, atlatmadın mı? evet atlattın. sonradan aklına geldikçe güldün mü? güldün. her seferinde böyle başa mı döneceksin? ben seni tanıyorum, kafanın nasıl işlediğini de biliyorum. şimdi öyle bıyık altından gülme, şu an dağılmış egonu toparlayacak birileri lazım. sana o birilerini bulurum, biliyorsun elim uzundur. egosantriklik yapma, çevremizdeki herkes çok eğleniyor, çok gülüyor değil mi? nah gülüyorlar. baksana şu yapmacıklığa? dünyanın en mutsuz insanı biz değiliz, olsak ne farkeder? ben yardımcı olurum sana, kafanı dağıtırım her daim. artisleş lütfen.

biliyorsun, dağıtma lüksümüz yok, var ama bu şekil dağıtmak lüksümüz yok. dağıtabiliriz istersen, ot bile alırız, fakat kendi içinde kafanı ezmelisin. nasihat veriyorum diye şimdi benden de nefret etme, ben sana ilk kez nasihat veriyorum, şu halime bak. kasıldım resmen, ya kendine gel sikeceğim belanı. ben de oturmuş senin durumunu düzeltmeye çalışıyorum. şu ıslaklığı at üzerinden, o mahzun bakışlarını sikeyim senin. üstüne gelirim, bu tripleri sevmediğimi biliyorsun. ne abi şu triplere bak. buraya neden geldik? hep böyle yerlere mi geleceğiz kafamız bozulduğunda?

tamam, senle de uğraşılmaz. benle hiç uğraşılmaz zaten. onla da uğraşamayız. herkesi kendi haline bırakalım, herkes yatağını bulsun. senin gibilerle de hiç konuşulmuyor, dört bir yanın işgal altındaymış gibisin. ya bak ne diyeceğim? gel sana mutlu olmanın formülünü söyleyeceğim. heyecanlanma lan, asdasjfas, yok öyle bir formül. ya artisleşeceksin, ya da artisleşeceksin. çıkarı yok.

kalk gidelim. ben eve geçeceğim. sen nereye gidiceksin? ya git evine işte, ne yapacaksın orda? sen bilirsin. bak konuşmak istersen, karşına tuzluğu al, ona konuş. ne de olsa konuştuklarını, ben de dahil, kimse önemsemeyecek. gel buraya, suratını asma. şu anda ben dost acı söyler oyununu oynuyorum, seni umutlandıracak bir şey katiyen ağzımdan çıkmayacak. umutlanan gözlerine limon sıkarım, lüften. 1 hafta sana kafa izni veriyorum, 1 hafta sonra böyle dikilme karşıma ağzına sıçarım.

duymuyorum dediklerini, hadi, ayılınca konuşacağız senle. tamam yeter, çok konuşma işte, biliyorum herkes herkesi orantılı sevemez, sen de kantarın topuzunu kaçırmasaydın. adamına göre muamele, formüler sf 112, oku gel. anlıyorum, evet anladım, tekrar edip durma. bi de sarhoş oldun, şu hale bak. kahve içelim şurda, ondan sonra gidersin. tamam? tamam mı? ses versene, demin çenesi düşen sen değil miydin? şimdi de susuyorsun. otur şuraya. iki sade nescafe.

hadi iç, iç, piç.

bekleşenler


kaçmanın özüne ineceğiz, kızıl dereceye kadar ısıtıp; burunlarınızın koku alma eşiğini kırana kadar kokutacağız ortalığı.

...bundan yıllar önce kaçmak derken, insanların zorunluluktan terketmeleri akla gelirdi. bulunduğunuz, önceden kurtarılmış bölge ilan ettiğiniz yerleri, sizin elinizden zorla almaya çalışan, ya da sizi oraya layık görmeyen, laik görmeyen insanların baskısıyla uzaklaşırdınız mazlumca; bir dere kenarında pir sultan abdal gibi sazınız elinizde türküler söylerdiniz yurt özlemiyle. bunu kimler yapmamış ki? salman rushdie'den tut, nazım hikmet'e, ahmet kaya'ya kadar bir sürü insan. ya sanatçı değilseniz? eheh, nasıl ifade edeceksiniz kendinizi? saçmalamayın, ölürsünüz mazallah sanatçı olmazsanız; kaçmak adamı sanatçı bile edebilir, kaçarken sansasyonel bir insan bile olabilirsiniz; gün zileli? hayatınız her döneminde belli bir miktar toprağı özleyeceğiniz gerçeğinizi yadsımayınız. benim dedem, istanbul'da bir araziye gece kondunduğunda; o arazinin üzerinde anadolu otobanı geçmiş, hala o gecekonduyu özler dururdu. ellerine bir miktar para, ya da bir miktar toprak vermişler başka bir yerde, ama bu adamların toprak sevdası nasıl anlatılır ki? adam o gecekonduyu mütemadiyen özlüyordu.

dedemi şeyapmayılım şimdi, akıllı olsaydı şimdi içerenköy'de 10-15 daire sahibi olabilirdik. neden olamadık dede?

zorunlu kaçışları geri plana itiyorum. bunun sosyolojik, ekonomik, siyasal, kültürel patagonojik özellikleri var; kasınç bir konu, üzerine düşününce hep kaçanlara hak vermekten sıkılırsınız. kalan sağlar da sizin olsun.

ilk kez evden kaçtığımda, suçluydum; suçumu unutturmak, affedilmek kaygısını taşıyordum. sanırım 9 yaşındaydım. amcamın oğlunu (emmi cücüğü) döverek bayıltmıştım, öldü sanmıştım; ölmemiş gavat, daha fazla callahan aparkatları yememek için bayılmış. aferin koçuma benim.

kaçış alabildiğine uzun sürsün istiyordum; bu kaçısın bir de saklanma evresi var. whiskey in the jar. evin uzağında bir yerde saklandım, acıktım, susuzladım, korkuladım, köpek seslerine titredim, özür dilemek istedim, ellerimi cebime sokup kıvrıldım karanlık bir köşeye, beni bulmaları imkansızdı. fakat nothing is imposibble'dı. onlar da bir telaşa kapılmıştı, önce nasıl olsa döner, sonra biz onu döveriz hayalleri kuruyorlardı; dönmeyeceğim anlaşılınca ellerinde fenerlerle aramaya başlayacaklardı. [çok iyi biliyordum atacakları adımları, kaçmak biraz da geridekilerin adımlarını takip etmektir] gecenin ilerleyen saatlerinde arka sokaklarda başıboş dolaşırken, bir fener ışığı gözümü aldı; sonra adımlar büyüdü, üzerime kapanıp yakaladılar beni. bir hayvan gibi yakalandım. dudaklarım çatlamış, yüzüm solmuştu, saçlarım kirpas içindeydi. herkes derin nefesler alıyordu, "su" dedim, verdiler; yemek dedim verdiler, bisiklet dedim siktir lan dediler. dayak dediler, yok sağolun kullanmıyorum dedim.

içlerinden akşam uyusun, sabah kalkınca döveriz diye hayaller kuruyorlardı biliyordum. emmioğlu ölmemiş rahatlamıştım. uyudum. güzel dövmüştüm çünkü.

...kaçışların korkular, zorunluluklar üzerine olduğunu sanmaktaydım. insan kaç sebebten kaçar efendiler? sonra öğrendim ki 1 ile 2 arasında bile ebesinin amı kadar reel sayı varmış, 1.1, 1.2, 1.3 bunlardan bazılarıymış; demek ki kaçmak için de milyonlarca sebeb vardı, ben sadece ikisini tatmıştım.

sonra sonra buzul çağının ardından modern insanın ortaya çıkışı gerçekleşmiş. mu kıtasındaki abilerim ablalarım ölünce, tibetteki mağaralarda tabletleri geriye yadigar kalınca, modern insanın korunma içgüdüsünü aştıktan sonra, bağlılık yasası ortaya atılınca [bu yasanın özünde insanlar birbirlerine sözler verip, bu sözleri tutuyorlar, bu sözlere bağlı kalıyorlar; ya da içgüdüsel bir bağlılık vardı, insanlar birbirlerine ölene kadar refakat ediyordu. isa'nın hristiyanlara refik olduğu gibi.] bu yasanın koşullarına katlanamayan birtakım insanlar çıktı. narcissus, bencillus, bilmem neus insanları türedi; sorumluluk sahibi değillerdi, sorumluluk sahiplerini yoldan çıkarıyorlardı, ot çekip dünyaya sataşırken gözaltına alınmıştı bir kaçı. evliliğe, arkadaşlığa, dostluğa, aynı araziye yanyana binalar [tek duvarı ortak] dikmeyi reddediyorlardı, 60 kişilik sınıflarda okumuyorlardı, müstakil evlerde, müstakil yaşıyorlardı. yalındılar, üzerlerine fazladan giysi almıyorlardı en soğuk günlerde bile. kedileri yoktu, köpekleri yoktu; kendi beyinlerini dinliyorlardı. tüm gün zorunlulukları yerine getirip, sonra da zevklerine dalıyorlardı. o kadar uzun zevk-ü sefaya daldıkları oluyordu ki, diğer insanlardan daima genç görünüyorlardı. dünyanın tüm bağımlılıklarından kaçarak, ferrarisini satan bilgenin oğulları oluyorlardı. bu adamların bohem yaşantılarını kıskanan insanyus domesticuslar, onları düşkün ilan etmişlerdi; amaçsız ilan etmişlerdi. domestiklerin bu acayip yaşantıları da, müstakil insanlarımıza saçma geliyordu.

kaçtılar. onları insan içinde göremedik, bir sevgilinin göğsünde uzanırken, bir markette hesabını bilerek alışveriş yaparken, bir ev almak için para biriktirirken, pazar akşamı muratlara giderken, gece zorunlu seks yaparken, çocuklarını okula bırakıp -dan alırken, ölesiye titiz giyinirken, akşam erken uyuyup sabah erken kalkarken göremedik. başka bir zamanda başka bir diyarda yaşadılar kanımca. ya biz? biz kaçma özürlü olduğumuzdan, doğuştan hırslarımız, alacak öclerimiz, süperegolarımız, süperherolarımız, kalkık götümüz olduğundan kaçamadık. nasıl da hayrandık falanın oğlunun arabasının kaç model olduğuna? parayla olan ilişkimiz sayesinde her türlü deliği açabiliyorduk [delikler çeşitli çeşitli düşünebilir], tabii ki bu eleştirileri, yani bize yapılan eleştirileri de biliyorduk, ama ne yapabilirdik? bu düzen böyle kurulmuştu. böyle-mariotte kanunu. şarkı tutturduk, böyle gelmiş böyle gidecek, ne korkacağım vallah? valhalla? [şarkının sözleri duruma uygun değiştirebilir, fakirseniz "korkarım vallah", zenginseniz "ne korkacağım vallah" diyebilirsiniz, sizi bu konuda özgür bıraktık.]

domestik insanlardan da kaçtık. sırada ne kalmıştı? bakayım, kendimizden kaçmak. hmm.

o daha ileri bir aşama, kendimizi bırakıp kaçmak için önce kendi suretimizi yaratmalıyız; yani ortada bir "ben" olmalı ki, o beni bırakıp gidebilelim. daha kendi benliğini oluşturamamış insanların kendilerinden kaçması zor, kaçtıkları şey kendileri olmayacak hiçbir zaman olmayak; onlar korkularından ya da zorunluluktan kaçacaklar. onlar kim lan? ne bileyim olm.

iran'a laiklik geldiği gün, herkes kendinden ve çevresinden kaçmayı bırakacak diye ummuyor değilim.

11 Ekim 2009 Pazar

fitter, happier, more productive,
comfortable,
not drinking too much,
regular exercise at the gym
(3 days a week),
getting on better with your associate employee contemporaries ,
at ease,
eating well
(no more microwave dinners and saturated fats),
a patient better driver,
a safer car
(baby smiling in back seat),
sleeping well
(no bad dreams),
no paranoia,
careful to all animals
(never washing spiders down the plughole),
keep in contact with old friends
(enjoy a drink now and then),
will frequently check credit at
(moral) bank (hole in the wall),
favors for favors,
fond but not in love,
charity standing orders,
on sundays ring road supermarket
(no killing moths or putting boiling water on the ants),
car wash
(also on sundays),
no longer afraid of the dark or midday shadows
nothing so ridiculously teenage and desperate,
nothing so childish - at a better pace,
slower and more calculated,
no chance of escape,
now self-employed,
concerned (but powerless),
an empowered and informed member of society
(pragmatism not idealism),
will not cry in public,
less chance of illness,
tires that grip in the wet
(shot of baby strapped in back seat),
a good memory,
still cries at a good film,
still kisses with saliva,
no longer empty and frantic
like a cat
tied to a stick,
that's driven into
frozen winter shit
(the ability to laugh at weakness),
calm,
fitter,
healthier and more productive
a pig
in a cage
on antibiotics.

mantar çiğnemiş adam gözü

trafik ışığı geri sayarken [5 4 3... tam da bu saniyelerde geçişiyorlar] bershka'dan giyinmiş bir kadın aniden yola atlayıp, telefon kulağında rüzgarda giysileri uçuşarak karşıya geçiyor ya, işte o an ben halisünasyon gördüğümü sanıyorum. saçları, giysileri alacakaranlıkta uçuşan bir kadın, gerçek olamaz.
remember a day:

paintbox:

10 Ekim 2009 Cumartesi

nihilist eşya sevgisi

garip: benim olduğu için değil, benim olmasını istediğim için seviyorum; artık bu şey benim ve bunun hiçbir önemi yok, ne istiyorum ne de seviyorum.
beat: mülk yok.
garip: ama ben istediğimden emindim.
beat: "emin olmak" sadece bir kelime, bir ses, bir fikir; "emin olmak" diye bir şey yok.
garip: hiçbir şey diye bir şey var, ve ben o şeyi istiyorum.
beat: hiçbir şey diye bir şey yok, "şey" diye bir şey yok. nanik mi?
garip: ama istedim.
beat: neyi istedin?
garip: istemeyi istedim.
beat: uyaklı söyle.
garip: istemeyi istemeyi,
         istedim istemeyi.
beat: bu şeyi geçmişte bir yerde istedin, şu an istediğinden emin olduğun şey hiçbir zaman olmadı. 10 saniye önce istediğin şey, 10 saniye öncesinde kalmış olabilir. şu an söylediklerim şu anda kaldı. bak, sözlerimiz nasıl da arkamızda kalıyorlar, baksana biri ağlıyor. oha!
garip: şu an geçmişteki bir kareyi yaşatsamda, istedim.
beat: geçmişteki bir kareyi istiyorsun, yorma beni. o kare şu anda var olsa, seni mutlu etmez, o an olup bitmeliydi. o an olup bitti ve sen farkına varmadın.
garip: farkına varamadığım için üzgünüm.
beat: farkına varamadığımız için üzgünüz.
garip: nasıl olabiliyor tüm bu şeyler?
beat: hiçin bir şeyi olmuyor, mağaralarda doğup ölümü bekliyorduk, şimdi apartmanlarda doğup ölümü bekliyoruz. sadece daha hızlıyız. "insanoğlu öteki insanların varlığından uzaklaşıp sadece kendi hızıyla arkadaş oluyor*". kardeşim, "ne" nasıl oluyor? artık sorma bunları, takıl. zamana aldırmadan, tutunmadan, bağlanmadan, öylesine takıl.
garip: öylesine
         çiçekler açıyor
         kadın gölgesi değil mi bu?

* hasan ali topbaş

9 Ekim 2009 Cuma

Kediler esner çünkü onlar yapacak bir şey olmadığını bilirler.

otobüste kapı önünde bekleyen çocuklar

çok özür dilerim sizden. hayatımda hiç kimseye sizin kadar kötülük ettiğimi zannetmiyorum.

otobüsten inmeye çalışırken,önümden çekilmediniz.ben pardon diyip sizi ittirirken beni duymamazlıktan geldiniz. "çekilsene incem ben" dedikçe annenizin elini bırakmadınız. sarhoştum,yıkılmıştım,örselenmiştim.ama siz önümden çekilmediniz. elbette ki dayanamadım yine ve küfür etmeyeceğim yeminimi bir kez daha bozdum siz veletler yüzünden.kulağımdaki kulaklığa aldırmadan "off sikicem ya" diye bağırmak zorunda kaldım lanet suratlılar.

ama şimdi düşünüyorum.ve sizden af diliyorum sevgili çocuklar.kafanızda canlanması gereken 'abla' tipi kesif kesif bira,sigara kokan ve ağzı bozuk bir pislik olmamalıydı.beni affedin.kime yönelteceğimi bilmediğim birtakım öfkelerim vardı. varoluşsal sorunlarım vardı lan anlasanıza! Neyse...

şarkı

herkes sarhoş bu akşam
ne keder ne gam.

yeah! ırmaklar rakıdan
noel baba girer bacadan

bej rengi hüzünlü şarkı
solmuş gözlerinin akı

bir zamanlar seninle
biz yokuş aşağı el ele

yeah! gözyaşların asit
dokunduğun yerler sit

jiletlenmişti hayallerimiz
nerde o pembe panjurlu evimiz

yeah! ırmaklar rakıdan
gözlerini ödünç aldım bir an

[solo - david gilmour]

bir zamanlar senle ben
adeta rayından çıkmış bir tren

olmaz, olamaz, olmayacak
yeter süründüğün ayağa kalk

[saksafon solosu]

3:43'ten itibaren enstrümental coşum
yeah göster kendini koçum.

uyan uyan uyan uyan uyan uyan uyan uyan uyan

yeah! ırmaklar rakıdan
akar yeraltından
göremedim geçtiğini
yanıbaşımdan.

söz
müzik
prodüksiyon
saksolar
gitarlar
klavyeler
reçeller
fenoller
grup dializ merkezi


gelmedi

34 yalnızlık? burda. asdfajsfda
35 mutluluk? yok.
36 mutsuzluk? burda.
37 sevgi? yok.
38 aşk? yok.
39 rahatlık? yok.
40 dengesizlik? burda.
41 alkolizm? burda.
42 tiryakilik? burda.
43 kardiyovasküler sistem? bu ne lan?
44 blues? burda.

hep böyle yazılar yazmak istemişimdir. asfdahfsasfd. "aslında biliyon mu sıçıp sıvamasan bundan şiir bile olur." ney?

prefrontal korteksten gazete başlıkları

UYDU ALICISINI TEKMELEYEN ADAMIN BAŞ PARMAĞI KOPTU.
YENİ ALDIĞI KİTABI BİRAHANEDE UNUTTU.
ÇOK FAKİR OLDUĞUNDAN OKULA GİTMEK ZORUNDA KALDI.
ÖZÜR DİLEDİ.
YALAN RÜZGARI'NI İZLERKEN YENGESİ TARAFINDAN BAKKALA YOLLANDI.
KENDİNE ACIMADI ŞİİR YAZDI.
AĞABEYİ TARAFINDAN EVDEN KOVULDU.
SAHİLDE CEP TELEFONUNU DÜŞÜRDÜ.
DİYALEKTİK MATERYALİZMİ SADECE ESPRİ UNSURU OLARAK CÜMLE İÇİNDE KULLANDI.
METALLICA SEVDİ.
AŞIK OLDU DENİZE ATTI.
KAFASI YARILDI
SADAKA İLE YAŞADI.
ALKOLİZMLE MÜCADELE EDERKEN CAN VERDİ.
PANTEİST OLDU.
EN BÜYÜK HAYALİNİ BELİRLEMEYE ÇALIŞTI.
YALANLANDI.

8 Ekim 2009 Perşembe

mısra 543

taş devri,sabri devri,nihat devri,tunç devri
aşık oldu -söyleyemez- utanç devri

5 Ekim 2009 Pazartesi

the memory remains live in öğrenci işleri

ash to ash
dust to dust
fade to black
but the memory remainsssssssssssss

nananarararara nananarararara nananarararara

bekle de bekle
öfle de öfle
katil ol da ol
ama arkadaşlar bekliyorrrrrrrrrrrrrrrr

nananarararara nananarararara nananarararara

"say bakayım lan birtakım anarşist yazarları" dedim.

  • mikhail bakunin
  • william burroughs
  • emma goldman
  • pyotr kropotkin
  • robert owen
  • pierre-joseph proudhon
  • elisee reclus
  • françois de sade
  • max stirner
  • tristan tzara
  • ursula k. le guin
saydı asdfsahfdasf. sesimi çıkarmadım.

1965 yapımı hoş bir melodram



Yetkin dikincilerin oyunculuğunu çok beğeniyorum.Çok güzel bakıyor.Boyu çok uzun.Uzun boylu olmasa iyiymiş ama uzun işte.Çok iyi oyuncu o. Evet.



Bi de es-es var. Ahmet Rıfat Şungar oynuyor orada.Kendisi Nejat İşler'in yandan yemişi.Böyle bi manalı gibi bakışlar,artistik gibi hareketler.Görsen New York'da salınıyor sanırsın pezevengi.Halbuki Kadıköy'de çaycılarda rastlıyoruz kendisine.Ama Allah var o da iyi oyuncu.

Ben iyi oyunculara çok büyük saygı duyarım. Çünkü neden? Çünkü bana kendinin taklidini yap deseler onu bile beceremem.Öyle yeteneksizim. Tabii oyunculuktaki bu başarısızlığım aynı zamanda asla yalan konuşmayan bir kişiliğe sahip olduğumu da gösteriyor.Rol yapmayı becerebilsem,hayvan öküzü gibi yalan da söylerdim.Ama yapamıyorum işte.Ah ben ve şu tertemiz kalbim... ;)

Burdan ortaya çıkabilecek polemiği dikkatli okurlarımız farketmiştir.Oyuncular iyi yalan söyleyebildikleri için mi oyuncu oluyorlar,yoksa oyuncu olduktan sonra mı bir adi şerefsiz yalancı köpeğe dönüşüyorlar?

Düşünün biraz bence bunu.Ya da düşünmeyin beni ilgilendirmez.

4 Ekim 2009 Pazar

ışık taifesi


3 Ekim 2009 Cumartesi

freş

"dünyanın sonu değil" deniyor ya bazı olaylar için, "evet şimdi'nin sonu, şimdiki dünyanın sonu" diye bir cevabınız oluyor zamanla. 14 yaşında tolstoy okurken, içinizden geçen "yüksek"lik duygusuna aldanıp, yıllarca aynı gerzek duyguyu taşırsınız. zihninize yamanan "yüksek"lik duygusuyla başedemezsiniz, o duvardaki bir tuğladır. akademik bir diliniz olur, yalın, soğuk, korkunç derecede biyonik. yüksekliğe alıştıkça, aşağıdan çekenlere tekmeler atarsınız. bir dünyanın sonuna daha geldiniz. okey.

zihninize eklemlenen, içinizde kuruyup kalan, zamanla kendiliğinize yamanan güzellik duygusuna alışıp, kendinizi sadece sizin baktığınız aynada güzel görmeye başlarsınız. bir değil binbir dünyanın, binbir metaforun sonuna geldiniz. hoşbulduk.

duyulanlar

öğrenci tarafsız yorumsuz ölçülü profesyonel yapay tanrısal insansal insaniyetli kibirli bireyci. sonuçcu. sıfır kilometre egolu. beyinli. düşünsel, doğurgan, eş kenar üçgen. mesafeli. soğuk. iç gıcıklatan. "bazen beni de şaşırtıyor". korkutuyor. saçmalayınca cümlelerine yetişemiyorum. ya seversin ya nefret edersin. çok güzel dinliyormuş gibi yapar. insan değil. bazen yazdıklarını okuyorum, kendimi aptal gibi hissediyorum. sevsen bir dert, sevmesen bir dert. "siktir git dedim, bak sevdiğim adam kendisi, tamam dedi sadece, bu yüzden... anlamıyorum kızım adamı". insan seçmesi yok mu, delirtiyor beni, yahu bir insan en berbat yemekleri yer, en berbat mekanlara ayak basar da, metada seçici olmaz da neden insanları seçer? bana seni seviyorum dedi, çok sık aşık olduğundan, aslında hiç aşık olmadığından, kadınlara karşı bilinçli bir zaafı olduğundan bahsetti, sonra da bana beni sev dedi, dengesizleşiyor, bundan hiç sakınmıyor, bu özgüven delirtiyor beni, beni seviyor mu ki acaba?

hiç dersi dinlemiyor, bir tek matematik dersinde sorulara cevap veriyor, o da soruyu kimse çözemezse, çok aylak. oğlum diye söylemiyorum, boğazına sarılsan ne istiyorsun lan sen desen, öylece boş boş bakar, sonra eline bir kitap alır, okur gibi yapar, sonra sıkılır koltuğa bırakır gider. pek arkadaşı yok gibi ama nedense her gün birileriyle geziyor. antisosyal olmasından korkuyorum. yazdıklarını okudum, 13 yaşındaydı o dönemlerde, çok büyük acılar çektiğini yazıyordu, fakat çok neşeliydi o dönemler, acı çeken insan taklidi yapabiliyor, insanların mimiklerine dolan samimiyetsizlikten anlıyor. düzenden nefret ediyor, okuldayken saçları herkesinkinden uzundu, pezevenk sanırsın özel okulda okuyor, öğretmeleri de kızamazdı, zekasına güvenirlerdi, ama sorsan 4 işlemi yapmakta zorlanırdı.

akşama kadar bir koltukta oturur, sevdiği bir şey olursa onu yapar, öldürsen kalkmaz o koltuktan. canı sıkıldığında da götünün üstüne oturmaz, bu çocuk çok tembel. herkes ondan övgüyle bahsediyor, insanları etkilemeyi beceriyor, şunca zamanlık sevgilisiyim bir olayını görmedim. oğlum diye söylemiyorum, kendini sevdirmez hiç. "senden büyük bir patlama bekliyorum, 2-3 seneye kalmaz sen kabak çiçeği gibi açılırsın". "ya zamanında bu adam hakkında böyle demişlerdi, o patlamaya şahit olduk :)))".

beni dinlemiyorsun. bizi sallamıyorsun. bize gelmiyorsun. beni aramıyorsun. konuşmuyorsun. konuşuyorsun, o zaman da istediğim şeyleri konuşmuyorsun. bencilsin. mesafelisin. çok soğuksun. korkaksın. dalga geçiyorsun bizimle. yersiz iddialarda bulunuyorsun. her şeyi de bilmeyiver. anlıyoruz bize ait değilsin, bari ait olduğun yere git. sen zengin bir piç olsaydın, daha korkunç bir insan olurdun. paran yok diye bize katlanıyorsun bence. arkana bile bakmazsın. tanımadığın insanlar hakkında mesnetsiz yorumlar yapma, duyabilirler. özel gibi davranmaya çalışma değilsin, sıradansın sen de. coming back to ergenlik.

ya korkuyorum bir şey söyle?
sikeyim iki dakika anlamaya çalışma.

Olm hiç iyi değilim lan ben bugünlerde.Ergenlik bunalımlarım yeniden baş gösterdi.Sivilcelerim çıktı.Sesim kalınlaşmaya başladı.Ve daha bir sürü şey... :(

O yüzdendir bu hoyratlığım,bu selamsızlığım (selamsız diye semt var lan istanbulda) ,kırılganlığım.Beni anlayın dostlarım.Hiç birinizi sevmiyorum.Sık sık what the hell am I doing here diyorum. Yapıyorum bunu.Çünkü,su akıyor ve ben yüzme bilmiyorum...

2 Ekim 2009 Cuma

sivri dillim,asık yüzlüm,a kuytu gözlüm

gönlüm hep seni arıyor,neredesin sen...