30 Kasım 2009 Pazartesi
yoo ne alakası var?
x'le y'nin 4 yıllık aşklarından sonra, m.s 2009, istanbul;
x bugünlerde durgun. sessiz. içine kapanık. sağlam küfürleri var. bir erkek yurtdışına çıkmaktan bahsediyorsa, aşıktır. x'in yurtdışına çıkması hiç yaratıcı bir gidiş değil. y ise bu aralar, çok hiperaktif, çok gülüyor, çok şaşkın. bir kız sürekli eski arkadaşlarını arayıp onlarla geziyor tozuyor ise, çok aşıktır. bahadır.
22 yaşında. düşündükçe inanamıyor buna. demek ki hayatının 4 yılını birinin peşinde, hem de çok gençken, hem de çok? çok neydi? hayatın baharını, eğlencesini, sadece bir kişiyle. 4 yıl mı? efendim 4 yıl boyunca birbirine karı koca olan bu insanlar, 2 yıl 3 gün daha birbirilerini düşünerek geçirecekler. geçirebilirler. kıskançlıklar olacak. derin özlemler olacak. umutsuzluklar olacak. önce umut olacak, sonra çok fazla umutlandığından umutsuzluk olacak. arada birkaç kişi daha olacak, onlar da gelip geçecek, günler geçecek. biliyor musun? bilmez olur muyum?
bugünki bahanem nedir mutsuz olmak için? bugün onu daha fazla düşündüm, daha fazla özledim, hem birkaç şey hatırladım ona dair. hatırladıkça kafam güzelleşti. kanepeye oturdum, biramı yudumlarken saat gece 3 oldu. bu aralar saat hep gece 3 oluyor. arkadaşlarla dışardaydık, yine her zamanki gibi içtik biliyor musun? öncesinde güzel kızlardan, yurtdışındaki kızlardan bilhassa, bahsettik. bu ünlü, insanların akın akın geçtiği bu sokakta, yani tam olarak şu masada dar kot giymiş kızlara baktık. eve geldim. içtim yine. çok içiyorum biliyorum. az uyuyorum onu da biliyorum. az yiyorum onu da hatırlatma bari. az konuşuyorum değil mi? o da var tabii. hareketlerim de çok yavaşladı, sanki sakinleştirici bir şeyler verdiler bana. böyle olmamalıydı, toparlanmam lazım. dışardayken çok mutlu bir tablo çizdim, anlamadılar, anlamalarını istemiyorum çünkü. beni geriyorlar, çok canım sıkılıyor. yurtdışı? evet kesinlikle, gitmeliyim.
4 yıl. çok uzun değil mi? hep beraberdik yani? hiç mi ayrılmadık? hep mutlu muyduk be? saçma, çok saçma. 4 yıl değil de 4 ay olsaydı? böyle olmazdım herhalde. hem 4 ayda insanlar ancak birbirini tanır, alışırsın birbirine, bakarsın olur mu dersin, olur herhalde. olmazsa da 4 ay çok az bir süre olduğundan, bırakıp gidersin. öyle değil mi? öyle evet. bu 4 yıl da bana 4 ay gibi, 4 gün gibi 4 saat gibi geliyor, herhalde sarhoşum ondan. hem çok içtim, alkol insanı mutsuz ediyor, huzursuz ediyor. ne için? alkol insanın zihnini açıyor, gerçekleri yüzüne vuruyor. bu lafı da ne çok duydum içki masasında. bi de bu laf var :"bak bir sarhoş asla yalan söylemez, sen harbi delikanlı adamsın x" dediler. çok delikanlıyım. evet.
doyamıyorum. uykuya, eğlenceye, konuşmaya, filme kitaba müziğe caddeye sokağa. hiçbir şeye doyamıyorum, hep aşırıya kaçıyorum. deli sikmiş gibi. sanki bir şeyi daha uzun süre yapsam, zaman daha çabuk geçecek. birden üç sene ilerlesek mesela. bu aralar çok çalışıyormuşum, hırsla. bur hırs da nerden geldi? tuttuğumu koparıyormuşum. herkes beni övüyor. umursamıyorum. az çalışırken de övselerdi ya? o da mı çok çalışıyordur acaba? hırsla? y çok çalışamaz, iki dakika bir şeye konsantre olamaz. bana da konsantre olamazdı. güldüreyim mi kendimi? üff, saat çok ilerlemiş. az uykuyla yetineceğim yine. ama çok çalışacağım. garip bir şekilde işimi iyi yaparsam onu özleme hakkını kendime veriyorum, bazen hatta onun için şarkı bile çalıyorum. bazen ama. sık sık düşünmemeye özen gösteriyorum, korkutmamak lazım özlemi.
m.s sonra 2007, istanbul;
aman ya ne halin varsa gör, yoruyorsun beni.
neden milattan sonra diyorum ki? garip. 2007 demeye dilim varmıyor, geçen yaz diyemiyorum mesela, 2 ay önce derken boğazımda bir yumruk beliriyor. tarih vermeden konuşuyorum artık, hep "bir keresinde şey olmuştu" diyorum, hangi bir keresinde? bir de y'nin adını ağzıma almıyorum, herkesin yüzünde bir acıma beliriyor. sanırım y'nin ismini söylerken, acıklı bir yüzüm oluyor, onlar da "ah canım ya" diye acıyorlar bana. kesin öyledir.
yatağa girerken sanki mezara giriyorum. iyi bir benzetme yaptım. evet mezara giriyorum. sabah da drakula gibi kalkıyorum. telefonu son bir kez kontrol ediyorum, ya etmesem de olur aslında, ama ne bileyim içim öyle rahat etmiyor. belki aramıştır? arayabilir, kötü bir şey olmuş olabilir. içten içe kötü bir şey olmasını da bekliyorum, hani oluyor ya, bu arada dinliyor musun beni? neyse işte, hani dizi filmlerde falan oluyor ya, gerçi onlar da dizi film gerçek değil, ayrılan çiftlerin yakınlarının başına bir iş geliyor onlar da o vesileyle biraraya geliyorlar. öyle olsa ya? olmaz ki. çevremizdeki herkes çok sağlıklı, aşırı dikkatliler. kırmızı da geçtikleri görülmemiştir. son kullanma tarihine bakmadan bir şeyi almazlar. saat 11'de yatağa girerler. güzel hayat aslında. steril. mis gibi. yatağa girdiğimde böyle şeyleri de düşünüyorum işte. bir türlü uyuyamıyorum. sonra kalkıyorum sigara yakıyorum, tuvalette içiyorum. klozetin üstünde dumanlanmak da çok iyi oluyor. tuvaletlere has bir huzur bir dinginlik var, farkettin değil mi sen de? aynaya bakıyorum, acınası bir şey, böyle dramatik filmlerde ayna sahnesi önemlidir, dikkat etmişsindir; kahramanların kendileriyle yüzleştikleri yerdir aynalar. kendimle yüzleşmek için bakmıyorum, yanaklarımı falan kontrol ediyorum sürekli, yanaklarım uçmuş, elmacık kemiklerim dışarıya fırlamış. anlayacağın çok çirkinleşmişim. saçımı falan düzeltiyorum da o çirkinlik yine de gitmiyor. ben zaten imajıma falan takıntılı bir insanım, imajım kötüyse sokağa bile çıkmıyorum bazen. bak bu da moralimi bozdu, çok çirkin olmuşum. yemek yemeliyim, az sigara, az alkol, düzelirim hemen. bu halimle beni beğenmeyebilirler, beğenmesi gereken tek bir kişi var, o beğenmeyebilir. nerde görecek de beğenmeyecek beni, laf işte.
dinliyorsun değil mi beni? -hmm dinliyorum- keşke bugün bende kalmasaydın, alınma o anlamda değil, baksana senin kafanı da şişirdim. 'yoo ne alakası var' diyeceksin değil mi? deme tamam. böyle laflar üzerine gelmemeliyim senin, canının sıkkınlığına sıkıntı eklememeliyim. dolapta bira var, al istersen. tamam, ekmek arası da yap. takıl işte.
x buraya bakar mısın? x? uyudun mu be? dolapta bira yok, ekmek arası bir şeyler de yok. ne yapayım? x sana diyorum? hişşşş lan olm?
uyumuş herif ya. ben de yatayım bari. mezarıma gireyim, drakula gibi uyanayım. güzel bir benzetmeymiş, milattan sonra 2007'ymiş haha. ne acayip insanlar şu aşıklar?
x bugünlerde durgun. sessiz. içine kapanık. sağlam küfürleri var. bir erkek yurtdışına çıkmaktan bahsediyorsa, aşıktır. x'in yurtdışına çıkması hiç yaratıcı bir gidiş değil. y ise bu aralar, çok hiperaktif, çok gülüyor, çok şaşkın. bir kız sürekli eski arkadaşlarını arayıp onlarla geziyor tozuyor ise, çok aşıktır. bahadır.
22 yaşında. düşündükçe inanamıyor buna. demek ki hayatının 4 yılını birinin peşinde, hem de çok gençken, hem de çok? çok neydi? hayatın baharını, eğlencesini, sadece bir kişiyle. 4 yıl mı? efendim 4 yıl boyunca birbirine karı koca olan bu insanlar, 2 yıl 3 gün daha birbirilerini düşünerek geçirecekler. geçirebilirler. kıskançlıklar olacak. derin özlemler olacak. umutsuzluklar olacak. önce umut olacak, sonra çok fazla umutlandığından umutsuzluk olacak. arada birkaç kişi daha olacak, onlar da gelip geçecek, günler geçecek. biliyor musun? bilmez olur muyum?
bugünki bahanem nedir mutsuz olmak için? bugün onu daha fazla düşündüm, daha fazla özledim, hem birkaç şey hatırladım ona dair. hatırladıkça kafam güzelleşti. kanepeye oturdum, biramı yudumlarken saat gece 3 oldu. bu aralar saat hep gece 3 oluyor. arkadaşlarla dışardaydık, yine her zamanki gibi içtik biliyor musun? öncesinde güzel kızlardan, yurtdışındaki kızlardan bilhassa, bahsettik. bu ünlü, insanların akın akın geçtiği bu sokakta, yani tam olarak şu masada dar kot giymiş kızlara baktık. eve geldim. içtim yine. çok içiyorum biliyorum. az uyuyorum onu da biliyorum. az yiyorum onu da hatırlatma bari. az konuşuyorum değil mi? o da var tabii. hareketlerim de çok yavaşladı, sanki sakinleştirici bir şeyler verdiler bana. böyle olmamalıydı, toparlanmam lazım. dışardayken çok mutlu bir tablo çizdim, anlamadılar, anlamalarını istemiyorum çünkü. beni geriyorlar, çok canım sıkılıyor. yurtdışı? evet kesinlikle, gitmeliyim.
4 yıl. çok uzun değil mi? hep beraberdik yani? hiç mi ayrılmadık? hep mutlu muyduk be? saçma, çok saçma. 4 yıl değil de 4 ay olsaydı? böyle olmazdım herhalde. hem 4 ayda insanlar ancak birbirini tanır, alışırsın birbirine, bakarsın olur mu dersin, olur herhalde. olmazsa da 4 ay çok az bir süre olduğundan, bırakıp gidersin. öyle değil mi? öyle evet. bu 4 yıl da bana 4 ay gibi, 4 gün gibi 4 saat gibi geliyor, herhalde sarhoşum ondan. hem çok içtim, alkol insanı mutsuz ediyor, huzursuz ediyor. ne için? alkol insanın zihnini açıyor, gerçekleri yüzüne vuruyor. bu lafı da ne çok duydum içki masasında. bi de bu laf var :"bak bir sarhoş asla yalan söylemez, sen harbi delikanlı adamsın x" dediler. çok delikanlıyım. evet.
doyamıyorum. uykuya, eğlenceye, konuşmaya, filme kitaba müziğe caddeye sokağa. hiçbir şeye doyamıyorum, hep aşırıya kaçıyorum. deli sikmiş gibi. sanki bir şeyi daha uzun süre yapsam, zaman daha çabuk geçecek. birden üç sene ilerlesek mesela. bu aralar çok çalışıyormuşum, hırsla. bur hırs da nerden geldi? tuttuğumu koparıyormuşum. herkes beni övüyor. umursamıyorum. az çalışırken de övselerdi ya? o da mı çok çalışıyordur acaba? hırsla? y çok çalışamaz, iki dakika bir şeye konsantre olamaz. bana da konsantre olamazdı. güldüreyim mi kendimi? üff, saat çok ilerlemiş. az uykuyla yetineceğim yine. ama çok çalışacağım. garip bir şekilde işimi iyi yaparsam onu özleme hakkını kendime veriyorum, bazen hatta onun için şarkı bile çalıyorum. bazen ama. sık sık düşünmemeye özen gösteriyorum, korkutmamak lazım özlemi.
m.s sonra 2007, istanbul;
aman ya ne halin varsa gör, yoruyorsun beni.
neden milattan sonra diyorum ki? garip. 2007 demeye dilim varmıyor, geçen yaz diyemiyorum mesela, 2 ay önce derken boğazımda bir yumruk beliriyor. tarih vermeden konuşuyorum artık, hep "bir keresinde şey olmuştu" diyorum, hangi bir keresinde? bir de y'nin adını ağzıma almıyorum, herkesin yüzünde bir acıma beliriyor. sanırım y'nin ismini söylerken, acıklı bir yüzüm oluyor, onlar da "ah canım ya" diye acıyorlar bana. kesin öyledir.
yatağa girerken sanki mezara giriyorum. iyi bir benzetme yaptım. evet mezara giriyorum. sabah da drakula gibi kalkıyorum. telefonu son bir kez kontrol ediyorum, ya etmesem de olur aslında, ama ne bileyim içim öyle rahat etmiyor. belki aramıştır? arayabilir, kötü bir şey olmuş olabilir. içten içe kötü bir şey olmasını da bekliyorum, hani oluyor ya, bu arada dinliyor musun beni? neyse işte, hani dizi filmlerde falan oluyor ya, gerçi onlar da dizi film gerçek değil, ayrılan çiftlerin yakınlarının başına bir iş geliyor onlar da o vesileyle biraraya geliyorlar. öyle olsa ya? olmaz ki. çevremizdeki herkes çok sağlıklı, aşırı dikkatliler. kırmızı da geçtikleri görülmemiştir. son kullanma tarihine bakmadan bir şeyi almazlar. saat 11'de yatağa girerler. güzel hayat aslında. steril. mis gibi. yatağa girdiğimde böyle şeyleri de düşünüyorum işte. bir türlü uyuyamıyorum. sonra kalkıyorum sigara yakıyorum, tuvalette içiyorum. klozetin üstünde dumanlanmak da çok iyi oluyor. tuvaletlere has bir huzur bir dinginlik var, farkettin değil mi sen de? aynaya bakıyorum, acınası bir şey, böyle dramatik filmlerde ayna sahnesi önemlidir, dikkat etmişsindir; kahramanların kendileriyle yüzleştikleri yerdir aynalar. kendimle yüzleşmek için bakmıyorum, yanaklarımı falan kontrol ediyorum sürekli, yanaklarım uçmuş, elmacık kemiklerim dışarıya fırlamış. anlayacağın çok çirkinleşmişim. saçımı falan düzeltiyorum da o çirkinlik yine de gitmiyor. ben zaten imajıma falan takıntılı bir insanım, imajım kötüyse sokağa bile çıkmıyorum bazen. bak bu da moralimi bozdu, çok çirkin olmuşum. yemek yemeliyim, az sigara, az alkol, düzelirim hemen. bu halimle beni beğenmeyebilirler, beğenmesi gereken tek bir kişi var, o beğenmeyebilir. nerde görecek de beğenmeyecek beni, laf işte.
dinliyorsun değil mi beni? -hmm dinliyorum- keşke bugün bende kalmasaydın, alınma o anlamda değil, baksana senin kafanı da şişirdim. 'yoo ne alakası var' diyeceksin değil mi? deme tamam. böyle laflar üzerine gelmemeliyim senin, canının sıkkınlığına sıkıntı eklememeliyim. dolapta bira var, al istersen. tamam, ekmek arası da yap. takıl işte.
x buraya bakar mısın? x? uyudun mu be? dolapta bira yok, ekmek arası bir şeyler de yok. ne yapayım? x sana diyorum? hişşşş lan olm?
uyumuş herif ya. ben de yatayım bari. mezarıma gireyim, drakula gibi uyanayım. güzel bir benzetmeymiş, milattan sonra 2007'ymiş haha. ne acayip insanlar şu aşıklar?
29 Kasım 2009 Pazar
geçmişi olmayan adam
şu anda show tv'de oynayan 'çılgın kızlar- bratz' filmini, bir eve toplaşıp izlediğimiz günleri hatırlamaya çalışıyorum. bi halt hatırlayamıyorum, sanki karadelik gibi, hiç olmamış gibi. geyik falan yapmıyorduk, gayet de ciddiydik lan! evlensek çocuğumuz olacak yaştaydık ama böyle faaliyetlerimiz vardı. bat dünya bat!
28 Kasım 2009 Cumartesi
27 Kasım 2009 Cuma
çado'ma açık mektup
kardeşim, canım, yoldaşım;
bilirim sen sevmezsin böyle duygusal, duyarlı lafları. çok çaresizim be çağdaş. elimden hiçbir şey gelmemesine, en yakınımdaki insanın böyle uzaklarda olmasına, bir listeye isim yazdıramadığımdan seni göremediğime, hiç bir zaman birbirimizi tam olarak anlayamadığımıza isyan doluyum. hiçbir zaman şimdiki kadar somut duvarlar olmadı aramızda. lise yıllarının o en saf, en dokunulmamış umutlarını yaşarken yanyanaydık bve sen bunların reel halini yaşarken ben yanında olamıyorum. lanet olsun 600 km+ bir soyadı uzağım sana.
haberlerini alıyorum. mutluymuşsun. zaten seni mutsuz etmezdi bu, konuşmuştuk. havalandırmada zıplıyormuşsun yine, ah be çadom niye hiç değişmiyorsun, kafanı çarpmışsın, dikiş atmışlar. dikkatliler miydi, canını yaktılar mı, özür dilerim, biliyorsun, ağzımdan küfür eksik olmasa da, iş buraya gelince dayanamıyorum, ağlıyorum. herşey gözümün önüne geliyor. nasıl bir üçgeni oluşturduğumuz, sonra nasıl tek bir çizgi haline geldiğimizi hatırlıyorum, hazmedemiyorum. ikinizin de yüzü ne kadar uzakta şimdi, ikinizin de anıları ne kadar sıcak...
ben yine bildiğin gibiyim. niye yaşıyorsun, derdin ya bana, hala bilmiyorum çağdaş. ben galiba beceremiyorum bu işi. o yüzden bu kadar öfkeliyim sana, size. biz'in siz olduğu zamandan beri öfkeliyim kendime. bir dostumuz vardı ya hani, biliyorsun, ben hepimizden çok severdim onu. beni o düşlerin mümkünlüğüne inandırmıştı hani. yüzüme bakmıyor çağdaş şimdilerde. kültürel anlamda uyuşmadığı insanlarla arkadaşlık etmiyor artık. herşeye birden, aynı anda üzülüyorum. güzel yüzlü çocukların bir bir düşman suretlere bürünmesini kaldıramıyorum.
çok doluyum, farkındasın. yeniden adressiz mektuplar yazıyorum. bunları buraya yazmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. sen iyi olmasını benden iyi başarırsın. o yüzden öğüt vermeye yüzüm yok. bir an önce çık gel dört duvar arasından, tüm tutarsızlığımla, amaçsızlığımla, işe yaramazlığımla seni bekliyor olacağım. haydi sol yumruğunla yeni doğacak kızıl güneşlere dost :)
bilirim sen sevmezsin böyle duygusal, duyarlı lafları. çok çaresizim be çağdaş. elimden hiçbir şey gelmemesine, en yakınımdaki insanın böyle uzaklarda olmasına, bir listeye isim yazdıramadığımdan seni göremediğime, hiç bir zaman birbirimizi tam olarak anlayamadığımıza isyan doluyum. hiçbir zaman şimdiki kadar somut duvarlar olmadı aramızda. lise yıllarının o en saf, en dokunulmamış umutlarını yaşarken yanyanaydık bve sen bunların reel halini yaşarken ben yanında olamıyorum. lanet olsun 600 km+ bir soyadı uzağım sana.
haberlerini alıyorum. mutluymuşsun. zaten seni mutsuz etmezdi bu, konuşmuştuk. havalandırmada zıplıyormuşsun yine, ah be çadom niye hiç değişmiyorsun, kafanı çarpmışsın, dikiş atmışlar. dikkatliler miydi, canını yaktılar mı, özür dilerim, biliyorsun, ağzımdan küfür eksik olmasa da, iş buraya gelince dayanamıyorum, ağlıyorum. herşey gözümün önüne geliyor. nasıl bir üçgeni oluşturduğumuz, sonra nasıl tek bir çizgi haline geldiğimizi hatırlıyorum, hazmedemiyorum. ikinizin de yüzü ne kadar uzakta şimdi, ikinizin de anıları ne kadar sıcak...
ben yine bildiğin gibiyim. niye yaşıyorsun, derdin ya bana, hala bilmiyorum çağdaş. ben galiba beceremiyorum bu işi. o yüzden bu kadar öfkeliyim sana, size. biz'in siz olduğu zamandan beri öfkeliyim kendime. bir dostumuz vardı ya hani, biliyorsun, ben hepimizden çok severdim onu. beni o düşlerin mümkünlüğüne inandırmıştı hani. yüzüme bakmıyor çağdaş şimdilerde. kültürel anlamda uyuşmadığı insanlarla arkadaşlık etmiyor artık. herşeye birden, aynı anda üzülüyorum. güzel yüzlü çocukların bir bir düşman suretlere bürünmesini kaldıramıyorum.
çok doluyum, farkındasın. yeniden adressiz mektuplar yazıyorum. bunları buraya yazmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. sen iyi olmasını benden iyi başarırsın. o yüzden öğüt vermeye yüzüm yok. bir an önce çık gel dört duvar arasından, tüm tutarsızlığımla, amaçsızlığımla, işe yaramazlığımla seni bekliyor olacağım. haydi sol yumruğunla yeni doğacak kızıl güneşlere dost :)
26 Kasım 2009 Perşembe
ahkam'ın önlenemez yükselişi!
önleyemezsiniz!
neyse, ben onu değil şunu anlatacağıdım. olm, kokteyl vericez biz :D Ahkam 1 yaşında Kokteyli. daha 8 ay var ama, bu konuda o kadar hevesli ve heyecanlıyım ki, bir çok alternatif üzerinde şimdiden düşünüyorum. ne giyeceğimi bile planladım :D ( bu arada :D ne lan. derhal kendime düzgün bir gülme efekti bulmalıyım. jfhghkdfhgf. sadfssa. bxcvbcvbcv. tyuttyyuty. aha bunu sevdim tytyuyuyt) evet, yaptım bunu. ankara'dan dönerken kuzenlerimin düğününde giydiğim abiye elbisemi getireceğim.
bir çok fikir dönüyor kafamda. çingene vapurlarından birinde topluca boğaz turu yapmak, tanıdık bi grup bulup çalgılı bişeyler yapmak, para bulursak bar kapatmak falan.. tanrım, I have a dream! Çok heyecanlanıyore...
25 Kasım 2009 Çarşamba
24 Kasım 2009 Salı
birikintiler
iyi oluyor böyle ama. birileri geliyor bindiriyor bi güzel, sıçıyor ağzınıza, hatalarınızı bir bir kafanıza vuruyor ya, işte o an bir ben çıkıyor ortaya, benden öte.
hepimiz hata yapıyoruz işte. birini devleştiriyoruz. sallanmayan tahtlara oturtuyoruz kafamızda. yaptığını asla yapamayacağımızı, başardığının yanından geçemeyeceğimizi, onun aşmış, bizim sıçmış insanlar olduğumuzu düşünüyoruz. sonra anlıyoruz ki, o iş öyle değilmiş. sadece şansı yaver gitmiş. yaptığı her şey tekrardan ibaretmiş, yaşadığı şey yalandan esaretmiş.
birileri gelip bunları bir bir haykırıyor ya yüzümüze, hani yine gereksiz yere utanıyoruz ya kendimizden, delicesine bir özgüven hasıl oluyor ya bünyede. işte o özgüven, işte o, yalan değil dostlarım. diğerlerinin hepsi feyk olabilir ama o değil. herşey kendini toplamakta bitiyor. kendini biraz düzeltiyorsun, sağlıklı düşünüyorsun, herşey freş bir hal alıyor ya, o zaman sorun kalmıyor ortada.
ben de yaparım lan! ben daha iyisini yaparım orospu çocuğu! senden daha iyiyim, daha az kompleksliyim, daha yolun başındayım, kendi cennetime daha yakınım, henüz bozulmamış, herşeyin daha farkında olduğum için belki biraz güçsüz ama çok daha huzurluyum, sakinim. altından kalkamadığım yüklerim oluyor zaman zaman, nereye kusacağımı bilemediğim mide bulantılarım oluyor ama, mide bulantılarımın kaynağı kendim değilim. henüz ortaya koyduğum net bir eser yok belki, benzemez kimse sana demiyor kimse benim için, kimse benim savunuculuğumu üstlenmiyor belki reflekssel olarak, ama benim buna ihtiyaç duymayacak bir konumda olmam zaten her şeyin en başında olduğumu göstermiyor mu ey eskilerde kalan?
ya sen en iyisi ne yap biliyo musun? en iyi yaptığın işi? piyasa diyorum olm,piyasa yap. aha-aha-haaa
hepimiz hata yapıyoruz işte. birini devleştiriyoruz. sallanmayan tahtlara oturtuyoruz kafamızda. yaptığını asla yapamayacağımızı, başardığının yanından geçemeyeceğimizi, onun aşmış, bizim sıçmış insanlar olduğumuzu düşünüyoruz. sonra anlıyoruz ki, o iş öyle değilmiş. sadece şansı yaver gitmiş. yaptığı her şey tekrardan ibaretmiş, yaşadığı şey yalandan esaretmiş.
birileri gelip bunları bir bir haykırıyor ya yüzümüze, hani yine gereksiz yere utanıyoruz ya kendimizden, delicesine bir özgüven hasıl oluyor ya bünyede. işte o özgüven, işte o, yalan değil dostlarım. diğerlerinin hepsi feyk olabilir ama o değil. herşey kendini toplamakta bitiyor. kendini biraz düzeltiyorsun, sağlıklı düşünüyorsun, herşey freş bir hal alıyor ya, o zaman sorun kalmıyor ortada.
ben de yaparım lan! ben daha iyisini yaparım orospu çocuğu! senden daha iyiyim, daha az kompleksliyim, daha yolun başındayım, kendi cennetime daha yakınım, henüz bozulmamış, herşeyin daha farkında olduğum için belki biraz güçsüz ama çok daha huzurluyum, sakinim. altından kalkamadığım yüklerim oluyor zaman zaman, nereye kusacağımı bilemediğim mide bulantılarım oluyor ama, mide bulantılarımın kaynağı kendim değilim. henüz ortaya koyduğum net bir eser yok belki, benzemez kimse sana demiyor kimse benim için, kimse benim savunuculuğumu üstlenmiyor belki reflekssel olarak, ama benim buna ihtiyaç duymayacak bir konumda olmam zaten her şeyin en başında olduğumu göstermiyor mu ey eskilerde kalan?
ya sen en iyisi ne yap biliyo musun? en iyi yaptığın işi? piyasa diyorum olm,piyasa yap. aha-aha-haaa
itiraflar IV [jean-jacques rousseau'ya ek]
- hatice'ye dair. hatice, abimin ilk eşi. abimden iki çocuğu oldu, ikisi de 1 yaşına basmadan öldü. hatice, aynı zamanda amcamın gızı. gazı. akraba evliliği neticesinde, doğan çocukların ölmesi, bu ölümlerin de abimle hatice'nin arasını açmasıyla hikaye başladı. abim, yurt dışına çıktı, rusya'ya gitti asdfjadf. hayvan herif. hatice bizimle kaldı, artık o ailemizin bir neferiydi. el üstünde tutulması gerekendi. ama o abarttı, kısa zamanda ailedeki tüm erkleri eline geçirip, tiranlığını konuşturmaya başladı. despot yönetimlere tahammülü olmayan ben, arsız ve şımarık, ayrıyeten ayrıcalıklı -ailenin en küçük erkek çocuğu- olduğumdan hatice'yle geçinememeye başladık. hatice'nin bana tahammülü yoktu asfdja, benim de zaten kimseye tahammülüm yoktu. annem de gariban, hatice'ye ses edemiyor, annem bir eline alsa ipleri, hatice'ye haddini bildirse her şey güzelleşecek. ama annemin korkusu da hatice'nin evi terkedip, 4 yıldır eve uğramayan abimi terketmesiydi. asfdsa lan terketse ne olacak? adam eve gelmiyor, terketmemesi büyük salaklık. neyse, hatice annemin pederden kalan dul ve yetim maaşından kendine pay ayırıyor, giyimine kuşamına özen gösteriyordu. her şeye layıktın sen hatice afjsdaf, salağın önde gideni. işte ben okula başladım, okulu sevdim, çünkü hatice yoktu asdjfa. sikik. kısa zamanda okuma yazmayı öğrenmiş olmam da hatice yüzündendi, öğretmenin annemi her gördüğü yerde "yahu zehir gibi çocuk" demesinin sebebi de hatice'ydi; başarılıydım çünkü hatice bana bulaşmasın istiyordum, eğer başarısız olsam bu kez de "seni zekasız piç" diye üzerime gelecekti. gelemedin hatice asdja. çizim yeteneğimi farkeden örtmen de artık o boşladığı resim derslerini yapmaya başlamıştı, millet pastel boyayı dudaklarına sürerken ben bir picasso olma yolunda ilerliyordum asdfja, saçma. hatice benim metaforlarımı da geliştirmişti, ona duyduğum kin, hayal dünyamı zenginleştiriyor bir yan da küfür haznemi, imalarımdaki tonlamayı artıyordu; her köşeden hatice'ye voleyi çakıyordum. ta ki o güne kadar. hatice, ben salonda harıl harıl duvardaki saati çizmeye çalışırken -güzel saatti be- gelip "babanın parasıyla mı alınıyor o resim defteri" diye kükreyene kadar. resim defterini çekiştirmeye başladık karşılıklı, ben kazandım sonra da resim defterini yüzüne fırlattım. bana akşam yemeği vermediler adfsjadf, hay sikeyim. bir daha evde yayıla yayıla resim çizemedim, çizdirtmediler, tarihe not düşülsün. okulda ilk resim dersinde hatice'yi çizdim, kara yağız bir eşşek çizdim, güzel de olduydu. çizerken deli gibi gülüyorum, aynı hatice, aynı lan falan diyorum, o kadar konsantre çizdim ki öğretmenin dikkatinden kaçmadı "callahan sen ne çiziyorsun öyle gülerek?" dedi. eşeği gösterdim, "hmmm güzel olmuş, bunu okulun girişindeki panoya asalım, hmm ilerde ne olmayı düşünüyorsun sen?" asdfsafd. okulun girişinde kara eşek duruyor, resmin altında da "callahan ağabey, 1-a sınıfı" yazıyor, gelen giden "1-a?" diye takılıyor. afdjas, lan olm o kin nefret sizde de olsa hepiniz aşmış eserler ortaya koyabilirdiniz, sinirden kendimi sikmedim değil. sonra psikozcu bir hoca vardı, işte bu çizilen resimlerden anlamlar çıkarıyor, benim resmi de almış eline, yorumluyor. şey dedi "sizin evde sana kötü davranan biri mi var?". şaşırdım kaldım. medyum musun nesin lan? "bu kişi seninle geçinemiyor, seni dövmüyor değil mi? bu eşşek o kişi değil mi?" dedi. benim boğazımda bi yumruk düğümlendi, evet diyemedim. "yooo" dedim, hocayı göt edeyim bari diye artisleştim. evet lan oydu. hatice'nin kaderi de şöyle oldu, abimle ayrıldılar, ayyaş keş bir adamla evlendi, adam dövüyormuş bunu. mutsuzmuş benim karabasanım.
- "...bu da senin için. önce sen kimsin? napiyosun lan? hala 'annemle babam ayrıldı, babam annemi aldattı, ondan nefret ediyorum, life is suckssss' diyor musun hala? sen hala orda mısın? halen bu yapış yapış halinle insanların ilgi odağı oluyor musun? ağlıyor musun uluorta? her şeyi götünden anlayıp hala "life is suckssss" diyor musun? yahu benim hikayem seninkinden daha acıklıydı asdfjasfd, hiç gördün mü 'dünya yalan söylüyor' dediğimi? hiç pes ettiğimi gördün mü? görmedin sen. göstermedim. ben seni adam edemedim, bana da bulaştırdın bir kaç şey. şifayı ben de kaptım. napıyosun lan? ne bok yemeye yaşıyorsun sen hala? sana sinirim hiç geçmedi. ağzımı açıp gözümü yumamadım, yapamadım. ağzına sıçacaktım, o suistimal ettiğin 'genişliğim' kurtardı seni. hani sağda solda övündüğün 'bu kadar geniş insan görmedim' dediğin ben var ya, bir tek senin götünü topladım hayatım boyunca. bir tek senle başedemedim, lan seni terk bile edemedim. öyle düşün. arkamdan gelecektin yine, bağımlı gibi; beni terkettiğin gün ben zil takıp oynadım biliyor musun? öyle sevindim, öyle mutlu oldum. sahi beni terkedebilecek kadar 'egoyu' sana kim verdi? asdfjaf, kim verdi ha dostum? paramparça kişiliğini kim toparladı, kim seni adam etti? ya "sen" demedin hiç. biliyorum senin gibi bir sürü var dünyada. biliyorum, leş gibi karılar her yerde. ya siz bir bitemediniz gitti...." diye geceler boyu düşünüyordum, hahah, çünkü ilk kez bir insana verdiğim emek boşa gitmişti, ben onun burnunu boktan çıkardığım anda, suni teneffüsle nefesini normale döndürdüğüm anda o bana tekmeyi basmıştı. canım sıkılmıştı. oyuna gelmiştim. şapkayı önüme koyup düşündüm. geceler boyu, gündüzler koyu. sinire kesmiştim, "yahu ne cesaret?" diyordum, daha dün "aşkım bebikim, hayatım, immortal'ım" diyen hatun bugün "seni sevmiyorum. denedik olmadı, yarağı ye" falan diyordu. denedik olmadı ne lan? -deneme tahtasıııı oldu bu gönlüm- lisedeydik işte, arkadaşların hatuna bakış açısı "çaktın mı?"dan öte değildi, ama yine de seviyorduk be abi. öyle şeyolmasın, yurdum erkeği abaza görünür içinde romantik adam taşır. bir de işte, "hatun postayı koymuş sana" muhabbeti vardı asfdad, lan ego paramparça oluyor o an, sevdiğin insandan ayrıldığına değil de "koymuş çocuğu" lafına üzülüyorsun. neyse, bana tekmeyi atan hatun, neşeli, gayet mutlu, giyimine kuşamına ayrı bi özen göstermiş, işte sürekli bunu erkeklerle falan görüyorum; bende durum biraz farklı, sallamıyorum, ne bok varsa yesin, "bizden geçti aga o işler" falan diyorum, eve gelip dostoyevski'ye kaldığım yerden devam ediyorum. aradan 1 ay geçti, aradı bu beni "callahan ne yapıyon? eheheh" diye konuşuyor. "iyidir sen?" diye buz gibi cevaplar veriyorum, "hakkını helal et, senden helallik almak istedim" dedi, "olur" dedim. bunun için aramış olamazdı asdfja, sesinde sahibine yalanan kedinin tınısı vardı, konuşmanın ilerleyen bölümünde "ben seni özledim" dedi. açtım ağzımı yumdum gözümü. son cümleyi de "ne oldu?" diye bağladım, ağladı. işte yine muhteşem kişilik ağlıyordu. "bi daha beni arama" dedim kapadım. telefonu kapadım ama, çenemi bir türlü kapayamadım. kitaplıktaki kitapları sağo sola fırlattım, adfasf, "sikeyim, sikeyim, sikeyim" diye sürekli aynı konsantrasyonda küfürler ettim. yatıştım bir süre sonra, çay aldım mutfaktan, oturdum porno seyrettim. hakkaten bunu yaptım.
21 Kasım 2009 Cumartesi
20 Kasım 2009 Cuma
bir şarkı çaldılar iptal oldum
eski dershanemdeki beni sevip sayan biri aradıydı "çiğ köfte partisi var, eski mezunlar da gelecek, sen de gel" dediydi. önce naz yaptım, bahaneler ileri sürdüm. gelemem işlerim var, gelemem çok yorgunum falan dedim. sonra ikna oldum, sözleştik. gitmek istememenin sebebi o da gelecekti büyük ihtimal. karşılaşmak istemiyordum onla, suçlayıcı gözlerle bakıyordu bana sürekli.
bir pazar günüydü. neşem yerinde. sağlıklı ve de über konuşkanım. herkesle merhabalaşıp, birkaçıyla koyu muhabbete daldım. köfte bahane. gelmemişti. tedirginliğim gitgide artıyordu. geleceğini söylemişlerdi, gelirim dediyse hiç affetmez gelirdi. gelmedi. ha geldi ha gelecek psikolojisiyle takıldım bir süre, güldük eğlendik, yedik içtik, iyi dileklerde bulunup teşekkürlerimizi sunup ayrıldık ortamdan. ordan kadıköy'e geçip akşamı kutlayacaktım, kadıköy'de birkaç arkadaşla sözleştim, ohhh god bir günde iki randevuyla hem lise arkadaşlarını hem de dershane arkadaşlarını aradan çıkarıyordum. huzurla eskileri yad etmiş bir şekilde uyayabilirdim.
otobüs durağında bekliyordum. öyle sikimsonik bir yerdeydi ki dershane, saatte bir otobüs geçiyordu. saat de geç olduğundan daha da nazlanarak gelecekti otobüs. uzun bir bekleyiş sonunda geldi otobüs. bomboştu. sadece arkada iki sevgili vardı, öpüşüyorlar falan.
sevgililerle göz göze gelmemeye çalıştım, ama kızla göz göze geldim. kızı tanıyordum, oydu. yanlarına gelmemi işaret etti, gittim yanlarına oturdum. napıyosun ne ediyorsun, uzun saçlarından sonra kısa saçların da güzel olmuş, bu tarzını da beğendim -yalanlarrrrrrr- falan dedi, beni sevgilisiyle tanıştırdı. benden yakışıklı, atletik ve de karizmatikti. durumu kabullendim. dersler nasıl, üniversite nasıl falan derken dünyanın en yüzeysel muhabbetini yaptık. benle karşılaşmayı beklemiyordu sanırım, ben de karşılaşmak istemiyordum. annesine dershanede çiğ köfte partisine gideceğim demiş, taş gibi bir adamla buluşmuştu. böyle yalanları severdi asdfas. "nereye?" diye sordu, "kadıköy'e gidiyorum, ahmetlerle falan buluşacağım" dedim. "aaa ne güzel hala birbirinizden kopmamışsınız" deyip takdir etti arkadaşlığımızın devamlılığını ve birbirimize yürekten bağlılığımızı. bizim evin birkaç durak ötesinde sevgilisiyle beraber indi, ulan dedim şimdi sevgilisiyle beraber inmez sadece kendisi inerse ben bu adamla ne konuşacağım, bir pot kırarım ben kesin, bu eleman da gider hatunu çatır çutur keser falan diye düşünüyordum ki allahtan beraber indiler.
onlar indikten sonra, içim bir hoş oldu. mutlulukla garip bir hissiyat arasında gidip geldim. demek ki artık benden nefret etmek yerine kendine yeni bir sevgili bulup, mutluluğa yelken açmıştı. aslında hiç de mutlu olmasını istemiyordum, böyle de kindar bir insanım, sürünsün diyordum. acılara boğulsun, her gün ağlasın, pişmanlıktan ölsün, kendi kendini yesin dursun anasını seveyim diyordum. madem benle mutlu olamadı, başka kimseyle olamasın diyordum asdfjasf kendi duygularıma karşı ikiyüzlülük yapmayı sevmiyorum asdasdfsad yalan da olsa "ayrılsak da mutluluk dilerim sana" diyemiyordum, çünkü hayatımın en verimli, en sıradışı, en mutlu dönemini sikip atmıştı. uzun süre toparlayamamıştım, her şey dağınık sik gibi kalmıştı, hatta nihilizme doğru ilerleyip, beat generationa kadar uzanmıştım. hoboluğa merak sarmış, umursamazlığımı kat be kat artırma gayreti göstermiştim. işte o şahane tablo karşımdaydı, o mutluydu ben yine karmakarışık kaset gibiydim. mutsuzluğumun sebebi o değildi, çoktan silmiştim, ama tüm bu saçmalıkları ona yüklüyordum, ondan dolayı oldu diyordum asdfasjfa oysa hiç de öyle değildi. ama yine de mutlu olmaması gerekiyordu be.
böyle böyle düşünerek kadıköy'e vardım sonunda. teachers'a doğru yollandım. her zamanki kafa dağıtma yerimizdi, nispeten ucuz bira kaliteli müzik dinleyip muhabbet edebildiğimiz nadir yerlerden biriydi. baktım ahmet gelmiş, tek başına oturuyor. "nerdesin a.q" diye sarıldı, "bir kere de erken gelin lan, muratla saygun da yoldaymış, hep ben erken geliyorum sikicem" diye devam etti. "lan geldik işte, alsaydın bir bira, niye başlamadın?" falan dedim. sonra diğerleri de geldi. 4lü kadro sap gibi buluşmuştuk yine. ne bir kız, ne bir sevgili vardı ortamımızda asfdjasdfas. murat'ın sevgilisi bizi sevmiyordu, onla dalga geçiyormuşuz falan, murat'ı da arada sırada göndermiyordu bizim yanımıza ahaha. ahmet her zamanki gibi makine mühendisliğinin zorluğunu, mukavemet dersindeki atraksiyonlarını katü'deki maceralarını ve sap arkadaşlarını anlatarak o muhteşem hitabetiyle muhabbet adamlığını konuşturuyordu. saygun yine bir sürü dersi bırakmış dokuz eylül'deki kızları anlatarak küfürleri yiyordu.
nadir eğlendiğimiz, eğlendiğim gecelerden biriydi. bu adamları hakkaten seviyordum, çünkü hayatlarındaki her atraksiyonu biliyordum, nerde nasıl davranacaklarından tut, sevgililerine nasıl davrandıklarına kadar her şeyi biliyordum. onlar da beni biliyordu "ya olm kitap film müzikle hayat geçmez, yarak gibi adam olacaksın bak, entel mi olacan lan başımıza, solcu da olursun sen haaa, sizin üniversite pek müsait bu ortam için" falan diye klasik giydiriyorlardı bana, böyle laflarını da bayılıyordum asfdjasdfajfd.
yine sarhoş olmuştuk. saat 12'ye gelmeden kalkma kuralımız gereği, fondip yapıp kalkacaktık. "durun lan şarkı çalıyor, olm mourn çalıyor lan, şunu dinlemeden kalkmam ben" dedim. sentenced çalmak için en uygun zamanı bulmuştu şerefsiz barmen. dayanamadığım bir şarkı varsa o da buydu. suratımız düştü hepimizin. sanırım aynı anda hepimize koyan şarkı bu olmuştu, aynı anda dalıp gittik asdfjsafad.
eve dönerken "demek öyle ha" dedim ve şarkı zihnimden gitti. mutluymuş demek sikik.
bir pazar günüydü. neşem yerinde. sağlıklı ve de über konuşkanım. herkesle merhabalaşıp, birkaçıyla koyu muhabbete daldım. köfte bahane. gelmemişti. tedirginliğim gitgide artıyordu. geleceğini söylemişlerdi, gelirim dediyse hiç affetmez gelirdi. gelmedi. ha geldi ha gelecek psikolojisiyle takıldım bir süre, güldük eğlendik, yedik içtik, iyi dileklerde bulunup teşekkürlerimizi sunup ayrıldık ortamdan. ordan kadıköy'e geçip akşamı kutlayacaktım, kadıköy'de birkaç arkadaşla sözleştim, ohhh god bir günde iki randevuyla hem lise arkadaşlarını hem de dershane arkadaşlarını aradan çıkarıyordum. huzurla eskileri yad etmiş bir şekilde uyayabilirdim.
otobüs durağında bekliyordum. öyle sikimsonik bir yerdeydi ki dershane, saatte bir otobüs geçiyordu. saat de geç olduğundan daha da nazlanarak gelecekti otobüs. uzun bir bekleyiş sonunda geldi otobüs. bomboştu. sadece arkada iki sevgili vardı, öpüşüyorlar falan.
sevgililerle göz göze gelmemeye çalıştım, ama kızla göz göze geldim. kızı tanıyordum, oydu. yanlarına gelmemi işaret etti, gittim yanlarına oturdum. napıyosun ne ediyorsun, uzun saçlarından sonra kısa saçların da güzel olmuş, bu tarzını da beğendim -yalanlarrrrrrr- falan dedi, beni sevgilisiyle tanıştırdı. benden yakışıklı, atletik ve de karizmatikti. durumu kabullendim. dersler nasıl, üniversite nasıl falan derken dünyanın en yüzeysel muhabbetini yaptık. benle karşılaşmayı beklemiyordu sanırım, ben de karşılaşmak istemiyordum. annesine dershanede çiğ köfte partisine gideceğim demiş, taş gibi bir adamla buluşmuştu. böyle yalanları severdi asdfas. "nereye?" diye sordu, "kadıköy'e gidiyorum, ahmetlerle falan buluşacağım" dedim. "aaa ne güzel hala birbirinizden kopmamışsınız" deyip takdir etti arkadaşlığımızın devamlılığını ve birbirimize yürekten bağlılığımızı. bizim evin birkaç durak ötesinde sevgilisiyle beraber indi, ulan dedim şimdi sevgilisiyle beraber inmez sadece kendisi inerse ben bu adamla ne konuşacağım, bir pot kırarım ben kesin, bu eleman da gider hatunu çatır çutur keser falan diye düşünüyordum ki allahtan beraber indiler.
onlar indikten sonra, içim bir hoş oldu. mutlulukla garip bir hissiyat arasında gidip geldim. demek ki artık benden nefret etmek yerine kendine yeni bir sevgili bulup, mutluluğa yelken açmıştı. aslında hiç de mutlu olmasını istemiyordum, böyle de kindar bir insanım, sürünsün diyordum. acılara boğulsun, her gün ağlasın, pişmanlıktan ölsün, kendi kendini yesin dursun anasını seveyim diyordum. madem benle mutlu olamadı, başka kimseyle olamasın diyordum asdfjasf kendi duygularıma karşı ikiyüzlülük yapmayı sevmiyorum asdasdfsad yalan da olsa "ayrılsak da mutluluk dilerim sana" diyemiyordum, çünkü hayatımın en verimli, en sıradışı, en mutlu dönemini sikip atmıştı. uzun süre toparlayamamıştım, her şey dağınık sik gibi kalmıştı, hatta nihilizme doğru ilerleyip, beat generationa kadar uzanmıştım. hoboluğa merak sarmış, umursamazlığımı kat be kat artırma gayreti göstermiştim. işte o şahane tablo karşımdaydı, o mutluydu ben yine karmakarışık kaset gibiydim. mutsuzluğumun sebebi o değildi, çoktan silmiştim, ama tüm bu saçmalıkları ona yüklüyordum, ondan dolayı oldu diyordum asdfasjfa oysa hiç de öyle değildi. ama yine de mutlu olmaması gerekiyordu be.
böyle böyle düşünerek kadıköy'e vardım sonunda. teachers'a doğru yollandım. her zamanki kafa dağıtma yerimizdi, nispeten ucuz bira kaliteli müzik dinleyip muhabbet edebildiğimiz nadir yerlerden biriydi. baktım ahmet gelmiş, tek başına oturuyor. "nerdesin a.q" diye sarıldı, "bir kere de erken gelin lan, muratla saygun da yoldaymış, hep ben erken geliyorum sikicem" diye devam etti. "lan geldik işte, alsaydın bir bira, niye başlamadın?" falan dedim. sonra diğerleri de geldi. 4lü kadro sap gibi buluşmuştuk yine. ne bir kız, ne bir sevgili vardı ortamımızda asfdjasdfas. murat'ın sevgilisi bizi sevmiyordu, onla dalga geçiyormuşuz falan, murat'ı da arada sırada göndermiyordu bizim yanımıza ahaha. ahmet her zamanki gibi makine mühendisliğinin zorluğunu, mukavemet dersindeki atraksiyonlarını katü'deki maceralarını ve sap arkadaşlarını anlatarak o muhteşem hitabetiyle muhabbet adamlığını konuşturuyordu. saygun yine bir sürü dersi bırakmış dokuz eylül'deki kızları anlatarak küfürleri yiyordu.
nadir eğlendiğimiz, eğlendiğim gecelerden biriydi. bu adamları hakkaten seviyordum, çünkü hayatlarındaki her atraksiyonu biliyordum, nerde nasıl davranacaklarından tut, sevgililerine nasıl davrandıklarına kadar her şeyi biliyordum. onlar da beni biliyordu "ya olm kitap film müzikle hayat geçmez, yarak gibi adam olacaksın bak, entel mi olacan lan başımıza, solcu da olursun sen haaa, sizin üniversite pek müsait bu ortam için" falan diye klasik giydiriyorlardı bana, böyle laflarını da bayılıyordum asfdjasdfajfd.
yine sarhoş olmuştuk. saat 12'ye gelmeden kalkma kuralımız gereği, fondip yapıp kalkacaktık. "durun lan şarkı çalıyor, olm mourn çalıyor lan, şunu dinlemeden kalkmam ben" dedim. sentenced çalmak için en uygun zamanı bulmuştu şerefsiz barmen. dayanamadığım bir şarkı varsa o da buydu. suratımız düştü hepimizin. sanırım aynı anda hepimize koyan şarkı bu olmuştu, aynı anda dalıp gittik asdfjsafad.
eve dönerken "demek öyle ha" dedim ve şarkı zihnimden gitti. mutluymuş demek sikik.
19 Kasım 2009 Perşembe
acı dolu, dram dolu
bugün çok komik ve bir o kadar da acıklı bir olay yaşadım sevgili okur. bi arkadaş var benim işte. dedi biz şununla şurda oturuyoruz sen de gel. peki gelirim dedim, gittim işte. sonra bu yanındaki herif benden hiç hoşlanmıyormuş, bugün ben bunu gördüm.oysa gayet de beni sevdiğini sanıyordum lan :D İnsan öyle bi g.t oluyo ki böyle durumlarda, onun dışında yaşadığı herşey çok sıradanmış gibi geliyor. hayır dışardan baksan gayet de ortama ayak uydurabilen, ağzı laf yapan, öyle bariz bir antipatik hali bulunmayan biri gibi görünüyorumdur. ama şunu da görünce, emin olmamam gerektiğini anladım. dışardan gayet ortamı piç eden, ne dediğini bilmeyen ve her hali itici bir varlık da olabilirmişim. kendinden hoşnutluk tez ayrılık getirirmiş,bilemedim.
17 Kasım 2009 Salı
reklamlar
Ahkam 4 çıktı. Taksim Mephisto'da canlar. Öyle sıtkım syrıldı ki herşeyden başka nerelerde olduğunu yazamayacağım.
16 Kasım 2009 Pazartesi
çöp
Çöplükteki karga olmak istemiyorum. Ne koparabilirsem kar değil.
Onları toplayan bir çöpçü olmak istemiyorum. Bu benim harcım değil.
Çöplüğün içinde temiz kalmayı başarabilmiş bir çöp olmak da istemiyorum. Çünkü çöp, çöptür.
Çöplüğü şehrin dışına çıkarmak, görüntüyü düzeltmek,pisliği yok etmekle görevli bir devlet memuru devrimci değil, çöplüğün içinden sıyrılmış bir kravatlıdır. Hepsinden
çok sistemin içindedir.
Ben sadece çöpten uzak olmak, uzak olduğumu kendime hatırlatmak istiyorum.
Onları toplayan bir çöpçü olmak istemiyorum. Bu benim harcım değil.
Çöplüğün içinde temiz kalmayı başarabilmiş bir çöp olmak da istemiyorum. Çünkü çöp, çöptür.
Çöplüğü şehrin dışına çıkarmak, görüntüyü düzeltmek,pisliği yok etmekle görevli bir devlet memuru devrimci değil, çöplüğün içinden sıyrılmış bir kravatlıdır. Hepsinden
çok sistemin içindedir.
Ben sadece çöpten uzak olmak, uzak olduğumu kendime hatırlatmak istiyorum.
ooo felan metamorfoz geçirmiş duydun mu?
duydum lan asdfa. hem de benim hakkımda söylendi bu şey. duymaz olur muyum? "geçen callahan'la karşılaştık, işte adam hala kitap falan okuyor, müzik dinliyor, msn'de dinlediği müzikleri insanın gözüne sokuyor" denilmiş, ardından "ya bi şey dikkatim çekti, artık o kadar insanı germiyor, yormuyor, durulmuş böyle, ketumlaşmış az biraz, herhalde elune vermuşler zekeri" denilmiş, daha da bitmemiş "ne yalan söyleyim, callahan'ın andırgıraund havadan kopup iyi aile çocuğu kıvamına geleceğine tahmin etmiyordum, olm adam nazikleşmiş, o eski atarlanmaları yok artık" denilmiş. tabii bunu da bana anlatan insanın yüzündeki gülümseme "olm sen neydin ne olmuşsun" tarzında.
ya olm büyüdük artık, beyindeki hücreler bile oturdu, düşüncelere çeki düzen verildi, göt korkusu başladı. kişilik parçalandı, ayıklandı, geriye "herkesin sevebileceği tarzda naif insan" kaldı. o eski efsane laf sokmalar, yerin dibine geçirmeler, atarlanmalar, kültürle dövmeler, eziklikle itham etmeler, "büyü de gel" demeler kalmadı. [lisede az çemkirmedim böyle hea, o çemkirdiğim insanları özleyip, sarıp sarmalamak isteyeceğim hiç aklıma gelmez idi] gone with the sin abi. ben istemesem de o kişiliği devam ettiremezdim, zaten fakültedeki ilk tanıştığım insanların itiraflarını da duydum bu sene "ya olm ben sana bi gıcık oluyodum ki sorma, ağzını burnunu kırasım geliyodu" falan deniliyor artık, ben de "asdfjadfasdf" diye gülüyorum, anlamsız anlamsız gülüyorum işte ne yapayım? [bu da samimiyet göstergesi mi yoksa içinde biriktirdiklerini insanın yüzüne çotank diye vurmak mıdır çözemedim] şey de deniliyor "ya sen sanki herkese tepeden bakıyor gibiydin, oysa bambaşkaymışsınnnnnnnnnn yeaaa". anlıyorum ki büyük orospu çocuğuymuşum. dost bellediklerim bana gıcık olmakla kalmıyor, beni sotede kıstırıp dövme hayalleri kuruyorlarmış.
bulunduğu kabın şeklini alıyor insan. ya öyle şeyapmamak lazım ama öyle. saykodelik tripler, marjinaliteyi kavrayan götten sallamalı hareketler, "ben her şeye muğlağım" gibi nötr tavırlar, "ben her şeye mutlağım" gibi egosansasyonlar çok geride kaldı. hayat suratımıza suratımıza vurdu afdsjafda. [bu cümleyi de çok seviyorum, kaçamak bakış atmak gibi aadsfajd] saçmalığa bak, hayatın bir gün bize temiz sopa çekmesi falan. yahu o metamorfoz nasıl oldu biliyor musunuz?
şöyle oldu. çok sıkıldım. kendimden bile sıkıldım. bari dedim, göremediğim bir şey varsa, görmeye kastırayım, bir de böyle deneyelim dedim ve akabinde mülayim tavrımı takındım. [yahu aslında bu bir kabullenme olayı, çevreyi kabullenme, bulunduğun koşulları kabullenme, boyun eğme, kaderine razı gelme olayı] son birkaç dönemdir, arkadaşlarımın sorunlarına ortak oluyor, onlara türlü şebeklikler yapıyor, onların hayallerine ortak oluyor, en önemli varlığımı benliğimi onlarla paylaşıyorum, bana çok iyi davranıyorlar adfjsafa. living after midnight. hell yeah. bana iyi davranmalarını istiyorum, ya beni dışladı bu ibneler, şimdi tekrar onlara kendimi sevdirmem gerekiyor, o yüzden sivri dilimi, uyumsuz kişiliğimi gizliyorum afjdas, bakalım ne zaman ayılacaklar duruma. böyle birden dünyanın en iyi insanı oluyormuşum, ne güzel olur, belki şirinler bile beni görebilir.
ya moralim de bozuldu. artık kimse beni farklı bulmuyor. kimse beni farklılığımın farkında olarak sevmiyor adsjfa, böyle de triplere girsem efsane olacağım. camus'yen kişiliğimle ortamlarda "sikmişim dünyayı" diye takılacağım. şu hayatta en korktuğum şey başıma geldi ya ne diyim "olm sen aslında iyi bir insansın" falanlar. yahu nedir bu? nedir iyi olan? azıcık alttan aldım diye mi bütün bunlar?
ooo felan metamorfoz geçirmiş duydun muculuk akımına dahil olduğum için herkese teşekkür ediyorum, kardeşlerim akıllandığımı ve hayatın böyle yaşanmayacağını, uslu uslu yolumu bulacağımı, kendime en yakın zamanda eli yüzü düzgün helal süt emmiş bir kız bulacağımı, evdeki muslukları tamir edeceğimi, paramı düzgün harcayağımı sizlere ilan ediyorum. hangi para diyeceksiniz? bilmem.
ha şunu da belirteyim zaman zaman kankalarla toplanıp "felanda az ibne değil" muhabbeti yaptığımız oluyor, demek ki aynı muhabbet benim üçün de yapılmış ki kulağıma kadar geldi asfdkaf. vay ibneler. içten içe beni g noktamdan vurma hayalleri kuruyormuşsunuz da haberim yokmuş.
ya olm büyüdük artık, beyindeki hücreler bile oturdu, düşüncelere çeki düzen verildi, göt korkusu başladı. kişilik parçalandı, ayıklandı, geriye "herkesin sevebileceği tarzda naif insan" kaldı. o eski efsane laf sokmalar, yerin dibine geçirmeler, atarlanmalar, kültürle dövmeler, eziklikle itham etmeler, "büyü de gel" demeler kalmadı. [lisede az çemkirmedim böyle hea, o çemkirdiğim insanları özleyip, sarıp sarmalamak isteyeceğim hiç aklıma gelmez idi] gone with the sin abi. ben istemesem de o kişiliği devam ettiremezdim, zaten fakültedeki ilk tanıştığım insanların itiraflarını da duydum bu sene "ya olm ben sana bi gıcık oluyodum ki sorma, ağzını burnunu kırasım geliyodu" falan deniliyor artık, ben de "asdfjadfasdf" diye gülüyorum, anlamsız anlamsız gülüyorum işte ne yapayım? [bu da samimiyet göstergesi mi yoksa içinde biriktirdiklerini insanın yüzüne çotank diye vurmak mıdır çözemedim] şey de deniliyor "ya sen sanki herkese tepeden bakıyor gibiydin, oysa bambaşkaymışsınnnnnnnnnn yeaaa". anlıyorum ki büyük orospu çocuğuymuşum. dost bellediklerim bana gıcık olmakla kalmıyor, beni sotede kıstırıp dövme hayalleri kuruyorlarmış.
bulunduğu kabın şeklini alıyor insan. ya öyle şeyapmamak lazım ama öyle. saykodelik tripler, marjinaliteyi kavrayan götten sallamalı hareketler, "ben her şeye muğlağım" gibi nötr tavırlar, "ben her şeye mutlağım" gibi egosansasyonlar çok geride kaldı. hayat suratımıza suratımıza vurdu afdsjafda. [bu cümleyi de çok seviyorum, kaçamak bakış atmak gibi aadsfajd] saçmalığa bak, hayatın bir gün bize temiz sopa çekmesi falan. yahu o metamorfoz nasıl oldu biliyor musunuz?
şöyle oldu. çok sıkıldım. kendimden bile sıkıldım. bari dedim, göremediğim bir şey varsa, görmeye kastırayım, bir de böyle deneyelim dedim ve akabinde mülayim tavrımı takındım. [yahu aslında bu bir kabullenme olayı, çevreyi kabullenme, bulunduğun koşulları kabullenme, boyun eğme, kaderine razı gelme olayı] son birkaç dönemdir, arkadaşlarımın sorunlarına ortak oluyor, onlara türlü şebeklikler yapıyor, onların hayallerine ortak oluyor, en önemli varlığımı benliğimi onlarla paylaşıyorum, bana çok iyi davranıyorlar adfjsafa. living after midnight. hell yeah. bana iyi davranmalarını istiyorum, ya beni dışladı bu ibneler, şimdi tekrar onlara kendimi sevdirmem gerekiyor, o yüzden sivri dilimi, uyumsuz kişiliğimi gizliyorum afjdas, bakalım ne zaman ayılacaklar duruma. böyle birden dünyanın en iyi insanı oluyormuşum, ne güzel olur, belki şirinler bile beni görebilir.
ya moralim de bozuldu. artık kimse beni farklı bulmuyor. kimse beni farklılığımın farkında olarak sevmiyor adsjfa, böyle de triplere girsem efsane olacağım. camus'yen kişiliğimle ortamlarda "sikmişim dünyayı" diye takılacağım. şu hayatta en korktuğum şey başıma geldi ya ne diyim "olm sen aslında iyi bir insansın" falanlar. yahu nedir bu? nedir iyi olan? azıcık alttan aldım diye mi bütün bunlar?
ooo felan metamorfoz geçirmiş duydun muculuk akımına dahil olduğum için herkese teşekkür ediyorum, kardeşlerim akıllandığımı ve hayatın böyle yaşanmayacağını, uslu uslu yolumu bulacağımı, kendime en yakın zamanda eli yüzü düzgün helal süt emmiş bir kız bulacağımı, evdeki muslukları tamir edeceğimi, paramı düzgün harcayağımı sizlere ilan ediyorum. hangi para diyeceksiniz? bilmem.
ha şunu da belirteyim zaman zaman kankalarla toplanıp "felanda az ibne değil" muhabbeti yaptığımız oluyor, demek ki aynı muhabbet benim üçün de yapılmış ki kulağıma kadar geldi asfdkaf. vay ibneler. içten içe beni g noktamdan vurma hayalleri kuruyormuşsunuz da haberim yokmuş.
13 Kasım 2009 Cuma
çeviri
"here comes the rain again
falling on my head like a memory
falling on my head like a new emotion"
"su gelir güldür güldür
gel de yar beni güldür
bir damlacık kanım akmaz
öldürürsen sen öldür"
falling on my head like a memory
falling on my head like a new emotion"
"su gelir güldür güldür
gel de yar beni güldür
bir damlacık kanım akmaz
öldürürsen sen öldür"
10 Kasım 2009 Salı
şimdi reklamlar
Ahkam'ın blog sitesi yenilendi. Bi bakının isterseniz.
http://ahkamdergii.blogspot.com
http://ahkamdergii.blogspot.com
9 Kasım 2009 Pazartesi
6 Kasım 2009 Cuma
5 Kasım 2009 Perşembe
"satın beni, satın beni, rakı için!" ßy Cyankâr
julia dream, dreamboat queen, queen of all my dreams. saveeeeeeeee me. sev mi? asdjfaf.
Mayonez:
julia dream,
müzik arası,
pink floyd
4 Kasım 2009 Çarşamba
şok şok şok
Öyle bir yazı hazırlayacağım ki aklınız çıkacak. Şu çok sevilen, anadolu çocuğu çemçük ağızlı Umut Sarıkaya var ya, o kimdir nedir bir bir sayıp dökücem. Ulan ahd etmiştim ama geçen hafta Tüyap'ta dar paça pantolon giydiğini gördükten sonra kendimi daha fazla tutamıyorum dostlar. Yapıcam bunu ama önce yarınki vizeye biraz çalışmam lazım. Byes.
1 Kasım 2009 Pazar
özel ders vermek
asdfjfjsafa gelsin paralar. gelsin paralar oy. polinomlar, ikinci dereceden denklemler gelsin, gelin lan asfdjasf. lan gelsin paralar, deli sevindim yine. bira parası gelsin. özel ders oley, özel ders oleyyyyyyyyyyy!
the memory remains dinlemenin zamanı. asfdafdask lan delirdim.
the memory remains dinlemenin zamanı. asfdafdask lan delirdim.
mukedderat şeysi
kozmos ne eylerse güzel eyler, umarım. kontrolü bırakıyorum, bakayım nereye çıkacak tayinim. amin. umarım ümraniye'ye çıkmaz. asfdjasfd.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)