28 Nisan 2010 Çarşamba

hobo: yürüyelim arkadaşlar! hey!

evden çıkınca ilk sokaktan yukarı saptığımda caddeye çıkıyorum, bilmediğim bir sokak yok tabii. hepsini biliyorum ama sadece bu sokaktan caddeye çıkmayı seviyorum. ne büyük bir özgüvendir caddelerde yürümek. herkes yürüyemez mesela, ben bazılarının yürüyüşünü gayet aptalca buluyorum, yürürken kollarını çok sallayanlar, adımları arasında ritm yakalayamayanlar oluyor. şaşırıyorum, yürümeyi beceremeyen insan nasıl olur evlenir çoluk çocuğa karışır? bu insanların çocukları emekleme çağında kalır diye endişeleniyorum! fakat bu insanlar caddede yürümeyi öğrenecek kadar kendilerine ve çevrelerine dönük değil. bir insan hem kendisine hem de çevresine duyarsız olur mu? olamaz mı? bak yürüyemiyor adam işte. kolları bedeninden ayrı sallanıyor, bacakları ortadan ayrılacakmış gibi yürüyor.


caddeleri seviyorum, camekanları, garip dükkanları, tabelaları, vitrinleri, vitrindeki mankenleri; tüm bu renkliliği seviyorum. bir vitrini tamamlayan kadını da seviyorum, onu da seyretmeye değer buluyorum. seviyorum. mağazaları çok seviyorum, kadınların bizden uzakta oyaladıkları için. ya onlar da olmasaydı? mağazalara nasıl teşekkür etsem az, her bir mağaza sahibini sevgiyle kucaklamak istiyorum. alışverişin hep ticari boyutuyla ilgilenen ekonomistler şunu bilmeli ki, camekanlar parayla tertemiz ışıldamıyor, kadınların renkli dünyalarıyla ışıldıyor- bu bir iltifat mı? iyi düşün.


yine caddeye döneyim. zaten birkaç cadde var insanlar orada yürüme eksersizleri yapıyor. anneler çocuklarını bu caddelere çıkarıp yürütüyorlar. her şey caddede oluyor, caddede olmayan bir şey o sıkıcı kutu gibi evlerde olamaz; anneler çocuklarını, patronların işçilerini, partiler seçmenlerini, öğretmenler öğrencilerini, piyanolar tuşlarını caddelerde eğitiyor, öğütüyor, şekillendiriyor. evde neler oluyor? evde hiçbir şey olmuyor, bir gece bir adamla bir kadın yorganın altında uykusuz oynaşırken dokuz ay sonra aynı yorganın altında uykusuz kalıyorlar. evde bunlar oluyor, yan evde de bunlar oluyor, konaklarda da bunlar oluyor, villalar da? her yerde diyorum aptal!


caddeleri seviyorum, sokaklar bana sıkıcı geliyor. sokakların bir sahibi varmış gibi, o sahip kim bilmiyorum fakat öyle biri var. bir gün çıkıp gelebilir ve o sokakta uyulması gereken kuralları listeleyip önümüze koyabilir. biliyorum öyle biri var, ama bu sokaktaki hangi evde oturuyor bilmiyorum. sokağın sahibinden korktuğumdan bu sokakta ve diğer sokaklarda göze batmamaya özen gösteriyorum. mesela sokağımızdaki güzel kadınlara hiç bakmadım (baktım), onlara bakarken hep korktum. nasıl bir korku bilemezsin! sanki vuracaklar beni bir kadınla göz teması kurdum diye, kadın da aynı hisleri yaşıyor biliyorum. sokağın sahibinden o kadar korkuyorum ki.


caddelere çıkalım n'olur? caddelere çıkalım n'olur? lütfen!

Hiç yorum yok: