eski dershanemdeki beni sevip sayan biri aradıydı "çiğ köfte partisi var, eski mezunlar da gelecek, sen de gel" dediydi. önce naz yaptım, bahaneler ileri sürdüm. gelemem işlerim var, gelemem çok yorgunum falan dedim. sonra ikna oldum, sözleştik. gitmek istememenin sebebi o da gelecekti büyük ihtimal. karşılaşmak istemiyordum onla, suçlayıcı gözlerle bakıyordu bana sürekli.
bir pazar günüydü. neşem yerinde. sağlıklı ve de über konuşkanım. herkesle merhabalaşıp, birkaçıyla koyu muhabbete daldım. köfte bahane. gelmemişti. tedirginliğim gitgide artıyordu. geleceğini söylemişlerdi, gelirim dediyse hiç affetmez gelirdi. gelmedi. ha geldi ha gelecek psikolojisiyle takıldım bir süre, güldük eğlendik, yedik içtik, iyi dileklerde bulunup teşekkürlerimizi sunup ayrıldık ortamdan. ordan kadıköy'e geçip akşamı kutlayacaktım, kadıköy'de birkaç arkadaşla sözleştim, ohhh god bir günde iki randevuyla hem lise arkadaşlarını hem de dershane arkadaşlarını aradan çıkarıyordum. huzurla eskileri yad etmiş bir şekilde uyayabilirdim.
otobüs durağında bekliyordum. öyle sikimsonik bir yerdeydi ki dershane, saatte bir otobüs geçiyordu. saat de geç olduğundan daha da nazlanarak gelecekti otobüs. uzun bir bekleyiş sonunda geldi otobüs. bomboştu. sadece arkada iki sevgili vardı, öpüşüyorlar falan.
sevgililerle göz göze gelmemeye çalıştım, ama kızla göz göze geldim. kızı tanıyordum, oydu. yanlarına gelmemi işaret etti, gittim yanlarına oturdum. napıyosun ne ediyorsun, uzun saçlarından sonra kısa saçların da güzel olmuş, bu tarzını da beğendim -yalanlarrrrrrr- falan dedi, beni sevgilisiyle tanıştırdı. benden yakışıklı, atletik ve de karizmatikti. durumu kabullendim. dersler nasıl, üniversite nasıl falan derken dünyanın en yüzeysel muhabbetini yaptık. benle karşılaşmayı beklemiyordu sanırım, ben de karşılaşmak istemiyordum. annesine dershanede çiğ köfte partisine gideceğim demiş, taş gibi bir adamla buluşmuştu. böyle yalanları severdi asdfas. "nereye?" diye sordu, "kadıköy'e gidiyorum, ahmetlerle falan buluşacağım" dedim. "aaa ne güzel hala birbirinizden kopmamışsınız" deyip takdir etti arkadaşlığımızın devamlılığını ve birbirimize yürekten bağlılığımızı. bizim evin birkaç durak ötesinde sevgilisiyle beraber indi, ulan dedim şimdi sevgilisiyle beraber inmez sadece kendisi inerse ben bu adamla ne konuşacağım, bir pot kırarım ben kesin, bu eleman da gider hatunu çatır çutur keser falan diye düşünüyordum ki allahtan beraber indiler.
onlar indikten sonra, içim bir hoş oldu. mutlulukla garip bir hissiyat arasında gidip geldim. demek ki artık benden nefret etmek yerine kendine yeni bir sevgili bulup, mutluluğa yelken açmıştı. aslında hiç de mutlu olmasını istemiyordum, böyle de kindar bir insanım, sürünsün diyordum. acılara boğulsun, her gün ağlasın, pişmanlıktan ölsün, kendi kendini yesin dursun anasını seveyim diyordum. madem benle mutlu olamadı, başka kimseyle olamasın diyordum asdfjasf kendi duygularıma karşı ikiyüzlülük yapmayı sevmiyorum asdasdfsad yalan da olsa "ayrılsak da mutluluk dilerim sana" diyemiyordum, çünkü hayatımın en verimli, en sıradışı, en mutlu dönemini sikip atmıştı. uzun süre toparlayamamıştım, her şey dağınık sik gibi kalmıştı, hatta nihilizme doğru ilerleyip, beat generationa kadar uzanmıştım. hoboluğa merak sarmış, umursamazlığımı kat be kat artırma gayreti göstermiştim. işte o şahane tablo karşımdaydı, o mutluydu ben yine karmakarışık kaset gibiydim. mutsuzluğumun sebebi o değildi, çoktan silmiştim, ama tüm bu saçmalıkları ona yüklüyordum, ondan dolayı oldu diyordum asdfasjfa oysa hiç de öyle değildi. ama yine de mutlu olmaması gerekiyordu be.
böyle böyle düşünerek kadıköy'e vardım sonunda. teachers'a doğru yollandım. her zamanki kafa dağıtma yerimizdi, nispeten ucuz bira kaliteli müzik dinleyip muhabbet edebildiğimiz nadir yerlerden biriydi. baktım ahmet gelmiş, tek başına oturuyor. "nerdesin a.q" diye sarıldı, "bir kere de erken gelin lan, muratla saygun da yoldaymış, hep ben erken geliyorum sikicem" diye devam etti. "lan geldik işte, alsaydın bir bira, niye başlamadın?" falan dedim. sonra diğerleri de geldi. 4lü kadro sap gibi buluşmuştuk yine. ne bir kız, ne bir sevgili vardı ortamımızda asfdjasdfas. murat'ın sevgilisi bizi sevmiyordu, onla dalga geçiyormuşuz falan, murat'ı da arada sırada göndermiyordu bizim yanımıza ahaha. ahmet her zamanki gibi makine mühendisliğinin zorluğunu, mukavemet dersindeki atraksiyonlarını katü'deki maceralarını ve sap arkadaşlarını anlatarak o muhteşem hitabetiyle muhabbet adamlığını konuşturuyordu. saygun yine bir sürü dersi bırakmış dokuz eylül'deki kızları anlatarak küfürleri yiyordu.
nadir eğlendiğimiz, eğlendiğim gecelerden biriydi. bu adamları hakkaten seviyordum, çünkü hayatlarındaki her atraksiyonu biliyordum, nerde nasıl davranacaklarından tut, sevgililerine nasıl davrandıklarına kadar her şeyi biliyordum. onlar da beni biliyordu "ya olm kitap film müzikle hayat geçmez, yarak gibi adam olacaksın bak, entel mi olacan lan başımıza, solcu da olursun sen haaa, sizin üniversite pek müsait bu ortam için" falan diye klasik giydiriyorlardı bana, böyle laflarını da bayılıyordum asfdjasdfajfd.
yine sarhoş olmuştuk. saat 12'ye gelmeden kalkma kuralımız gereği, fondip yapıp kalkacaktık. "durun lan şarkı çalıyor, olm mourn çalıyor lan, şunu dinlemeden kalkmam ben" dedim. sentenced çalmak için en uygun zamanı bulmuştu şerefsiz barmen. dayanamadığım bir şarkı varsa o da buydu. suratımız düştü hepimizin. sanırım aynı anda hepimize koyan şarkı bu olmuştu, aynı anda dalıp gittik asdfjsafad.
eve dönerken "demek öyle ha" dedim ve şarkı zihnimden gitti. mutluymuş demek sikik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder