6 Ağustos 2010 Cuma

su

bir gün gelecek ve o gün çok fena olacak. kelimenin tam anlamıyla çırılçıplak.

elimde bir şey seçme şansım olsaydı, herhangi bir şey, ruhlara nüfuz etmeyi seçerdim. beynin kıvrımlarını seviyorum. beyünden kalbe, kalpten de sol kola bindiren o dolanımın ta kendisine aşığım. tanrı'nın verdiği 'bazı fikirler aklıma boca olunca, bazen çok terliyorum' hissine hayran kalıyorum.

ben her şeyi biliyorum. ben bazı şeyleri bilmiyorum. bildiğim şeyler sürpriz olsun, sevinçli olaylar hanesi biraz olsun dolsun diye, bazen bilmezden de geliyorum. mesela, bir gün, bir yazlık bahçede, karşılıklı bir bardak çay içme ihtimalim olan ve olmayan insanların hepsini biliyorum. ama susuyorum.

susmak ibrahim'den geliyor. ateşe atılacak bir ibrahim susuyorken, bir karınca haykırış anlamına gelebilecek bir damla suyu ateşe taşıyor. su-sa-mı-yor.

hal böyleyken, secdede gözlerimi kapatıp kapatmamam gerektiği konulu bir sohbeti şeyhime açıyorum. şeyhim nazar ediyor. mübarek ağzını açıyor ve şöyle diyor: 'büyümüş, anlamış, yorgun kimseler ehl-i kur'an'a göre gözlerini secdedeyken açsalar da olur. ne kadar büyümüş, ne kadar anlamış, ne kadar yorgun olduğunu bilince bunu da bileceksin.' şeyhim cüppesinin eteklerini toplayıp, ahşap evin, ahşap kapısından çıkıp gittiğinde, ahşap oymalı dolaplarla kaplı mutfaktan bir bardak su alıp içiyorum.

çağ yangınında tutuşmuş, nefes nefese el ele tutuşmaya çalışan postmodern spermleriz. şeyhimi andığım yerde sperm dememeliyim, bunu her akl-ı selim gibi biliyorum. ama burası puslu bir dünya. gerçeği görmek için gün aşırı temizlik gerekiyor. camlara yapışmak gerekiyor. zalimin biri her gün özenle temizlediğimiz eve pisliyor. o ev artık bizim olmuyor.

işte böyle, hala kalemin bizden bağımsız hareket ettiğini görebildiğimiz zamana şükürler olsun! henüz gülüşümüze dokunamadıkları zamanlar baş üstünde taşınmalı, birkaç selam çakılmalı. gözden uzak olan, gönülden de uzak olmalı. şeyhimin cüppesinin etekleri yerdeki pislikleri hala süpürüp atabilmeli. hamdolsun.

Hiç yorum yok: