30 Temmuz 2010 Cuma

kaçış



-won’t you miss me?
-şişşt!

kendi eksenleri etrafında bir kez daha döndüler. bir kez daha saçından gelen kokuyu içine çekti. bu kokuyu hiç duymasaydım, ben topal bir adam olmayacaktım, diye düşündü. elinin arasındaki elini daha kuvvetle sıktı. küçük bir kız acıyı hissettiğinde ne yaparsa onu yaptı, gözlerini açtı, yüzüne baktı. küçük bir kızdı. beni sev diye ağlayan bir küçük kız. ona aslında ne kadar sevildiğini anlatmanın bir yolu olmalıydı. susmamalıydı. bu onu çok konuştururdu. çok konuşur ve yorulurdu. Küçük bir kız yorulursa ne olur bayım? o da mı susar? yok bunu istemezdi. tam olarak istediği???

-ne?

-?

-tam olarak istediğin ne?

-…

küçük kız valse yakışan neyse onu yaptı. beni sev’in valste karşılığı neyse işte onu. Kollarına boynuna doladı. vals biraz da geçmişe ağlamaktır.

-dün gece rüyamda seni gördüm.

-bir şeyler söyledim mi?

-hayır. birilerinden kaçıyoruz. yüksek bir binada inip çıkıyoruz sürekli. Kaçarken
elin yaralanıyor senin. küçük bir kesik. Kan sızıyor. gelip yaranı öpüyorum. rest and peace.

-bazen uydurduğun rüyalar gördüğünü düşünüyorum.

-nasıl körelttin hayal gücümü bilsen. işte bu yüzden rüyalar tam bir şölene düşünüyor.

müzik hızlanınca kızın kalp atışları da müziği yavaşlatacak kadar hızlandı.

-kalp krizi geçirmeyeceğinden emin olmak için ne yapmam gerekiyor?

-sen konuştuğun sürece sorun yok.

-‘huzur suskunluk içinde sevmek olabilirdi. ama bilinç ve insan var, konuşmak gerekiyor. sevmek cehenneme dönüşüyor’ bunu daha çok küçükken bir kitapta okumuştum.

-keşke okuduklarından değil de gördüklerinden etkilenseydin. Gözyaşları aynı tesiri uyandırmıyor sende.

-anlamıyorsun.

-anlat.

-sen anla ne olur.

-sonsuza kadar böyle süremez biliyorsun değil mi? yola çıkmışlardır şimdi. kararlarını da vermişlerdir. kan dökülecek bayım.

-bunu sahiden önemsiyor musun, yoksa heyecan katmaya mı çalışıyorsun?

-ben küçük bir kızım. heyecan olmazsa ne yaparım.

elbette kırmızı bir elbise vardı kızın üzerinde. ve elbette elinden kan sızıyordu diğerinin.

-şimdi tam olarak şunları düşünüyorsun. nereye kaçacağız? kaçtıktan sonra ne olacak? bizi bulacaklar mı? evlenince çocuk yapmalı mıyız? adı ne olmalı?

-leman olacak.

-erkek?

-onu sen seç. tabii ki feodal kalıntılarım var.

-fakat ben hep kadınlar üzerinde yoğunlaştım.

-bizim kadar zor durumdayken bir çocuğu olan her çift onun adını ne koyar?

-umut.

-umut.

İnsan olmak bizatihi sansasyoneldir, diline döktüğüm dilleri hatırlasana, demiş bir şair. zencileri seven şair, düşünmüş, düşünde kelime görmüş. bizim kelimelerden savaş uçakları yapmamız aynı an’a denk gelir. kulaklarımızı o sözcükleri duymaya açtığımız halde, onun yerine uğultulu tepelere kaçtık. bayım, sizin sesinizi diğer seslerden ayırt edemedik. benzeşmenizden öyle korktuk ki uçuklar doldu dudağımıza. uçuk bir kırmızı belki de yarayı iyileştirecek. lütfen sesinizi yükseltin. hikayenin mutlu yada mutsuz sonu bundan ibaret
.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

fena halde leman

"dinle sevgilim, uzun bir seyahate çıkacağım, hareketimden evvel bazı şeyleri söylemek arzusundayım.

yokluğum fazla uzayabilir, zaman zaman, dediklerimi dinleyerek saptarsın ki: hayatta kimse kimseyi anlayamaz, kimse kimsenin yerini tutamaz; aşk dediğimiz, ya vahim bir yanlış anlaşılmadır, ya kötü bir hayal kurma tarzı: iki kişinin ikisi de, öbürünün yerine hayal kurmaya kalkıştığından, sukut-u hayaller eksik olmaz! sen dediğime kulak ver, kendimizden başkasını sevemiyoruz; sevdiğimiz, şahsiyetimizin dışlaştırılmış, bir başkasının üzerinde somutlaştırılmış hayali; o başkası da kendisini üçüncü bir şahıs üzerinde dışlaştırır, somutlaştırır: arada ahenk kurulamaz, nasıl kurulsun, sevdiğimizle sandığımız farklı!

Muvaffak bir çift, yalnızlığa tahammülü yüksek iki insan manasını taşır: çift demek, yanyana iki yalnızlık demek, beraber bile olamamış, kesişmesi bile zor! onun için böyle bir hayatı, içine girip kurbanı olmadan yaşayacaksın, yani uzaktan. uzaktaki, soyut, hemen hemen yok bir şahsı sevmekten güzelini tasavvur edemiyorum. yakında olmayan sevgili tahayyülde yaşatılır, hayalde yaşamak az evvel açıkladığım kaideye uygun olarak, onu kendine benzetmektir; yanında bulunmayacağından, buna ne itiraz edebilir, ne müdahale: sevdiğini hayalinde değiştirdikçe, kendine benzettikçe daha çok seversin, böylece denge korunmuş olur.

sevmek! sevmek esasında alıp başını gitmektir, sevgiliden uzaklaşan mutlak aşka yaklaşır, sevdiğini gönlünde kendi bildiğince yeniden yaratarak.."


günlerdir uğraşıp yazmaya kastığım yazı meğerse yıllar önce yazılmış. ben yazmış olsam muhtemelen daha kompleks, daha sıkıntılı, daha ruhsuz olacaktı. böylesi isabet. ben, işte bu yüzden, sevgili attila ilhan'ı pek sevmekteyim.

27 Temmuz 2010 Salı

sevmek de yorulur

Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım
Bana bunu sessizce anlatıyorlardı
Bir yerde onların yönlerinden
alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki
bulvarların geceye vurdukları
çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri
uzunlamasına yaşayıp yatay bir çocukla kalkan
bir sürü alışkanlıklar taşıyan
insanlığımızı gülüşü yalnızlar çarşısında
çağrılmış gümüş seslerini aynadaki yüzlerin
başkası sevsin diye en seçkin yerine
bir şal gezdirirdi
İnsanlığımıza bir şey getirirdi yalnızlarla

Bir sen varsın hep saçların ağzın
Bir merdiven hücresinde
uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem
seni sonsuz gelişinle
saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor
eğilip başını içlerimden geçtiğin zaman
uzağa bir yolcuya karşı çıkar gibi
Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle
davranılmaz üstünde durulmaz
hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem

Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde
durmuş ki bakışın boynun bozgun
üstünden bir nehir geçer gibi
ya gecedir ondan ya bulanık sudan
bir hasta gibi ağrımaktasın

Gelişini aldım onu nasıl harcadım
Denizden bunalıp okyanusa
Selâm çakan vapurun
Sevindik adımına birden parka çekildik
Ve birden nasıl bayram bıyıklı
Bir yaylım herkesin yaydığı bir merhabayla
Eğip başını içlerimden gittiğin zaman
Uzağa bir yolcuya çıkar gibi

Selini üstüme çektin önce
camdan bir mektup dolabının
üstüste sayısız koridorunu yüzüme yakın
başını duvara değdirmiş bir benzetişle
josef ka benzeri bir bakışındı
ya da konuşmayı kesip aman sen
öyle bir gittin ki benimle

Piknik beni sana verdi önce
Gelişen güneş yalnızlıktan bir göze
Eski ellerin
Ve çağlarınla bir şeye uzanmış etin
Ve hançerinle zamana saf durmuş
Son gidişindir bu

Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden
Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle
zaten hangisi kavak zürafası değil
biri bütün yan odaları bekler
kuşkulu geçer camlardan
ve bırakır yerini bir koridor bekçisine

Haydi sen bütün onlara git benimle
Son sigaramdın
Gidişin antinikotin
Birden bir şey mutlu eşit piyano çalıyor
Elleri iki çeşit durgun
Gerçi çıkmıyor gelenlerin karanlığa duranların
Suya inen sesleri

Tam şimdi denizinle
bir çakıl taşına yaklaşıyor
kuma çok yakın bütün kesitlerinle
bakıyor ve bunalıyorsun

Tam şimdi ipe koşan
beni elleriyle alkışlayan
ağrıyan bir gün geliyor

19 Temmuz 2010 Pazartesi

tatil güncesi

sizlere güneyin incisi sayılabilecek bir yerden yazıyorum dostlarım. burası tahmin edeceğiniz gibi sıcak. insanlar turist ve uzun bacaklı. deniz pis.

yalnız geceler çok ilginç. hakikaten ilginç. günah yuvası. bardan kız düşürme gibi olayları görmüştüm ama kızı direk bara düşürmeye daha önce rastlamamıştım. anladınız sanırım.tuhaf da bir özelliği var, bi şekilde dahil oluyorsun gidince sağından solundan. ben şöyle cümleler kuran bir insanken,'discoya falan gitmektense ölmeyi tercih ederim. alternatif edebiyat dergisi editörüyüm lan ben, ne işim olur!" birden kendimi disco ışıklarının altında robot dansı yaparken buldum.

hayat çok sıcak canlarım. sizleri özledim. si yu.

18 Temmuz 2010 Pazar

kitap gibi konuşmak

17 Temmuz 2010 Cumartesi

haftalık gündem

  • yeraltından notlar'ı ikinci kez okudum. yeraltı adamlarıyla tanışıklığım olduğundan bu kez tedirgin olmak yerine tanıdık yüzleri görmek bana acayip zevk verdi. baylar hepimiz sikko bir şekilde ölüp gideceğiz, İNSAN ACİZDİR, MUHTAÇTIR FAZLA ARTİSTLİK YAPMAMALIDIR.


  • alice in chains naptın sen ya? dilinizin kemiği yokmuş hayvan herifler: OLAY!
  • sanırım türkü delisi oldum ajsfdafdasf pink floyd, camel, tool filan yalanmış dostlarım, türküler sevdamız, türküler her şeyimizmiş.Akşam olur karanlığa kalırsın/Derin derin sevdalara dalarsın/Oy gelin gelin, sevdalı gelin/öldürdün beni. hiç dalga geçmiyorum, zaten sivaslıyım olm türkülerle dalga geçilir mi? şu türkünün sözlerini üçüncü dinleyişten sonra idrak etsem de vazgeçilmezim oldu: AL PACİNO.  
  • kemal uluer hakikaten ilginç bir adammış. son tablosunu bitirdikten sonra kafasına poşet geçirerek (burası ne kadar doğru bilemedim) hayatına son vermiş.

  • 15 sayfalık bir şey yazdım. bu yazacağım şeyin taslağıydı! taslağı tamamladım.  herhalde galiba sanırsam 1-2 ay içinde 150 sayfalık bir şey yazacağım. esas amacım bir anlatıyı sonuna kadar götürmek, bitirmek; bunu başarabilirsem ortaya iyi şeyler koyabileceğim asjfdafafas ama kararlıyım bu işi sonuna kadar götüreceğim! artık şundan eminim yazmak kadar eğlenceli bir uğraşı yok. ben bir kahraman öldürüp geleyim asakdfas
  •  geçen gün bayıldım. rexx'in önüne boylu boyunca uzanıp "lan olm sanırım ölüyorum" diye inledim ajsfdafdas dördüncü biranın ardından aniden bana bir hal geldi, kusmaya başladım. sonra da bayıldım.
    -olm iyi misin lan? hastaneye filan gidelim mi?
    -sanırım mide kanaması geçiriyorum
    -kalk kalk gidelim hemen
    -tamam geçti lan
    -siktir lan alay ediyor ibne
    ama orda bir aydınlanma yaşadım ve birkaç gün kafam iyi gezdim. şu yaşta rexx'in önünde yerlere yatıp hiçbir derdim tasam olmadan kendimi bu kadar küçültmemeliydim, bir an soğudum kendimden yemin ederim. birkaç gün "yüksek ve güzel şeyler" düşündüm hep asjfdafasf hay anasını seveyim böyle düşüncelere dalınca da samanyolu tv'deki gaibten işten çeviren adamlar gibi oluyor.
    kesin fıçının dibi bana denk geldi, bir insan aniden bu hale gelemez. ibneler!
  • sevgilerimle. alpay callahan erdem. taksim old city comeyd'de tek kişilik şovuma davetlimsiniz asfkafda güldüremiyorum ama olsun gelin takılırız. alpay bi git.

15 Temmuz 2010 Perşembe

kendime gelemiyorum


İBRAHİM

ibrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrâhîm
güneşi evime sokan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrâhîm
gönlümü put sanıp da kıran kim

14 Temmuz 2010 Çarşamba

kankalar

david gilmour ve roger waters abilerim hoping foundation'ın filistinli çocuklara yardım gecesinde live 8'den sonra ikinci kez bir araya gelmişler: OH YES!


işte böyle akıllı olun. karı gibi birbirinize küsüyorsunuz olm, yakışıyor mu? diğerleri göçtü gitti siz de birbirinize sahip çıkın amcalar. keep talking diyorsunuz ya, coming back to pink floyd again filan yapın, olmadı remember a day ulan! shine on you crazyler sizi. çok seviyorum lan sizi, kendinize iyi bakın asfjasf the show must go on kankalar.

incisözlük'ün şarkısını buldum koşun!

13 Temmuz 2010 Salı

sen de yaz yaz yaz




15 adım sonra döndü baktı. aa kimse de gelmemiş arkasından şaşırdı. yetişmesi gereken toplantılar, buluşmalar, partiler vardı, kaçırdı. aklını da aldı buralardan başka yerlere kaçırdı. one by one.

en çok istediği şey bir telefon kulübesinden numarayı çevirip, 'iyi olman gerekiyordu, ne oldu? diye bağırmaktı. onun yerine eve gidip dansetti. acid. lucy in the sky with diamonds. bakınız bugün haftanın en sevdiğim günü. saat 24'ten sonra tuesday's gone dinleyeceğim. haydi hep birlikte sıkılıyoruz. ergenlik sivilcelerimizi birlikte sıkıyoruz. güzel şeyler düşünüyoruz.dolaba su koyuyoruz. biz yaz mevsimini sevmiyoruz dostum, sevmiyoruz.

11 Temmuz 2010 Pazar

vol 7

bizi insan içine çıkarmasınlar
fanusa koysunlar bizi
her gün ekmek-su versinler
pay-la-şım-cı-lık-sız-lık

yüz felci olmuş gibiyiz
yüzümüzü buruşturmaktan
hep karşımızdakini konuşturmaktan
pay-la-şım-cı-lız

bizi çalıştırmasınlar
ekmek için ele, su için göle gidelim
okutmasınlar da
pay-la-şı-yo-rum-suz-luk

bize bira versinler
biraver alsınlar evimize
dumandan kaleler yapalım
pay-la-şa-mı-yo-rum-cu-luk

gümüş tepsilerde yalnızlık sunsunlar
antisosyallik fışkırsın damarlarımızdan
kitaplar yağsın kafamıza
pay-la-şım-a-man-sen-de-ci-lik

bizden ümitlerini kessinler
umutsuzluk sigortası yapsınlar bize
çünkü ne bizi, ne de kendimi
pay-laş-mak-tan-sa-ö-lü-rüm-cü-lük

10 Temmuz 2010 Cumartesi

intihar eden ünlü yazar hikmet hakikat ile röportaj

-insanın en büyük utancı nedir?

-görmek istediği kendiyle, gördüğü arasındaki farkın büyümesi sanırım.

-idealist biri misiniz?

-ilk gençliğimde öyleydim. zaman zaman nefret ederdim herkesten. nefret. aşırı duygularım vardı o zamanlar. dengeyi sağlayamazdım ve bu durum içten içe hoşuma giderdi. yaşadığımı böyle hissederdim.

fakat, ben erken büyüdüm. cinnetli anları erken terk ettim. anlamsızlığa verdiğim anlam bütün sevdiklerimin önüne geçmişti ve seveceklerimin. başka türlüsünü bilmiyordum. kendi anlamsız hayatıma onları dahil etmekten çekindiğim için değil, bu dünyayı sadece kendime has kılmak için.

hırslarımı da bu yüzden kaybettim. yastıklar. ve sıcak bir yorgan. öğle uykuları ve birtakım boş zamanlar. bana öylesine çekici geliyordu ki, kağıt kalemi elime aldığım zaman sanki biri bunu bana silah zoruyla yaptırıyor sanırdınız. hiçbirşeyimi hiçkimseyle paylaşmak istemiyordum. ellerimi, beynimi, kalbimi. herşeye sahip olacaklar, ele geçirecekler gibi hiisediyordum.

-kimler?

-onlar. benim ve birkaç kişilik küçük grubumun dışındaki herkes. her yerdelerdi. bir tek ben görüyordum onları sanırım. gruptakilere anlattım bu durumu. benim kadar heyecanlanmadılar. ben de ayrıldım o gruptan (gülüyor)

-bu grup gerçek miydi hikmet bey?

-ne fark eder. gerçek sözcüğünü araya sokmanın anlamı var mı? gerçek kadar insanı inciten bir kelime yoktur.

bir sabah yürüyüş yapmak için evden çıkmıştım. yolun kenarında bir çöp birikintisi vardı. çürük sebzeler, eski giysiler, boklu bebek bezleri... bir de kedi. ölü bir kedi. kan içinde. araba ezmiş, bağırsakları parçalanmış. kedinin kırılmış ayağının dibinde bir demet kırmızı gül ve yanında bir nişan yüzüğü...

gerçek, o zamandan beri bu görüntüden ibarettir benim için. gözümün görmek istemediği, üstünü örtmek istediğimdir gerçek. gerçek maddedir.

metafizikle aram bu kaçış sebebiyle iyi sanırım. düşler gerçek değildir. sarhoşluk da. orgazm hiç gerçek değildir mesela.

-uyuşturucu kullanır mıydınız?
ben ona 'perde' demeyi tercih ediyorum. gerçekle gerçek olmayan arasına çekilen, kiminde şeffaf, kiminde kalın bir perde.

-karınızı sever miydiniz?

-şarkım yarıda kaldı/aklım da karıda kaldı. (gülüyor)

karımı severdim. ama onu öperken gözlerimi kapatmadım hiç. karım lavanta kokusu sürerdi. sevmezdim bu kokuyu. tam 14 yıl lavanta kokladım. ama ben karanfil severim. karıma bunu hiç söylemedim. keşke söyleyebilecek cesaretim olsaydı...

-aşık olduğunuz, daha doğrusu karınızı aldattığınız o kadın. nasıl biriydi?

-karanfildi. sahilde yürüyordum bir gün. denizin kenarına oturmuş ağlıyordu. hiç ses çıkarmadan, yüzünün hatlarında hiçbir değişiklik olmaksızın, ifadesiz, öyle bir ölüye ağlar gibi ağlıyordu. döndü bir an, bana baktı, gözlerimin içine. ben o kadının gözlerinde gerçek olmayan her şeyi gördüm. acıyı, hüznü, umutsuzluğu ve aşkı. evet, aşkı. o adamdan nefret ettim. öldürmek istedim onu. biliyordum, yanına gidip konuşacaktım, elini tutacaktım. bana sarılıp ağlayacak, olanları anlatacaktı. ben gözlerine bakıp üzülme diyecektim. orada, o an, ona aşık olacaktım. kalbim yeniden 20 yaşındaki gibi hızla atacaktı. kalkıp bir yerlere gidecektik, bir şeyler içecektik. o çok içecekti. bir otele gidecektik. sevişecektik. o'nun adını sayıklayacaktı, ağlayacaktı. ona sarılıp sadece üzülme diyebilecektim. kendine gelince bana kendinden bahsedecekti. geleceğe dair umutlarından, başka bir dünyanın mümkün olduğundan, bazen alıp başını gitmek istediğinden. o anlattıkça ben daha çok sevecektim. alıp içime katmak isteyecektim. sonra karım arayacaktı: 'dün gece nerdeydin, telefonun neden kapalıydı?' diyecekti. iş seyahati karıcığım diyecektim. o evli olduğumu öğrenince önce sinirlenecek, sonra gülecekti. kimbilir, orta yaşlı yakışıklı adamın evliliğini tehlikeye atarak onunla birlikte olması belki de hoşuna gidecekti. sonra sık sık görüşecektik. en yakın arkadaşı olduğumu söyleyip, sevdiği adamı nasıl da çok sevdiğini anlatacaktı bana. ben sabırla dinleyerek, onu öpmek için fırsat kollayacaktım. ben aşıktım, o da genç.

bazen gözleri bir noktaya takılır, dakikalarca bakışlarını çekmezdi. öyle bir manzaraydı ki bu,bu,bu kadının içinde ölen biri vardı. bambaşkaydı. bir gün beni bir bara götürdü. çok gürültülü müzikler çalan bir bara. zorla dans ettirdi. takım elbisem ve ben. inanır mısınız? kalk çin'e gidelim, dağa çıkalım, yada hippi olalım dese bir saniye düşünmeden yola çıkardım. yaşıtlarından farklıydı, mutsuzdu. onu seviyordum.

-sonra?

-sonra mı?

bir gün buluşacağımız yere yanında bir gençle geldi. el ele. bana öyle detaylı anlatmıştı ki, görür görmez çocuğun o olduğunu anladım. fakat beni öldüren el ele gelişleri değil, aşık olduğum kadının aşık olduğum bakışlarının yerini, dünyanın geriye kalan insanlarının hepsinin bakışlarına benzer bakışların almasıydı. gülüyordu. oyuncağını geri almış bir çocuğun zaferine güldüğü gibi. onları öylece bıraktım ve eve döndüm.

- o gün mü?

-hayır, üç gün sonra. onu ilk gördüğüm yerde. tuhaf, bu kez denize ifadesizce bakarak ağlayan bendim. tetiği çekerken elim titremedi. o kız benim hayata son tutunma çabamdı. meğerse o da gerçekmiş.

- kusura bakmayın, sizi severek, beğenerek okurdum ama tam bir denyoymuşsunuz hikmet bey.

-hikmet kaçar!

şu an işimden istifa ediyorum

ediyorum, ediyorum ve ettim. 

planlarımı hayata geçirmek için gereken parayı kazanacağımı düşündüğüm işimden istifa ettim birkaç dakika önce. 


bugün haftalığımı aldım ve sinirimden ne yapacağımı şaşırdım. sevgili patronum çıkarıp 90 lira haftalık verince deliye döndüm. 6 gün çalışıp 90 lira almak nedir arkadaşım? ben zaten yattığım yerden 200 lira alıyorum, sen bana 1 ay çalışmam karşılığında 360 lira veriyorsun. günlük 360/30=12 lira. eğer patron kafasıyla düşünürsek günlük 90/6=15 lira. asjdfasfdasfjafdasf. lan? asgari ücret ne kadar 625 lira. yani neyse lan ben bir şey demiyorum, dilenciye verilmez o para. sabah 8 buçuktan akşam 7'ye kadar öğle tatili olmadan, sigorta olmadan, çay olmadan (en çok buna gerildim asfjsafas) çalışacaksın ve bu paraya çalışmana "normal" gözle bakabilecek patron! azıcık insan olacaksın arkadaşım, emek hırsızlığı yapmayacaksın. çalmayacaksın! öldürmeyeceksin!


90 lirada gitti zaten anneme borçlarımı ödedim, tey allam ya. 


parayı cebime koyarken ağlayacaktım nerdeyse asjfdafasfasfa üff utandım 90 lirayı görünce. vay babayın! 


demek ki neymiş? akrabadan patron olmazmış. demek ki neymiş? akraban da olsa seni enayi koymaktan utanmıyormuş. demek ki neymiş? eşşeğin sikiymiş. 


dünyanın 90 lira haftalıkla çalışan bütün emekçilerine gelsin asfdafsafjsaf:

9 Temmuz 2010 Cuma

iç anadolu cephesinde değişen birşey yok

-arkadaşlar, ankara.
benim için yaz zırtlan demektir dostlarım. haluk levent, şebnem ferah çalan kafeler ve zırtlan cenneti anlamına gelir. ankara zırtlanı türünün nadide örneklerindendir. özgüveni sıfı olmasına rağmen küstahtır. yirim, şeklinde şiveli laf atarlar. hepsi hemşehrimdir.

-yüksek lisans.
aklı 4. sınıfa geçince başına gelen her mezuniyet gönüllüsü gibi geleceğe dair planlar yapmaya şimdi başladım. işe ingilizce ile başlayayım, bari bunu halledeyim düşüncesiyle kendimi birçok ingilizce kursunun kapısında buldum. toefl'dan 36475897657 puan almam gerekiyor. kursa kabul edilip edilmeyeceğimi belirlemek için seviye tespit sınavına aldılar. seviyesiz çıktım. seviyem yetmediğinden beni kursa kabul etmediler. ağlamışım. onca yabancı müzik dinle, altyazısız film izle, mükafatı bu muydu tanrım! annem babam da benimleydi. fırsat ellerine geçmişti bir kere. bunca yıl seni bunun için mi okuttuktan tutun da zekasıza kadar, beni kırarcasına konuştular. bir de aksanından bulgar mı, roman mı olduğunu anlayamadığım ingilizce hocası writing sınavımla ilgili ipe sapa gelmez laflar etti. neymiş efendim, akademik bir kompozisyon yazarken asla şöyle bir cümle kurulmazmış:'ama böyle de olmaz ki canım' (but, it can't be like this honey, you know) ne kadar ben blog yazarıyım yea, rahata alıştım desem de dinletemedim, bu iş istanbul'a kaldı.

-ÇEVRE ÇOK ÖNEMLİDİR! greenpeace'de işe başlıyorum canlarım. ilk maaşımla hepinize güzel bi yazı yazıcam. aha aha aha. inanılmaz birşey ama skype'dan yaptığımız online mülakatta yemyeşil giyinip, saçıma ağaçtan kopardığım yaprakları takarak, sürekli çevre ee şöyle önemlidir, ee böyle süperdir, dediğim halde işe kabul edildim. napıyım lan, paraya ihtiyacım var :(

- babam evin koridoruna ve tuvalete otomatik ışık yaptırmış. ilk gördüğümde gülmekten sandalyeden düştüm (incisözlük) bu cimriliğe daha fazla tahammül edemiyorum. karşıma ilk çıkan zengin ve kel adamla evleneceğim. canıma doydum artık.

-son olarak, san diego'ya kucak dolusu selamlar, sevgiler, öpücükler. kop da gel.

ankara günleri böyle canlar.

4 Temmuz 2010 Pazar

bu iyi oldu

 

sıkılmışların partisi

ünlü gazeteci-yazar-araştırmacı-fotoğrafçı rauf elimoğlu, popüler kişiliklerden bienallerin vazgeçilmezi ressam eser seçkin, son romanıyla milyonlara ulaşan ahmet baki yusufçuk ve bendeniz ali saylı yine bir partide bir araya gelmiştik. bu olağan-cansıkıcı partide birkaç iyi adamı görmek beni nispeten neşelendirmişti.

garson kızlar, dj (acayip giyimli kıpır kıpır bir adam) ve yemekler, masaların üzerindeki süsler, davetlileri kapıda karşılayan parti sahibi ve dahi sandalyeler gibi birçok detay. içkimi alıp bir köşede rauf beyle sohbete koyuldum. rauf bey ülkenin gidişatından bahsederken benim aklım dün akşam üzeri sıraselviler'de gördüğüm kadındaydı. onun da bu partide olduğunu hayal ediyordum, şu anda içkisini almış eser beyle sohbet ediyordu (neden benle etmiyorsa). bu kadın dünden beridir aklımdan çıkmıyordu dostlarım.

ev sahibi ünlü bir adamın eşi olan sedef hanım (sedef hanımın mesleği: ünlü bir adamın eşi olmak) davetlilere, yani bize her zamanki alışıldık konuşmalardan birini yapıyordu (geberesice bet sesli kadın): "bu akşam bizi şereflendirdiğiniz için.... dostlarım çok müteşekkirim... keyfinize bakınız". tam konuşmasını bitirdiği anda o kadın kapıdan içeri girdi ve şöyle dedi: "merhaba ben sıraselviler'de telaşlı bir şekilde yürüyen, bana yönelen bakışları umursamadan yoluma devam eden anlık aşkınızım. bazılarınızın zihninde fantezilerde yer ettim, bazılarınızla romantik bir akşam yemeği yedim, bazılarınızı da çok ilginç ve çekici buldum! evet, siz bayım -beni işaret ediyordu- beni gördüğünüz anda yüzünüzde oluşan o saçma gülümseme gerçekten çok hoşuma gitti, eğer acelem var bir yer yetişmem gerek rolüne kendimi kaptırmasaydım dün sizinle tanışmak isterdim fakat daha delice bir işe kalkıştım ve sizi takip edip bu partiye kadar peşinizden geldim. adım sıla selviler".

