-insanın en büyük utancı nedir?
-görmek istediği kendiyle, gördüğü arasındaki farkın büyümesi sanırım.
-idealist biri misiniz?
-ilk gençliğimde öyleydim. zaman zaman nefret ederdim herkesten. nefret. aşırı duygularım vardı o zamanlar. dengeyi sağlayamazdım ve bu durum içten içe hoşuma giderdi. yaşadığımı böyle hissederdim.
fakat, ben erken büyüdüm. cinnetli anları erken terk ettim. anlamsızlığa verdiğim anlam bütün sevdiklerimin önüne geçmişti ve seveceklerimin. başka türlüsünü bilmiyordum. kendi anlamsız hayatıma onları dahil etmekten çekindiğim için değil, bu dünyayı sadece kendime has kılmak için.
hırslarımı da bu yüzden kaybettim. yastıklar. ve sıcak bir yorgan. öğle uykuları ve birtakım boş zamanlar. bana öylesine çekici geliyordu ki, kağıt kalemi elime aldığım zaman sanki biri bunu bana silah zoruyla yaptırıyor sanırdınız. hiçbirşeyimi hiçkimseyle paylaşmak istemiyordum. ellerimi, beynimi, kalbimi. herşeye sahip olacaklar, ele geçirecekler gibi hiisediyordum.
-kimler?
-onlar. benim ve birkaç kişilik küçük grubumun dışındaki herkes. her yerdelerdi. bir tek ben görüyordum onları sanırım. gruptakilere anlattım bu durumu. benim kadar heyecanlanmadılar. ben de ayrıldım o gruptan (gülüyor)
-bu grup gerçek miydi hikmet bey?
-ne fark eder. gerçek sözcüğünü araya sokmanın anlamı var mı? gerçek kadar insanı inciten bir kelime yoktur.
bir sabah yürüyüş yapmak için evden çıkmıştım. yolun kenarında bir çöp birikintisi vardı. çürük sebzeler, eski giysiler, boklu bebek bezleri... bir de kedi. ölü bir kedi. kan içinde. araba ezmiş, bağırsakları parçalanmış. kedinin kırılmış ayağının dibinde bir demet kırmızı gül ve yanında bir nişan yüzüğü...
gerçek, o zamandan beri bu görüntüden ibarettir benim için. gözümün görmek istemediği, üstünü örtmek istediğimdir gerçek. gerçek maddedir.
metafizikle aram bu kaçış sebebiyle iyi sanırım. düşler gerçek değildir. sarhoşluk da. orgazm hiç gerçek değildir mesela.
-uyuşturucu kullanır mıydınız?
ben ona 'perde' demeyi tercih ediyorum. gerçekle gerçek olmayan arasına çekilen, kiminde şeffaf, kiminde kalın bir perde.
-karınızı sever miydiniz?
-şarkım yarıda kaldı/aklım da karıda kaldı. (gülüyor)
karımı severdim. ama onu öperken gözlerimi kapatmadım hiç. karım lavanta kokusu sürerdi. sevmezdim bu kokuyu. tam 14 yıl lavanta kokladım. ama ben karanfil severim. karıma bunu hiç söylemedim. keşke söyleyebilecek cesaretim olsaydı...
-aşık olduğunuz, daha doğrusu karınızı aldattığınız o kadın. nasıl biriydi?
-karanfildi. sahilde yürüyordum bir gün. denizin kenarına oturmuş ağlıyordu. hiç ses çıkarmadan, yüzünün hatlarında hiçbir değişiklik olmaksızın, ifadesiz, öyle bir ölüye ağlar gibi ağlıyordu. döndü bir an, bana baktı, gözlerimin içine. ben o kadının gözlerinde gerçek olmayan her şeyi gördüm. acıyı, hüznü, umutsuzluğu ve aşkı. evet, aşkı. o adamdan nefret ettim. öldürmek istedim onu. biliyordum, yanına gidip konuşacaktım, elini tutacaktım. bana sarılıp ağlayacak, olanları anlatacaktı. ben gözlerine bakıp üzülme diyecektim. orada, o an, ona aşık olacaktım. kalbim yeniden 20 yaşındaki gibi hızla atacaktı. kalkıp bir yerlere gidecektik, bir şeyler içecektik. o çok içecekti. bir otele gidecektik. sevişecektik. o'nun adını sayıklayacaktı, ağlayacaktı. ona sarılıp sadece üzülme diyebilecektim. kendine gelince bana kendinden bahsedecekti. geleceğe dair umutlarından, başka bir dünyanın mümkün olduğundan, bazen alıp başını gitmek istediğinden. o anlattıkça ben daha çok sevecektim. alıp içime katmak isteyecektim. sonra karım arayacaktı: 'dün gece nerdeydin, telefonun neden kapalıydı?' diyecekti. iş seyahati karıcığım diyecektim. o evli olduğumu öğrenince önce sinirlenecek, sonra gülecekti. kimbilir, orta yaşlı yakışıklı adamın evliliğini tehlikeye atarak onunla birlikte olması belki de hoşuna gidecekti. sonra sık sık görüşecektik. en yakın arkadaşı olduğumu söyleyip, sevdiği adamı nasıl da çok sevdiğini anlatacaktı bana. ben sabırla dinleyerek, onu öpmek için fırsat kollayacaktım. ben aşıktım, o da genç.
bazen gözleri bir noktaya takılır, dakikalarca bakışlarını çekmezdi. öyle bir manzaraydı ki bu,bu,bu kadının içinde ölen biri vardı. bambaşkaydı. bir gün beni bir bara götürdü. çok gürültülü müzikler çalan bir bara. zorla dans ettirdi. takım elbisem ve ben. inanır mısınız? kalk çin'e gidelim, dağa çıkalım, yada hippi olalım dese bir saniye düşünmeden yola çıkardım. yaşıtlarından farklıydı, mutsuzdu. onu seviyordum.
-sonra?
-sonra mı?
bir gün buluşacağımız yere yanında bir gençle geldi. el ele. bana öyle detaylı anlatmıştı ki, görür görmez çocuğun o olduğunu anladım. fakat beni öldüren el ele gelişleri değil, aşık olduğum kadının aşık olduğum bakışlarının yerini, dünyanın geriye kalan insanlarının hepsinin bakışlarına benzer bakışların almasıydı. gülüyordu. oyuncağını geri almış bir çocuğun zaferine güldüğü gibi. onları öylece bıraktım ve eve döndüm.
- o gün mü?
-hayır, üç gün sonra. onu ilk gördüğüm yerde. tuhaf, bu kez denize ifadesizce bakarak ağlayan bendim. tetiği çekerken elim titremedi. o kız benim hayata son tutunma çabamdı. meğerse o da gerçekmiş.
- kusura bakmayın, sizi severek, beğenerek okurdum ama tam bir denyoymuşsunuz hikmet bey.
-hikmet kaçar!
1 yorum:
son günlerde okuduğum en güzel yazı \m/
tekrar okuyayım asfdasafajfasf
Yorum Gönder