jonathan bir gün yine maceraya atıldı. bu kez macerasında bizim eve geldi. evde oturuyoruz elemanla. halen kendisine ingiltere'de bir piskoposluk verilmemesine içerlemiş, beraber elma şarabı içiyoruz. bakıyor böyle "aga siyasilerin bir kısmı devdir, bir kısmı cücedir". hayırdır diyorum. bak şöyle diyor "sen onlara hizmet ederken onlar devdir, onların sana hizmet ettiğini düşündüğünde onlar cücedir". piskoposluk yattı değil mi dedim. "yeaaa işte benim gibi emektarları değil, saraya yakın olanları atarlar, beni de irlanda'da bir kiliseye papaz olarak atarlar" dedi. dedim bak dedim, dışarda milyonlarca işsiz var, o maaşa herkes çalışır. "ama ben saraya o kadar hizmet ettim, karşılığı bu olmamalıydı" diyor hala.
içiyoruz. ben koştum bira aldım fazladan. thomas more'dan falan konuştuk, devlerden cücelerden epey bahsettikten sonra, dedim ki "size does matter, or not matter bro?". gülüyor dingiliz. britanyalı pezevenk.cücelerle, devlere bu kadar takmasından kelli bu soruyu sormak zorundaydım. ada'nın örf adetlerine uygun bir şekilde konuyu kapamaya çalıştı. soruya cevap ver diye üsteledim. aslına bakarsan ben olaya hiç bu yönden bakmamıştım, bizim dönemde böyle şeyler yoktu dedi. biranı iç biranı pis herif dedim. sinirlendim epey.
beraber canıtın'ın kitabından bir bölüm okuduk. ben biraz güldüm bunun yazdıklarına. "okuyucuyu detaya girerek sıkmak istemiyorum" falan yazmışsın dedim, sıkıntıdan öldüydük zaten sağolasın dedim. bozuldu. tamam be zamanında zevklen okuduydum kitaplarını diyordum ki birayı üstüne ve halıya döktü ibiş. annemin halısına bira dökülmesine çok kızdığımdan, koş mutfaktan bez alıp gel diye bağırdım. gitmiş masa örtüsünü getirmiş, bir tane enseye şaplak attım cahilin. etrafı sildikten sonra, kitaplarını artık çocuklar okuyor ne diyorsun diye sordum. "detaya girerek seni sıkmak istemiyorum" dedi.
canıtın'ın gitme vakti gelmişti. bizim evdeki bu macerasını da yazacağını söyledi. bizim eve nasıl geldiğinden, benim ona ne kadar kötü davrandığımdan, evdeki eşyalarn sikkoluğundan, mutfaktan felan bahsedeceğini, bizim evden nasıl "kurtulduğunu" (bizim evin çok yakınında bir yük gemisi geçiyordu, geminin kaptanına el salladı bu, beyaz bayrak açtı filan, tayfalar bir filika ile çıkageldiler, bu da arkasına bakmadan gitti) filan anlatacağını söyledi. bizim tuvaletteki dev yaratıktan ve yemeğin içinden çıkan mikrochip'ten de bahsedeceğini söyledi.
canıtın gitti, ben de bira şişelerini bakkala verip bir tane daha bira aldım. işte öyle yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder