31 Mayıs 2010 Pazartesi

bu blogda politika konuşmak yasaktır,ama?

sizin lanetlenmiş bir millet olduğunuza inanmalı mıyız? inanmalı mıyız buna gerçekten? başka türlü işin içinden çıkamayacağım, inanıyorum sanırım.

hala kendinde bir başka insanı öldürebilme hakkını gören insanların, hala kendinde başka devletten insanları öldürebilme hakkını gören devletlerin dünyasında yaşadığımız için bu blogda politika konuşmak yasaktır. hala obamaların, erdoğanların, birtakım israillerin dünyasında yaşadığımız için bunları konuşmak oldukça yasaktır.

fakat bu durum politik değildir. insani olanı konuşmaktan geri durmak insan olmamayı da beraberinde getirir, hala birşeylere inancım var. bu ne türden bir cesaret? ben bu zekasızlığa, bu zekasızlığın arkasından yapılan resmi ve gayriresmi açıklamalara, facebook'ta hitler'i geri çağıranlara hayret ediyorum.

üzgünüm,sadece bunları yazarak rahatlayabiliyorum.
Ella Fitzgerald - Have Yourself a Merry Little Christmas .mp3
Found at bee mp3 search engine

30 Mayıs 2010 Pazar

4


  • sabahtan beri burnuma yanık kokusu geliyor. evdeki herkese sordum siz de yanık kokusu alıyor musunuz diye hiç oralı olmadılar. ne kesif koku arkadaşım. yahu o kokuyu siz de almıyor musunuz? bakınız tüpgaz kokuyor diyorum. 
  •  beynim yandı. fi tarihinde okuduğum bir yazıyı ararken, tabii ki bulamazken -ece ayhan'ın hilmi yavuz'un 12 sorusuna cevap verdiği yazı-, 31 kuşağını buldum. beyler sağa fazla yüklenmeseydiniz. 
  • tam bu saatlerde dinlenecek şarkı: TIKLA. 
  • yanık kokusu hala gitmiyor. ermenistan'ın örövizyona sürekli kim kardaşiyanvari hatun göndermesi ne hoş. 
  • düşündüm de kemal kılıçdaroğlu sana oy vermeyeceğim. gece saat 4 bu arada!!!!!!!!?
  • koku daha da kesifleşti. deliye döndüm, deliye döndürdün beni. 
  • birazdan kahveyle beraber kedilerden örülmüş bir semtte balkon sefası yapacağım. artı sigara. oh.
  • tekrar düşündüm kemal kılıçdaroğlu sana oy vermeyeceğim.
  • para yok. yarın olmasa da olur asjdfadfas. 
  • gece dört. turn the page.   

28 Mayıs 2010 Cuma

yoksa seni rahatsız mı ettim?

'seni şu dünya gözlerimle ne de seyrek görüyorum adıyla anılır bir beygir vardır ki tam tamına üç aydır inmiyorum sırtından.evet' beni seven seni de sevdi elbet. birtakım karanfiller vardır, oldukça gerçektirler. karanfili tutan el, tutamayandan gerçek. korkarım bitişe daha erken gidecek. belki de ömrümüz bitişi tahmin etmekle geçecek,geçsin. nasılsa koptuğu yerle inceldiği yer aynıdır dalın. hepsi bob dylan. hepsi biraz ben, biraz sen, biraz diğerleri. şu kalem var ya şu kalem, ben yoksam hiçbir şey. 'senin bıraktığın yerden allahu ekber' evler, sokaklar, caddeler. kemikleştirdiğim hüzün ve içinde kaybolan yüzün. 'ben sana düzenli olarak telefon ediyorum' sen düzensiz olarak meşgule alıyorsun. meşgul bir zamandayken, müşküle düşüyorum, başka yüzler beliriyor gözümün önünde. 'bilesin, göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün' yani ya bu eller tutulur, ya ben unutulurum. same old fears, canım. iki dağdan birinin tepesindeki özgüven çığ olup düşüyor, diğeri dikiyor bayrağı tepeye. 'birinin ikimizin arasına karbon kağıdı koymadığından emin misin? değilsen temize çekicem kendimi' yazdırdıklarıma cevabın olsun ibrahim. 'maalesef seni çok özlüyorum ben'

bir ki deneme


zar tutuyorsun ey hayat bu kaçıncı sevgili
yanlış ata oynamışım gözlerim öyle dedi.

pır pır diye ses çıkardı yürürken yüreğimden
denizleri sulardım tozmasın diye deniz
sporu çok severdim çiçeğe yem vermeyi
kuşlara binerdim ve kaçardım basından
bak buraya yazıyorum diye milyar kelimeyi
ziyan eden de bendim hem de hiç sıkılmadan.

güzeldim de galiba bunu nasıl söylesem:
eline sağlık Tanrım leyla çok güzel olmuş
Tanrım eline sağlık dünya da çok güzel olmuş
keşke biraz ölmesem.



26 Mayıs 2010 Çarşamba

vol 5

annem sinsi gibi kpss'ye başvurmuş
belki de sistemin kölesi olmuş
memurluk tek çıkar yolmuş
artık yaşasam ne,ölsem ne

babam der makbuz,ben derim dekont
gözünü seveyim modernizmin
hayallerimin erkeği ingiltere'de kont
yer misin, yemez misin?

geldi final ayları, gevşer gönül yayları
ben yalnızca yalnız kalmak istedim
yıkılsın amfiler, yere batsın ders notları
ömrümde böyle çile görmedim

25 Mayıs 2010 Salı

doğum günü hediyesi

hobo ümraniye'de

efendi: bu allah'ın cezası mahallede karnımızı doyuracak bir yer bulamayacağız galiba.
hobo:hemen umutsuzluğa kapılmayın efendim. bakın şurda bir tabela görüyorum:sabo ev yemekleri. türlü sever misiniz?
efendi: başka şansım var mı ki?

(dükkandan içeri girerler. hobo türlü,efendi ise pazı sarma ister)

hobo:türlü de türlüymüş ha! pardon ha-ha.
efendi:sus hobo! bütün bunlar senin yüzünden. ama aptallık bende, senin gibi bir adamın peşine taklıp buralara geliyorum.
hobo:fena mı oldu efendim? biliyorsunuz ki varoş bİr antivaroluş mücadelesidir asfjdas mustafa kemal mahallesi ise devrimci-köylü dayanışması sonucu kurtarılmış bir antivaroluş yeridir.

varoşlarda antikahramanlar yaşar asdjfas varoşlar caddelerinde halılar yıkanan ve çatılarında güvercin beslenen yerler olarak resmedilir, varoş rönesansından sonra evlerin dış cepheleri boyanmıştır ya da amerikan siding ile kaplanmıştır. bunun anlamı şudur, varoşların dış görünüme verdikleri önem, üst-orta sınıfın dış görünüme verdiği önemle yarışır. biliniz ki moda varoştan başlar, varoş insanı moda konusunda taviz vermez. pembe erkek kıyafetleri ilk olarak mustafa kemal mahallesi 3001. caddede yaygınlaşmıştır, giderek yayılarak entelijansta kabul görmüştür.

efendi: asdfdas de ne? her gün yeni numaran çıkıyor hobo.
hobo:a smile from a veil?
efendi: kalk artık.

(ev yemeklerinden çıkar ve caddede yürümeye devam ederler)

hobo: ikizler
efendi:pardon?
hobo:bugün benim doğum günüm efendim. muhtemelen sabaha karşı doğmuşum, üstten üçüncü, alttan ikinciyim.
efendi: bilirsin, seni pek sevmem. ama doğum günlerini severim. kutlamalar falan iyi şeyler bunlar. haydi han bar türkü evi'ne! hobarey!
hobo:efendim?
efendi: gençliğimde ben de türkücüydüm.

(türkü evi'ne girip sabaha kadar halay çekerler. yorgunluktan bitkin düşmüşlerdir fakat türküler susmaz, halaylar sürer)

hobo: size nasıl teşekkür etsem azdır efendim, uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim.
efendi: ben de hobo, ben de. sen tuhaf bir adamsın. ama bu mahalle daha bir tuhaf. artık gitsek iyi olur. lanet olası otobüs durağı nerde?
hobo: efendim koşun 20K.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

22 Mayıs 2010 Cumartesi

hayat çok tuhaf, vapurlar filan!

sevgili dergimiz ahkam'ın daha önceden tanışmadığım sevgili yazarlarıyla, kah vapurlarda, kah tramvaylarda karşılaşmama, istanbul'un ahkam'dan ibaret olmasına ne diyeceğiz peki? ah mesudum!

elalem ne der?

hayatımı en belirgin şekilde etkileyen soru, yıllar yılı, açık arayla, 'elalem ne der' sorusuydu.

-anne,elbisem nasıl olmuş?
-çıkar onu,elalem ne der?

-kaşıma piercing taksam?
-deli olma,elalem ne der?

-anne,sevgilim alevi.
-boyun devrilsin,elalem ne der?

sonuncu diyaloga, birtakım sinir krizleri, kendini odaya kilitlemeler ve birkaç kez evden kaçma eşlik etmişti. 18 yaşındaydım ve parmağımda gümüş bir yüzük vardı. çok ciddi(!)düşünüyorduk. konuyu anneme açtığımda, 8.3 şiddetinde bir deprem yaşandı evde. bana tek bir mantıklı gerekçe sunmuyordu, sadece elalem ne der diyordu. bense, sadece 'banane' diyordum.gerçekten bananeydi.attığın herhangi bir adımda, bunun seni nasıl etkileyiceğinden önce başkalarının bu konuda ne düşüneceğini düşünmek, ne bileyim, bana hastalık gibi geliyordu. yani berrak bir zihinle şunu düşünelim mesela, bir erkek kendini kadın gibi hissediyor, öyle yaşamak istiyor fakat,elalem ne der, yüzünden istediği gibi yaşayamıyor. bu ne şimdi böyle? insanların başkalarını bu kadar önemsemesini hiç anlamadım, anlamayacağım.

sanırım herkesin iyiliğinden önce kendiminkini düşünmem de bu soruya verdiğim reflekssel bir tepkiydi. fakat, bu durum zamanla kalıcı oldu. bana bir haller geldi dostlarım. kimseyi önemsememeye, sürekli ayn rand okumaya, bütün dünyanın yanlış, benim ise doğru olduğuma inanmaya başladım. başlarda bu fikir beni korkutuyordu, çünkü çılgınlar gibi yabancılaşıyordum. 'bu ne şimdi, o da ne ki, tövbe ya, diyip duruyordum. sonra kendimi kontrol etmeye çalıştım. 'dur deli olma böyle yaşanmaz' dedim. fakat, şeytan içime bir kez girmişti, kurtulamadım. o gün bugündür, kafa olarak dünyanın en yalnız insanlarından biriyim canlarım.beni o yüzük mahvetti.

oy ne biçim de dertleştim.

20 Mayıs 2010 Perşembe

astral boyuta geçiş

kırmızı başlıklı kız sekiyor. can yücel: seke seke geldik, sike sike gidiyoruz. ece ayhan: anlaşılamayacaksın! ey kanatsızlık! bretch'in üç yavuklusu. hızımızla yarışalım. skor tabeleası. güverte, kitap okunacak yer değil! iyice bakarsan gök deliniyor bir yerde. cihangir yine. ümraniye arka plan. içimizde çörek. meridyen sekmeci. halıları yeni yıkadım, nasıl? sığlaşmak mütemadiyen. önyargı. milkshake. sultanahmet görünümlü namazgah. dem bu dem. zihin hoşafı. kalbim kısa devre yaptı. metafor ağız. şiir kem kümü. seni çok seviyorum'un annesi. birlik ve beraberlik günlerinde ihtiyaç duyulmayan insanlar: sen gelme. hepimiz bir kişiyiz. zenci değilizdir umarım. 
sayko. üç dört. isa. tavan işlemeleri mükemmel. yeniçeriler azıttı. tarihini bilmeyen kız düşüremez. bunlar çok yanlış şeyler gibi gösterilmeli. ben atatürk'ü yakışıklı bulmuyorum. dostlarım kariyer. keskli amca gençler. sararmış bıyıkların altında altın yumruk. hepimiz gece vakti şairleriyiz. yastık en büyük sevgili. tepedeki çimenlikte bira kutuları. kadıköy'ün gizli bahçeleri. koşun çocuklar calculus'u buldum. dostlarım matematik. yazı dilinde duygu. sözlük karıştırıp kelimeler yutmak. çekyat türkçedeki en güzel kelime. salon. vazo. tablo. varoş. kırmızı başlıklı kız uçuyor. leylim leyla. organik apartman dairesi kapıcısı. lodos çıktı. terso yapılmadı. varlık sahasına pilotsuz iniş. gökte uçan huma kuşu, bulutsuzluk. nesiller çok banal. kalabalıklar yalnız. yanlız? yanlış. düzeltin beni. meydana gelmek. 

genç evlileri paris. genç sevgililer kanyon. selviler osmanlı. ağabeyim düz. salam kaşar. sivaslıyız hepimiz. 3gen.  kraliyet sarayında am. korkunç şeyler otur. delirmek için nefes al. eminönü yürünmez. yalan rüzgarı'nda düşen uçak. ada ben ayrılmak istiyorum çat. tanrının laik yaşamından kesitler: bölüm cehennem. abdest almadan koşmam: hüseyin bolt. yalnızlık özdemir esefle kınanmış. lisede kıza atılan küçük iskender. alttan ver duyguyu, kaldır eteği indir kontörü. sapıt. sapıkma. ah muhsin ünlü dinle: barack obama. dostum dostoyevski polina. kumdan kaleler tuna. aşk elif. kalp (L). modern zamanlarda demet akalın'ın gideri. bunlar görüngeler. suje. obje. diyalektik. bilgin kelimeler tarafından intiharı. son ciltte osmanlı düştü. paşam evden kaçıyorum, plaka 34. sevgili günlük, bugün panyaya değdim. sevgili günlük, masturbasyon kötü bir şey. sevgili günlük, ben annemi çok seviyorum. okuyorum ben. cevap a :)

bi bok anlamadık. her kuşu. sentenced aika multaa muistot. allahsal. düşüncelerimi topladım: 99. aşka ay inanmıyorum. sarışınım. yaz geldi açıldık. olmadı beyler. tam mevsimi kar$im. bakınız: uyluk adam. başım dönüyor: annihilator. konuşma kartlarını çıkar: sizi bir yerden gözüm ısırıyor :) teröristleri kahvehanede bastım. papaz'ın düşüşü. ezcümle kırsal. sakalları bozkır. istanbul bakışlım, gel hele. tiyatroya gitmedim hiç ben. bok var. bilinçaltım pişik olmuş, ne? lütfen konuşun. kalabalıklar yalınız: uğur ışılak. mustafa yıldızdoğan diyorum. balkanların leman sam'ı. herkes komik bir anı anlatacak: bir keresinde şey olmuştu. futbol'a yatay geçiş. gizem'in bacaklarına dönüş. oho beyler bira. off hatuna bak. ben şimdi karşı beyne geçiyorum, kurup geleceğim. restart yaptım kanka. işletim sistemi neymiş? istanbul hukuk. 

vites düşür. heceliyorum: par-don yal-nız-lık-la ol-du. kozmos. sanata anlamlar yüklüyorum: madımak oteli. 160 km/saat bastım nöronlara. gres yağını bilir misin? vazelin yahu. pardon diploma. eva herzigova'yı hayal meyal hatırla. platik fantastik aşk bul. varlığım daraldı. dinleniyoruz özel hayat yok: tanrım. elbasübadelmevt. oku. evimiz skolastik düşüncenin beşiğidir. hegel'in kuzenini tanıyorum. dostum cem adrian. sesimi büzüyorum.  mezuniyet çırağanda olsun ya. ne? şu an portodayım kapamam lazım. oh. onur akın yahu bir zamanlar parkamız vardı. sanki bunlar hep anlamlı şeyler. fotoğraf çekiyorum, kedi. kitap okuyorum, canan tan. ayakkabı aldım, lacoste. saygılar. çok ucuz. sevgiler. indirim. lütfen. hıncahınç görsen. 

çay. diyorum içmiyorsunuz. burun kıvırıyorsunuz. ne demeye yaşıyoruz ya? kime hesap soracağımı bilmiyorum. ben ölmek istiyorum. sen mi? neden? ben'i öldürmek için. derin adamsın. derin adamlar, sevgilimden ayrıldım. nereyi koşayım söyleyin? taşeli platosunu koş kanka. yeni hayat. şarabın çanağında devri alem. hoş görülmedik. sorunuz, hakkınız arayınız: kemal derviş'e ne oldu? çok politiksiniz bu günlerde, öhöm biraz öyleyimdir. çünkü edebiyat fakültesi'ndeyim yahu 68'den beri. arkadaşlar yanlış. 

arabalar geçti. ömrüm bir tekerlek. senin ellerin namus. tenin tenimi terliyor. tüm dualara amin. bizi yorganlara mahkum ettiler. gözlerin bir kelebek kanadı. ani bir ölüm trajedi. bakir sokaklar adımsız. aklının viran evlerinde marabalar. hepimiz çok mutluyuz gece hariç. bize dondurmalar yalayan lolita, bunlar ne saçmalık? belki bazen keşke pişmanım. gözlerim bir ahır. kulağıma kelimeler kaçıyor. buna da romantizma diyorsunuz öyle mi? bunlar hiçkimse. bilmiyorsunuz fısıldıyorlar ölüm. aramızda duvarlar insan. böyle bakınız hem-hem. 

şimdi tekrar yeryüzüne inme zamanı:
-mrb :)))
-mrb :)
-naslsın?
-iiyim sen?
-ben de iiyim.
-kaplan kılı tam bir cehennem silahı!
-ne?!
-afedersin konuştum. 

dünyanın en güzel animasyonu!

senin aklına bişi geliyo mu?

gelmiyor lan! ne olacak şimdi. diyelim ki iyice mala bağladım, aklıma gelen tek şey geçen gün izlediğim filmin bir türlü hatırlayamadığım repliği. ne yapacağız böyle bir durumda dostlarım, söyleyin ne? ya da diyelim ki o kadar çok şey var ki aklımda, asla bir bütünlük teşkil etmeyen, kendi halinden ziyade komplike. ya çıldıracağım! ne demek senin aklına bişi geliyo mu? böyle bir soru olur mu? olmaz mı? neyi öğrenmek istiyorsun, açık konuş! düşük cümlelerden sıtkım sıyrıldı, bana net birşeyler söyle. iclal aydın'dan tiksiniyorum, bana içinde aşk geçmeyen tek bir cümle söyle. bugün halamlara gidicem, de mesela.

düşündüğümüz gibi konuşamamak ya da yazamamak büyük sıkıntı. çünkü biz düşünürken cümle kurmayız. düşünürken şöyle düşünmeyiz mesela, ‘ ay ışığında belirginleşen silueti, bana bir kuğunun gölde süzülüşünü anımsatırken, içimdeki denizde onu boğdum’ var mı böyle düşünen aramızda? varsa ne olur, çıksın gitsin bu blogdan, kendini de beni de daha fazla üzmesin. kimse artislik yapmasın. düşünürken aynen şöyle düşünüyoruz: ‘ben’, ‘hala’, ‘gitmek’. bunları cümleye dönüştürdüğümüz zaman işte asıl sorun ortaya çıkıyor. sansürlemek zorundayız, düzenlemek zorundayız.

fakat ben bu işten çok sıkıldım dostlar. artık aynen düşündüğüm gibi konuşmaya, daha da kötüsü yazmaya başlıyorum. akıllı olup alemin kahrını çekeceğime, deli oluyorum, uğraşın durun bundan sonra. oh be rahatladım.

ben. çalışmak. ders. şimdi.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

retrospektif

"can sıkıntısına şiirler yazarım
canım sıkılır
iki satıra sığdırırım o gözlerini
canım sıkılır
anlatmakla bitiremem o gözlerini"
temmuz 2003

şimdi 2002-2003 senelerine gidiyoruz asdfasfaf. hazine buldum hazine! 3 senedir dokunmadığım iki ajanda var. birini 2001-2002 arasında tutmuşum. diğerini 2002-2003 arasında tutmuşum. ilki fazlaca romantik, epey de hazin şiirler barındırıyor (tanrım ben bir melankoliktim). yazmak meselesine o zamandan getirdiğim yorum şu "evrenin pencerisini açtım temiz hava girsin diye". çok iddialı bir insanmışım asfdjasfd. 
yedi-sekiz sene öncesindeki yazılara, şiirlere bakınca aradan geçen zamanın duygusal ve duyusal körelme olduğunu gayet net söyleyebilirim. merve diye bir kız var, ben buna deli gibi aşığım. hakkında neler yazmışım, işin daha da garibi ben bu şiirleri merve'ye okuttum. esmer güzeli merve'ye olan duygularımın dışında, aile ve çevreye dair binbir yazı var. ailenin sosyalist gelenekten beslenmesi, alevi olması toplumdaki konumumuzu net çizgilerle çizmiş anlaşılan. şu an öyle bir netlik yok, seküler yaşama daha da adapte olmamızdan kellidir belki. öte yandan, aile içi kavgalar (ki büyük kavgalar), anlaşmazlıklar, ve en önemlisi ve de tüm bunların asıl nedeni yoksulluk, karamsarlığımı körüklemiş. sanırsın dünyanın bütün yükünü bana yüklemişler de öyle dertliyim. yine aynı satırlar içindeki "umut" ve "yarın" kavramları o kadar çok ki şaşırdım. 
"ne güzel
güzel
çok güzel
gözlerin güneş parçası

ne güzel
saçların
ay ışığı
gece gibi karanlık
yalnızlık gibi siyah"
istanbul 2003

hasan hüseyin korkmazgil. ahmed arif. ahmet kaya. nazım hikmet. orhan veli. sabahattin ali. arthur rimbaud. o dönemde okuduğum etkilendiğim şairler, sanatçılar bunlar, bunlardan en öne çıkanı hasan hüseyin korkmazgil. bu adama nasıl saygı duyuyorum halen. 

şu son dönemde biyografi okuyorum. hatta dahiler ve aşkları diye bir kitap var elimde. biyografilerde aradığım şey sanatçılardaki "sakatlık". ciddi bir şekilde o sakat düşünce yapısını, arıza duruşu arıyorum. hepsinin çocukluğuna göndermelerle dolu yazılar var, hepsinin de çocukluğu bok gibi geçmiş. biriniz de mutlu bir ailenin çocuğu olaydınız lan. dostoyevski'nin babası oteriter, bukowski'nin babası fakir ama gururlu bir alman, kafka'nın babası yine öyle. rimbaud'nun annesi var bir de, aliye rona. o sakat kafa yapısının çocukluktan geldiğini iddia edenlerle uzlaşmak istemiyorum bir yandan da. ama bir haklılık payı var. bu konuya nerden geldim? bakıyorum bu heriflerin çocukluğu da benimkiyle benzer. yönelimlerimiz aynı, kadınlar konusunda başarısızlıklarımız bile aynı asdfajfsaf. ben de dahiyim olm! 

neyse ki karamsar düşünce yapısından kurtuluşum geç olmadı. tabii umursamazlık ve tepkisizlik gibi yan etkileri kaldı. o kadar da olacak. daha önce bahsettiğim hatice meselesi daha kötü sonuçlar doğurabilirdi mesela. yine benim polyannacı pozitivist düşüncelerim sayesinde orta yolu buldum. bazılarımız işte yanlış insanların eline düşüyor. bazılarımızın ömrü o yanlışlıkları atlatmakla/atlatamamak arasında geçiyor. misal benim mesafeci tutumum benim tarafımdan asla aşılamayacak bir şey artık. aynı zamanda bencilliğim, umursamazlığım da öyle. alter ego var bir de, o zaten tüm bunlardan besleniyor asfdjafa. karamsarlıktan kurtulduğum halde mesafelerle baş edememek gibi bir sorunum var evet. yedi-sekiz sene öncesinden ortaya çıkmış büyük bir sorun. onu da yazarak, okuyarak aşmaya çabalıyorum. kullandığım araçlar pek işe yaramıyor bazen ama organik ilişkilerdeki sentetik tutumum şöyle bir kazanım getirdi bana: en az zarar gören taraf ben oluyorum. anlaşılmaya çalışılan ben oluyorum, her şey bana yönelik oluyor, bu da alter egoyu besliyor. bu bencilliğin, kendine dönüklüğün -dünyayı kendi etrafında döndürme megolamanisinin- sonuçlarının farkındayım. farkında olmanın da bir faydası yok, kendini bilmek büyük mesele, benim kendimi bilmem bana yarar sağlamıyor. tabii insanların büyük kısmı halen kendini arıyor adfsjfas, arayın gerzekler bulunca kendinizle hiç geçinemeyeceksiniz. 

o zamanki  duyarlılığıma, düşünme şeklime bakınca şunu net söyleyebilirim, büyük ayrışmalar büyük kavgaların sonucu olmuş. öyle ayrışmalar ki bazı insanlarla hiçbir zaman uzlaşamayacağım. kafamın içinde belli süre kavga ettiğim insanlarla oturup konuşmadan yollarımızı ayırdık, bu aileden biri de oldu, çevreden birileri de oldu. bu sessizlik içinde yürütülen ayrışmalar tabii yine kendine dönüklüğü körükledi. kendi abimi safdışı bırakmam misal ajsfdafasf. gülüp geçilecek şeyler değiller, gülmezsin de neylersin? 

"her insandan beklentim kendilerini ifade edebilmeleriydi. her insan bunu yapabilirdi. ama nasıl? kavgalar neden çıkar? anlaşamamaktan yani isteklerini belirtememekten, uzlaşamamaktan. sorun burda. insan kendini ifade ederse, ortada sorun kalmıyor.
"belki de kelimelerle oynarken kendimi kağıda hapsediyorum."
"sevgi yozlaşmış bir politikadır."
"ben kendimi gebertiyorum/geberdikçe sahteliğe öykünüyorum/bir kadının yalan söyleyen yüzüne bürünüyorum."  (2002-2003)

geçmişe yaptığımız bu yolculukta geleceğe dair söylemek istediklerim şunlardır asfdsajfafas,
geleceği planladım, olaylar olacak. 

aman da samimi ortam oluşturdum. yeah. 

vol 3

sigara dumanından halkalar yapan kadın
korkarım ki hep yalnız kalacaksın

ey sen, saçlarına görünmez ağırlıklar bağlayan küçük kadın
onları daha ne kadar taşıyacaksın?

kendine en çok benzeyene aşık olan kadın
sana en benzemeyenle yaşayacaksın

kaçan çoraplarına, kaçan sevgililerine, kaçan ömrüne ağlayan kadın
bir dalı bırakmadan, diğerine tutunamayacaksın

topuklu ayakkabılarına taştan kanatlar takan kadın
söylememe gerek var mı, asla havalanamayacaksın

karpuz kabuğundan gemilere binmeye yanaşmayan kadın
şunu bil ki en az üç üç çocuk doğuracaksın

etekliğini aşağı çekiştirip durma be kadın
tanrının bildiğini kuldan mı saklayacaksın

göğsüne bantlar takan kadın
bir gün sevmeden sevişmeyi öğreneceksin

ve sen sözcükleri kendine yoldaş yapan kadın
hep yolda kalacaksın

18 Mayıs 2010 Salı

SERT ERKEKLER PARA KAZANIR

not: bir metin uyarlaması sadece. jesus.




2010
röportaj, mayıs 2010

BARLAR ÜZERİNE:
ben barları seviyorum, feci yerler çünkü. sandalye ve masa üzerinde içkiler. o kadarcık bir dünya. bunla mutlu olurum ben. bar insanı samimiyeti var, onu pek sevmiyorum sanki; o samimiyet dışardakilerden sıkıldığını alkol ve loş ışık altında belirtmek oluyor. alkolü samimiyet aracı olarak görmüyorum ne bileyim. alkol dış dünyayla bağ kopartan bir şey benim için. böyledir bu.

ALKOL ÜZERİNE:
ikimiz yan yana pek gelmesek daha iyi. farklı dünyaların birbirine muhtaç varlıklarıyız gibi. ben alkol olmadan da farklı bir kafa yaşıyorum ki, alkol olduğunda yaşadığım kafa tamamen saykodelik. şişeyi elimden bıraktığım anda ortaya çıkan metafor ve sanatçılık ya da düşünsellik, imgeler hiç hoş değil. bi de bu düşüncelerden etkilenip çeşitli ruh hallerine bürünmek beni olmadığım bir insan için olduğum insana küfürler ettirmeye zorluyor. alkol iyi ama iyi değil. 

SİGARA İÇMEK ÜZERİNE:
sigaranın insana kattığı arıza rol modelini eskiden hayranlıkla seyrederdim. sigara içen insanlardaki mimikleri, tikleri seyrederek geçti ömrüm. sigaraya başladığım anda sigarayla kurduğum bağ ötekilerin kurduğu bağı anlamaya yönelikti, buna özentilik dönemi diyorlar, fakat sonradan sigaraya yüklenen anlam ötekilerden bağımsızlaşıp kişiselleştiğinde tiryaki oluyorsun zaten. ben de bir tiryaki olarak sigarayı "nefes alma" olarak görüyorum. 

DÖVÜŞMEK ÜZERİNE:
kavga etmem. benle de kavga edilmez zaten. aşırı tepkisiz olduğumdan, atılan yumruğa düşünsel bir yumruk atarak komikleşebilirim. en son lisede kavga ettim, sonrasında hiç girmedim o işlere. 

KEDİLER ÜZERİNE:
ben kedileri insanlar yüzünden sevmiyorum. insanlar bir aradan çekilse kedilerle bir iletişim kurabilir, hatta sevebilirim. ama her yerde kedi fotoğrafları, kediden çok. bu hiç hoş değil. köpek iyidir bak, ona laf yok. 

KADINLAR VE CİNSELLİK ÜZERİNE:
bir erkeğin başına gelebilecek en kötü şey kadınsız kalmaktır. ne bileyim, kadınsız erkekler ile erkeksiz kadınları aynı skalada düşünemiyorum. kadınları çok seviyorum, gerçekten. kadın imgesine hayranlığım, estetiğe düşkünlüğümden ileri geliyor olabilir, ama şu bir gerçek ki zenperestim. bana göre kadınlar çiçektir, çiçek! öte yandan birçok kadını zihinsel olarak engellemem de söz konusu, o kadar da kadın düşkünü değilimdir yani. biraz da uçarı bir realist olmam sebebiyle kadın, benden sonra gelir, ne bileyim. ikinci planda kalmaları benim egomla alakalı, bir kadının egosu da aynı yönde hareket edebilir, hiç cinsler arası ayrıma ya da şuna buna takılacak değilim. erkek olmak işte. 

İLKİ:
ilki benden deneyimliydi, fakat bu sorun olmadı. pek de romantikti, mumlar, müzik filan vardı odada. sigara da vardı ama o zamanlar sigara kullanmıyordum, orgazm sigarasını içerken ona baktım uzun uzun. sigara içerken gözleri tavandaydı sürekli. pek anlamadım bu halinden bir şey. pek şanslı sayılabilirim, ikna etmek gibi bir sorunum olmamıştı, aniden bir odada her şey önceden ayarlı bir şekilde bulmuştum kendimi. şuraya dokun, evet orası gibi yönergeler. sekste konuşmak. rahat tavırları hoşuma gitmişti, bir yandan da erkeksi bir kuşkuyla "ırıspı" diye zihnimden geçirmedim değil. erkek olmak diyorum işte. 

YAZMAK ÜZERİNE:
yazmayı hep kaçış alanı ve gizli bir alan tahayyül ettim. sonrasında bu bir buluşma ve kendini görme alanına dönüştü. yazmaya iten sebepleri görünce, o sebeplerden kurtularak yazıya yönelme eylemini gerçekleştirmeye kastım. ne bileyim, yazı artık benim yaşantımın detaylarından önde geliyor, kendi yaşantımı yazıya malzeme ederek bir yerlere varma olayını sevmiyorum. bazıları seviyor, iyi de yapıyor bu işi, ama ben beceremiyorum. ben tamamen başka evrenler inşa etmeyi, orda insanlar yetiştirmeyi, o insanları konuşturmayı seviyorum. insanların kaderi bu şekilde benim elimde oluyor, ben de tanrı oluyorum birkaç sayfada. bu iyi bir şey. 

ŞİİR ÜZERİNE:
şiir olgunluk dönemi işidir. hep o gözle baktım bu olaya. insanın bir cemal süreya yaşı vardır, bir edip cansever yaşı vardır. söyleyeyim nazım hikmet yaşı 20li yaşlardır. cahit zarifoğlu yaşı vardır ki çokça insan olmak gerekir herhalde. roman okumayı bırakınca şiir okuma devri başladı benim için. şiir yazmaksa başkaları yazdığında güzel görünen bir şey. ben de bir başkası olduğumda yazarım elbet. hmmmmmm.

OKUMAKTAN EN ÇOK HAZ DUYDUĞUM ŞEY ÜZERİNE:
incil'i okumayı çok seviyorum. imgelem manyağı bir kitap. inançsız olmama rağmen inananların insanlar üzerine yaktığı ağıtları, güzel günlerin geleceğine -ki bence her gün gayet de güzel- olan umutları okudukça çocuksu bir zevk alıyorum. göklerdeki babamız filan, gözler önündeki babamız. onun mutlakiyeti, evreni kuşatması, evrenin her yerinde bizi gözetmesi sonra da cezalar kesmesi, tehditler savurması bana o kadar şirin geliyor ki yanaklarını sıkasım geliyor. baba'nın çocuklarını sevmesi, affedici olması, "siz isteyin yeter ki keratalar dünyalar sizin olsun" tavrı gerçek bir siyaset. ben bunu seviyorum ve saygı duyuyorum. insanlara umut dağıtmak, o umudun peşine insanları takıp onları boş oturmaktan alıkoymak büyük bir mesele. ne bileyim, kutsal bir kitabı okurken zerre etkilenmemek de ayrı bir haz (inançsızca bir haz değil, tanrıyı hafife almanın hazzı).

MİZAH VE ÖLÜM ÜZERİNE:
her döneme ayrı bir mizah anlayışı düşüyor galiba. slogancı mizahın, politik mizahın yerini tespite dayalı mizah aldı. bu da bizim dönemimizin piyasa yapan mizahı. bu mizahın kendine seçtiği figürler hep saçma insanlar, işte özenti entel karakteri, kız peşinde bir ömür tüketen dangalak şu bu. bu mizahın da aşılması gerekiyor gibi, biraz sıktı sanırım. en azından ben müthiş sıkıldım. herkes tespit ustası, süper kahraman eğiticisi asfdjafa. kendi mizahıma gelince ben insan ilişkilerini hep komik buldum, o ciddiyeti hep komik buldum. daha doğrusu ciddiyeti komik bulan bir insanım. disiplini, tutarlılığı, kararlılığı da komik buluyorum ki buna göre de kendimi konumlandırdım. 
ölüm bir armağan. yaşamdan daha büyük armağan. ölüm yaşamı ciddiyetsizleştiren bir şey işte. ölümsüzlükse trajikleştiren bir şey. onca sene yaşıyorsun en güzel ölümü ölmek için. bunun üzerine düşünmek de ayrı bir saçmalık. en güzel hayatı yaşayanlar en güzel ölecek, kuşku yok. ölümle tanışmak isterim, çay içmek isterim.

HİPODROM ÜZERİNE:
at yarışlarına pek kafa yormadım. şans oyunlarının geneline hiç kafa yormadım. para mı kazanılıyor bu işlerde? 

İNSANLAR ÜZERİNE:
kendimi bildim bileli insanları seyrederim. seyrettikçe içim bir hoş olur, bazı insanlardan kaçar, bazılarına sırnaşırım. bu seyircilik iyi bir şey, gerçek bir tiyatro dönüyor herkes başrol. öyle olması lazım zaten. şu da bir gerçek ki insanları filtreliyorum devamlı, sıfatları bile filtreliyorum. bence şişman bir surat manasız bir surattır. aptal bir yüze hiç tahammül edemiyorum misal. 

ŞÖHRET ÜZERİNE:
afsdjafasf kötü bir şöhretim var. kötü tanınmaktan bahsediyorum, kötü tanıtılmaktan ve de diğer tüm kötülüklerden. iyi tanıtılmak elzem bu devirde. içimdeki çocuğu göstereceğim günler gelecek :/

YALNIZLIK ÜZERİNE:
ben yalnız kalmam. bu bir. ben yalnız kalırım. bu iki. ikisi de benim isteğimle olur. bunu bilmenin ve bunun deneyimle sabit olmasından kelli yalnızlık bir sıkıntı değil benim için. hatta bir sığınak, cephanelik filan gibi bir şey. 

TEMBELLİK ÜZERİNE:
şundan zihnini koruyabilirsen gerçek bir tembelsindir: hiçbir şey yapmamanın verdiği rahatsızlık hissi. ben bundan kendimi koruyamadığımdan, tembelliğimden utanan, rahatsız olan bir insanım. ama dönüp baktığımda yaptığım muhteşem tembellikler sonucunda şu anda olmak istediğim insanım. herkes çalışkan olmak ister -aptallar çok çalışır-, ben daha az çalışarak başarının peşindeyim. başarı dediğim nedir, para. 

GÜZELLİK ÜZERİNE:
güzellik diye bir şey vardır. güzellik matematiksel filan değildir. güzele edilgen tavırlarımızın güzeli güzel yapan olduğu konusunda kandırıldık, büyük hata. güzel tek başına güzeldir. bakışla, ona karşı perspektifle pek alakası yok. dünyanın bütün insanları şu dizeye baş koyup yaşamasın artık "güzelliğin on par'e etmez şu bendeki aşk olmasa". güzellik on par'e eder sen olmasan da, ben olmasam da. lütfen rachel hurd wood diye bir şey var. 

ÇİRKİNLİK ÜZERİNE:
vardır ve kabullenilmiş olması da hiçbir şey ifade etmez. çirkin vardır, çirkinlik vardır, kupkuru bir gerçekliktir aynen güzellik gibi. 

BİR ZAMANLAR:
insan değildim. ziyan biriydim. 

BASIN ÜZERİNE:
basındaki herkes yavşak olmak zorundadır. aynı zamanda cahil olmalıdır. yarrak gibi adam olmak zorundadır. ortalama insan olmalıdır. sikko yazılarla her gün bir köşeyi işgal etmek zorundadır. basın adamı, basın kadını, orospu ruhlu olmalıdır. 

CESARET ÜZERİNE:
anlık bir ivmelenmedir. onun dışında pek bir olayı yok. 

KORKU ÜZERİNE:
cehaletin ve aptallığın kardeşidir. onun dışında pek bir olayı yok.

ŞİDDET ÜZERİNE:
yanlış bir şeydir demiyorum, doğru bir şeydir de demiyorum. sadece biraz abartılmaması ve her daim başvurulmaması gereken bir şey. düşünsel şiddetten de uzak duralım, sözel şiddetten mümkün mertebe kaçalım. 

FİZİKSEL ACI ÜZERİNE:
alnımda bir iz var. tam ortasında. hatırlıyorum kanlar akıyordu oluk oluk, ben dışarı çıkıp oyun oynamak istiyordum hala. mesela sol kolum kırıldığında da eve gelip "sol kolum çok ağrıyor ya" deyip kolum alçıya alınana kadar kırılsaydı sızısından duramazdın efsanesini yıkıp öylece dolaşmıştım. canım tatlı değildir benim!

PSİKİYATRİ ÜZERİNE:
insanların konuşmaya ihtiyacı var. ister para verip konuşsun, ister birinin başını etini yesin.  bu yüzden saygı duyduğum bir bilim dalı.

İNANÇ ÜZERİNE:
ben bu konuyu hiç sevmiyorum. önemli bir konu da değil, ben ontolojik meseleden ölen görmedim. 

oha ne uzunmuş. bırakıyorum yeter. 

kara

çekmeceleri son hızla açtı, hepsini açtığı hızla geri kapattı. zihin açar'ını hiçbir yerde bulamıyordu. son bir umutla raftaki kitapların arasını yokladı. kara kaplı kitabın kara sayfaları arasına sıkışmış kara anahtarı buldu.

bundan sonrası kolaydı. eğer bu türden bir anahtara sahipseniz, ne bir sevgiliye, ne bir dosta, ne de alkole ihtiyaç duyarsınız. (anahtar ana rahmine dönüşü simgelemektedir, cenin pozisyonu alınız)

time to feed the monster. zihnin kapıları açıldı. şu an bir dağın tepesindesin. günün hangi vaktini seviyorsan en çok, vakitlerden o vakit. dağın arkasından en sevdiğin müzisyenin en sevdiğin şarkısı çalınıyor kulağına. görkemli bir tahta oturmuşsun. dağın eteklerinde tüm insanlık diz çökmüş. tüm insanlık sana biat ediyor. kimseden çıt çıkmıyor. aklına ilk gelen cümle kendiliğinden ağzından çıkıyor. (aklına ilk gelen cümle, her zaman aklında olan fakat bir türlü insan içine çıkaramadığın cümle olacak) gökyüzünde bir cadı süpürgesinin üzerinde uçuyor. siyahlar içinde bir derviş bastonuna dayanarak dağa tırmanıyor. sonra karşı dağa bakıyorsun ve onu görüyorsun. hani across the universe halinden önce en sevdiğin yüz. ardından perde kapanıyor.

yolculuk bitti. zihin açar'ı kara kaplı kitabın kara sayfaları arasına gizliyor tekrar. zamanı gelince kullanmak üzere.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

iki falcı

ilki. 

lise 2'deydim. kadıköy'den eve dönerken otobüs durağında yaşlı ve kedisi olan bir kadınla yan yana oturduk. kadın "ah evladım gözlerinin içi gülüyor ne güzel" dedi bir anda bana doğru eğilerek. kadın da bana sempatik gelmişti, kısa saçlarının bir kısmı kızıl bir kısmı siyah bir kısmı da beyaz, tam bir renk cümbüşü. kedisinin başını okşuyor sürekli, diğer elinde bastonu var. yaşlılardan pek hazzetmeme rağmen bu kadının "aurası" beni etkilemişti. kısa bir muhabbetimiz oldu, eskiden moda'da oturduğunu, emekli maaşı yetmeyince ümraniye'ye taşınmak zorunda kaldığını anlatıyordu (ben moda'dan ümraniye'ye taşınmış bir insana nasıl davranılır bilemiyordum o zamanlar). sol elini uzat da el falına bakayım dedi. tereddütte kaldım. merak etme paranı almayacağım, içimden geldi güzel oğlum dedi. kadının yüzü daha da aydınlandı. sevindi ama neye sevindiğini anlamadım. "sen ilerde... ilerde siyasete atılmayı düşünüyor musun? eğer siyasete girersen büyük başarı sağlayacaksın. yazıyor musun? yaz!" dedi. yazmıyordum o dönemler, yazmam için yeter sebep yoktu -şiddetli bir aşk, başarılı bir başarısızlık, yeteri kadar okuma vs-. gelecekten söz açan yaşlı kadının diriliğine, bastonuna, kedisine, yüzündeki gülümsemeye, saçlarına baktıkça "modalılar hiç yaşlanmıyor sanırım" diye düşünmüştüm. kadına iltifatla karışık yaşına öğrenmek amacıyla  "gayet genç gösteriyorsunuz" dedim. "65" yaşında olduğunu söyledi. şaşkınlıkla hayranlık arasında gülerken buldum kendimi. "sevimli bir gençsin" diye iltifat-ı iade yaptı afsdjafsafasfd. 

ikincisi. 

fransız sokağı'nda kapuçinolarımızı içtikten sonra, fal baktıralım gibi ani bir fikir benden çıktı ve herkes tarafından benimsendi. kafenin birine girdik ve fal baktırmak için sıraya adımızı yazdırdık. tarot bana daha enteresan geldiğinden, tarotta karar kıldık (gördüğünüz gibi uyuz bir blog yazarı gibi yazıyorum, şöyle yaptık, böyle yaptık, şurda konakladık vs asfjafasfa). fal sırası bana geldi. epey bekledik tabii, 2 buçuk saat bekledik (ünlem). falcı -başka adı var mıdır bilemeyeceğim- renkli gözlü, derin bir göğüs dekoltesi olan, çirkin bir kadındı. kollarını masaya dayayıp gözlerimin içine bakınca dekolteye bakmamak için duvardaki absürt resimlerle ilgilendim bir süre. kart çekmeye başladım. çek çek bitmiyor. kariyer için, aşk için, aile için, kendin için eh yuh (konunun cahiliyim tamam). kariyerden başladı. ilerde iki işi olan, serbest saatlerde çalışan -sabah 9 akşam 6 olmaması- ikisinde de kariyerin doruklarını yaşayacağımı söyleyince "he şöyle böyle konuş canımı ye, daha da öv, yükselt, göğe çıkar beni kadın!" diye bağırasım geldi. yurtdışına iki kere çıkacakmışım, ilki kısa ikincisi uzun sürecekmiş. ikincisinde koç burcu renkli gözlü bir kadınla tanışıp onunla hayatımı birleştirecekmişim. "o halde ben türk kızlarıyla zaman kaybetmeyeyim" afdsafjasdfasf. gelecek için konuşmaya devam etti. seneye büyük başarı sergileyerek her dalda birinci olacakmışım, bu başarılar 9. ay sonra gün yüzüne çıkacakmış. eyvellah. falcı kadının ciddiyeti ve paranormal triplerini seyrederken ağzının ortasına kürekle vurasım geliyordu. pet şişeden suyu bardağa doldurup, bardağı ağzına götürene kadar oscarlık davranışlar sergiledi. gözlerini belertip, sanki sarhoşmuş gibi ağzını yayarak suyu içti. su içiyorsun be kadın, su! azıcık elbisesini düzeltip "bak açık konuşacağım senle, sen şeffaf bir insansın, şeffaf olmak iyidir fakat biraz daha politik davranmalısın ilişkilerinde" dedi. politik davranmaya başladım hemen "tabii biraz öyleyim, neysem oyum ama bu bana çoğu zaman fayda sağlamıyor" dedim asfdafsa. politik tavırlarıma falcıdan çıktıktan sonra da devam ettim, param olmamasına rağmen tüm hesabı ben ödemeye kalktım, o kadar da politik olmamak lazımmış demek ki. politik tavırlarım git gide arttı, selamı sabahı kestiğim insanlara "günaydın, nasılsın? nasıl gidiyor?" diye kerkindim, cevaplar "iyi" oldu hep. iyilermiş işte asfdjafa. falcı daha da çılgına bağlayarak "bak yine açık konuşacağım, kendini koyverme, tembellik senin en büyük düşmanın, yetenekli bir insansın, tamam mı?" diyordu ki ben "ya aslında o kadar da tembel değilim, sadece keyif düşkünü bir yanım var" dedim. peki peki diye geçiştirildim. "sormak istediğin bir şey var mı?" diye sordu. hep beklediğim sorudur ama bu soruya cevabım hep "hayır"dır. hayırdır hayır. falın başında bana çektiği nutuk da iyiydi, "ben bu işi 8 senedir yapıyorum, bu masaya senin gibi sırf meraktan oturan ve ağzı bir karış kalkan gençler biliyorum, bu ciddi bir iş" diye birden giydirmeye başladı bana. ben de şeffaf bir insanım ya hemen yapıştırdım cevabı "ben bir şey yapmadım ya" dedim asfdjafasf. 

politik olmak he mi? işte bir falcının dediğini hayat mottom yapıyorum ve bundan sonra dünyanın en tiksindirici naif, mülayim insanına dönüşmeye karar veriyorum (daha önce mülayim olmuştum, şimdi olmam gerekenler şunlar: kibar, naif, ince, zarif, özenli, duyarlı, gönüllü, sıcakkanlı, hoş sohbet vb şeyler)

demek politik olmak lazım, o halde bana bir koltuk gerekiyor. 




I See A Darkness – Johnny Cash












MP3 search on MP3hunting

15 Mayıs 2010 Cumartesi

14 Mayıs 2010 Cuma

gece doğan

doğduğun üzeresin. attığın her adım, dünyaya geliş saatinden gelir. zamanını şekillendiren şey, ilk aldığın nefestir. yoksa sen gerçek olmayanı inkar edenlerden misin?

aylardan mayıs ve esas defilesinin provasını yapan bir güneşin altındayız. bir saçma felsefesi gelmiş, omuzlarına çıkıp oturmuş ve inmeye hiç niyeti yok. uzak değil, çok yakında, hemen yanıbaşında bir bina var. bina sarı, güneş sarı, hayat sarı. yoksa sen gerçeği inkar edenlerden misin?

karıncalarla insanlar arasındaki bağıntıyı çocuk yaşlarda kurmuştun. büyüdükçe karıncalar küçülür ya hani, sen insanları da küçülttün. silindiler yavaş yavaş, un ufak oldular. ara sıra belirip el sallıyorlar, sonra geldikleri hızla geri dönüyorlar. görsen şaşırırsın, küçücükler.

bir gün pazara çıktın. onca göze hoş görünen arasından kendini en fazla sergilemeyeni seçtin. nara benziyordu. gariptir, hiç de sesi çıkmıyordu. yoksa sen sessizlikle baş edemeyenlerden misin?

yahu kaşı gözü vardı. üstelik, ustalıkla, üstelemeden çizilmişti. gördüğün ilk rüyanın hatırladığın tek yüzüydü. yahu şok diyorum. sen buna nasıl inandın? perde mi inmişti gözlerine?

senin neşelenmek için güneş ışığına ihtiyacın yoktu. canım senin hiçbir şey için hiç kimseye ihtiyacın yoktu. boş yere kalabalıklarda dolaşıyorsun. boş yere eline kağıt kalem alıp çimlere oturuyorsun. sen istesen de tanrı zar atmıyor zaten. yoksa sen ilahi olanı inkar edenlerden misin?

6 Mayıs 2010 Perşembe

daddy is back!



işte şu aradaki etkileşimin %0 olduğu bir şeyi hayal ediyorum. gerçek bir nihilist 'etki' kelimesini kendi lehine olsa bile ters yüz edip etmemeyi umursamayandır.nokta.

4 Mayıs 2010 Salı

Yeni yasa tasarısı 'silahlan' diyor

TBMM"deki Silah Kanunu Tasarısı"nda öngörülen birçok değişiklik, silah almayı kolaylaştırıyor. Silah alabilmek için tek bir doktor raporu dahi yeterli oluyor.

TBMM İçişleri Alt Komisyonu’nda görüşmeleri süren Silah Kanunu Tasarısı’nda öngörülen birçok değişiklik, silah almayı kolaylaştırması nedeniyle büyük tepki çekiyor.

Özellikle tasarıdaki “silah ruhsatı almak için tam teşekküllü devlet hastanesinden heyet raporu şartı” yerine “tek bir hekimin vereceği raporun yeterli görülebilmesi” ve “6 aylık geçici ruhsat verilmesi”ne olanak sağlayan maddelere ciddi itirazlar var.

YILDA 3 BİN KİŞİ ÖLÜYOR

- UMUT Vakfı’nın 2009 verilerine göre, Türkiye’de yılda yaklaşık 3 bin kişi ateşli silahlarla ölüyor, 700 kişi de yaralanıyor.
- Cinayetlerin yüzde 60’ında ateşli silah kullanılıyor.
- Her 10 kişiden birinde ve her üç evden birinde ateşli silah mevcut.
- Silaha kolay ulaşılabilir olması cinayet, intihar gibi olayların her an meydana gelmesinin en önemli nedeni. Evde silah bulunması ev halkından birinin cinayet, intihar, kaza gibi nedenlerle ölmesi riskini yüzde 41 arttırıyor.
- Tartışma, kıskançlık, namus gibi önceden tasarlanmamış olaylarda silah kullanımı yüzde 90, illiyet bağı yüzde 80 oranında.


ben toplumsal duyarlılığını sıfıra indirgemiş bir insanım. ama bu kadarına da tahammül edemiyorum. iyice piçliğin lüzumu yok. bu öyle ülkeyi suni gündemlerle meşgul etmekten ve laikliğin elden gitmesinden daha az önemli bir konu değil. insanların hayatından bahsediyoruz. imza toplayın, eylem yapın, bişeyler yapın. yapacaksanız bunu yapın!

2 Mayıs 2010 Pazar

yüzleşme 1

seni gördüm iki gece önce. bir değişmişsin. acayip olmuşsun. yine aynı yerindesin, kalabalık bir caddedesin. yanında ünlü, ama senin kadar da ünlü olamamış arkadaşların var. benim yanımda ise ünlü olma yolunda emin adımlarla ilerleyen senin yeni iş arkadaşın var. öyle kolkola sana doğru geliyoruz yolun karşısından. sen bir ona bakıyorsun, bir bana. şaşırıyorsun, şaşıracaksın elbette. hem neden birlikteler diye şaşırıyorsun, hem neden koşup bana sarılmıyor diye. ben öylece yanından geçiyorum. sana bakma ihtiyacı hissetmiyorum. zamanında kilometrelerce yol katetme ihtiyacı hissettiğim halde. diyalektik denen şeye hayranım.

dönem kapatmışım resmen. mutluyum.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

muğlak töz

1. diyelim ki gökyüzü sokağa asılmış bir perde
ikimiz roma rakamıyla bir diye dizilmişiz art arda
diyelim ki aylardan mart baban çok yaşlı ve öldü
dua okuyoruz -ben ağzımı oynatıyorum sadece

diyelim ki ağızlarımızı değiştik konuşuyoruz
ben diyorum ki  seni sevmiyorum


2. bilmiyorum nasıl olacak gece
hiç bilmiyorum nasıl düşülür
çalan şarkı hiç yabancı değil 
bir kapı işte içe doğru açılıyor
bir kitap işte herkes mutsuz 
bilmiyorum nasıl olacak böyle
bu kadını tanıyorum tadı şeye benziyor 


3. oturmuşuz buluttan bir araç
düşler atlası filan olağanüstü bir yerdeyiz
yerler cennet tavan gökyüzü duvarlar altın
seni yüz kişi rahat ettirmeye çalışıyor
ben bir koltuğa oturmuşum kötü düşünüyorum


4. ya da olabilir
sen haklısın, diyelim ki müthiş haklısın
evlere şenlik bunalımlar gelecekten gebe kalmış
ilaçlar bir ahlak sorunu acıyı dindirmek için
diyelim ki isa bir hırsız tanrıyı çalmış 
sen ayakkabılarını eline alıp kaçıyorsun bu evden


vol 2

sen ne dersen de
bu insanlar bu koltuklara yakışmıyor
bu konuda methiyeler düzülse de
sis indiği geceye yapışmıyor

bir işçi bayramı arifesinde
marşlar dinliyorum, beni heyecanlandırmıyor
oysa babam işçiydi belediyede
gırtlağını sıksan sendikaya üye olmuyor

yokluğun cehennemin öbür adıdır
üşüyorum, kapama monitörünü

yanlış yoldaydın cem karaca
beni sadece tamirci çırağının ümitsiz aşkı yaralıyor
tulum da, usta da değil umrumda
işçiler artık işçi kalmıyor