affallamıştım. soğuk terler döküyordum, bir yandan da davetlilere rezil olduğumu düşünüyordum. rauf beyin sırıtışı hiç hoşuma gitmemişti, eminim ki yarınki köşeyazısında bu olaya da değinmeden geçmeyecekti. sıla hanfendiye dik dik bakıyordum, kadının suratına bir tane patlatmak istiyordum o anda. neyse, bendeniz söz alarak: "dostlarım, sıraselviler'de bir kadının aceleci tavırlarından etkilenmemek elde değil. hele ki bu kadının adı sıla selviler ise -salonda gülüşmeler oldu- ama sizden şu gerçeği saklamamalıyım, ben hareket eden her şeyi dikkatle takip ederim. çünkü bizler tembel, uyuşuk insanlarız; hareketli, neşeli, dışadönük her insan bizi etkiler, ben de etkilendim itiraf ediyorum. durağanlık can sıkıcıdır, bu yüzden mona lisa benim canımı sıkıyor dostlarım. sıla hanım ise yürüyen bir mosa lisa'ydı dün, şu anda ise realizme ve fantezilere kurban verilmiş, sanatsal değeri hızla irtifa kaybetmiş, alaycı bir kadındır o kadar! sıla selviler, hareketlenmeleriyle ve yarattığı gizemiyle ilgi uyandıran görsel bir şov sundu dün bana, bugün ise o mükemmelliğin yerini gerçeklik ve imkansızın imkanlı hale gelmesi aldı ve sıla hanım artık izlenmeye değer bir arzu nesnesi değildir" dedim. soluğum kesilmişti, bu kadar lafı uzatmam gerekmezdi, çok konuşan gebeş parti adamları gibi olmuştum- ben bu partinin ve birçok eğlencenin sıkılan adamıydım, öfleyen, sürekli kravatını düzelten, içkisini tazeleten, sohbetlerde alaycı tavır takınan, az konuşan, konuştuğunda da laf sokan budalanın tekiydim. özür dilerim bu partiler bana göre değil, esasında bana göre olan tek şey sıkıldığımı belirtebileceğim özgür bir dünyadır.

sıla şaşkındı -artık ona sıla diyorum- onun tavırlarını bir anda kendime yönelik bir saldırı olarak ele almam onu şaşırtmıştı. sıla "pardon gitmem gerekiyor" dedi. üff yine aynı şeyi yapıyordu. bu yaptığının farkında değil miydi? gitmek istediğini haykırarak ağırlığını koyması, yine ilgi nesnesine dönüşmesi canımı sıkıyordu. "geçen gün paris'te bir sergide..." bu adamın da... neyse! sıla'nın peşisıra partiden ayrıldım. bu kadın çok hızlı yürüyor. nefesim kesilmişti. sonunda ona yetiştim:
-pardon siz de mi partiden sıkıldınız? 
-ha-ha! duruma en uygun komik ve reddedilemez sevimlilik bu mu oluyor?
-sanırım fırlattığınız taşlar hem kafamı hem de kalbimi kıracak!
-kalbiniz?
-aman allah'ım bir tane daha!
-benimle gelin!

aradan yıllar geçti ve ben hala sıla'nın peşindeyim. o nereye ben oraya. nereye? peki. 

deliler için senfoni

evimiz çıplak bir bakire
içine girdiğinizde sıcacıktır, 
eşikte bekletiriz sizi
içeri buyrun ederiz, geliniz!
evimizde yatak ve yemek vardır
size tüm içtenliğimizi göstermek isteriz
geliniz, sizler için iyi giyindik bugün.

sokağın başında hurda bir araba vardır
direksiyonunda çocukluğumuzu gazladığımız (ah)
meyve veren birkaç ağaç vardır, 
kayarak düştü erhan,
geliniz, sokağımızdan geçiniz.

-nasılsınız efendim?
-iyiyiz hamdolsun sizi sormalı?
-paspasa ayağınızı silmediniz, neden?
-anlayamadım, pardon?
-zile neden uzun uzun bastınız?
-ne diyorsunuz canım siz de?
-havalar da pek ısındı canım!
-ne dediniz?

eskiden yaşlıları pek severdim
paraları vardı ölmeyi bekliyorlardı
ikincisi küfür etmiyorlardı
üçüncüsü birbirlerini duymuyorlardı
yaşlıları seviyordum sebep 
tarih biliyorlardı.

onları yemek yerken seyretmek büyük zevkti, 
ikinci dünya savaşında boş kalan midelerini dolduruyorlardı sanki.
yaşlılar artık bir şey bilmiyor
boş bakıyorlar bunak hepsi

evimiz yaşlanmaya karşıdır
realist oda kapılarımız vardır
buzlu camdan kapılar
kartonpiyerden tavanı vardır
iyi ki de vardır
ya yerlerdeki parkeler olmasaydı?
ya buzdolabı olmasaydı annemi sever miydim?

kulaktan dolma sıralıyorum
marmara sanayi bölgesidir
sivas dağlık bir yerdir
ığdır ığdır ığdır, evet öyledir.
ülkemizin batısı gelişmiştir,
doğusu dağlık olduğu için
-aman- çok esmer olduğu için
-neyse- çok uzak olduğu için
kısaca doğuda kaldığı için
-üff- sevmiyorum doğuyu.

kadınlarımız güzeldir
içleri temizdir, geniştir
iki oda bir salondur

erkeklerimiz alelemum kısadır
aptaldır hımbıldır
ama iyidir

kadınlarımız/erkeklerimiz hayal kırıklığıdır
üzgündürler mutsuz olamadıkları için. 
yanlış bilinir insanlarımız çok mutludur.

yurttaşlarımızın hepsi zengindir,
o kendi zenginlikleridir. 

yurttaşlarımız sakin yaratılışlı, sağduyulu, iyi niyetli, akıllı, en birinci, en iyi, en ileri, aman tanrım, en zekidirler
öyle olmadığını iddia edenler:
-kendini zeki sananlar
-gerçekten zeki olanlar
-entelektüeller
-gazete okuyanlar
-zayıf ve çirkin suratlı olanlar

kadınlarımız ilgi çekici, şefkatli, sevecen, olgun, eğitimli, kültürlü, seksi, şehvetli
 anaç, sadakatli, namuslu, ağırbaşlı ve de şişmandırlar

erkeklerimiz, aman!

evimiz her gün nitelikli yurttaşlarla dolup taşar
gönül yazar
beşer şaşar
vatan şaşmaz! 

evimiz modernizmin beşiğidir
mutfağımız postmoderndir, hain!
şu yazarları okuruz. şu filmleri izleriz. şu şeyleri biliriz: babamı tanımam.

biraz da kendimden bahsedeyim
yaşantım bin metrekare günlerim üç saattir
kendimi geçindirecek kadar geçimli biriyim
üniversite okuyorum ve askere gideceğim
sabahları erken kalkarım ava çıkarım
evlenmeyi yarına kadar düşünmüyorum
bence ülkemizin içinde bulunduğu şu kötü günlerde,
yaşlanmamak en iyisi, süt içiyorum devamlı.
hayatımdan memnunum -bunu belirtme ihtiyacı duyuyorum-
eğitim farz, pardon.

evimiz tilkinin gözleridir
halktan gelir hakka gider, öyle iyidir.
yaşlılar bilgelerimizdir, çok susarlar
susmak evimizdeki en sağlam kolondur
depreme dayanıklı olmamazı her gün süt içmeye ve dizi film izlemeye borçluyuz. 

evimizde aptallara yatacak yer yoktur
o yüzden sokakta kalıyoruz. 
ne bilelim hayat bir sınavdır ve biz para kazanmayı öğrenemedik.

-yaşasın kölelerin birbirinden habersizliği.
-yaşasın! yahu yaşasın iletişimsizlik!

neden? ne neden? nasıl neden?
niçin? kimin için? eyvah, ben
sen, bizler, kemkümcüler, hemhemciler
iyimserler, medyumlar, katatonikler
budalalar, dehalar, ironikler, adamlar
her yerdeler. 

onlar her yerdeler
ne? hani nerdeler?
yerdeler, gökteler
allah mı be bunlar?
evdeler, işteler
iyi bari it kopuk değiller
aşktalar, meşkteler
canlarım ya ne kadar sevimliler

evimiz küçüktür
kulaklarımız vardır
büyük kelimeler yutarlar
evimiz küçüktür
bir ayağımız hep dışarda kalır. 

oha asalsdfkjakfkajfhgajas.



başka?

-miyoptik. üfff. 
-ne kötü bir kelime oyunu. ticari bir başarı elde etmesi namümkün. 
-bilmem. 0-2 saat 5 ytl. ispark. 34174. hmm. bak ne diyor "siz tiyatrocular gerçeklikten nefret ediyorsunuz". şu adam dedi.
-uygunsuz bir yerde bunu söylemesi ne garip. daha neler söyler kimbilir? bak şu kadının yaşı otuzu aşmış olmasına rağmen mizah dergisi okuyor. saçma.
-tamam da neden yani? 
-bilmem. 
-bu saatlere kalan insanları istatisklere dökmek istiyorum. beni durdurma, sadece eklemek istediklerini söyle. 
-hepsi okumuş yazmış çocuklar.
-yılda okudukları kitap sayısı 10-15. düzenli olarak sinemaya gidiyorlar. konserlere gidiyorlar. birçoğu televizyon izlemiyor. hmm.
-hepsinin iyi bir müzik arşivi var.
-bu insanlara bulaşılmaz. sakin görünüşlüler. birbirlerini süzüyorlar sürekli. bak şu kadına dikkat et, deminden beri mizah dergili kadının konuşmasını dinliyor. kendince çıkarımlar yapıyor. aynen benim şu anda yapıyor olduğum gibi. eleştiriyor, beğenmiyor. dalga geçiyor. 
-çünkü alaycılık tek silahları. bu üçüncü sigara, ilk ikisini anladım da bu neden?
-ilki ihtiyaç, ikincisi keyif, üçüncüsü hiç. ımmm şey. bilmem.
-ruh haline uygun  durumlarda sigara içerler. 
-doğru. birer tane daha içelim mi?
-paralarının son kuruşuna kadar içerler.
-bilmem. öyle mi yaparlar? içmeyecek misin?
-bilmem. alayım bir tane daha. başka?
-mina diye bir kız vardı. akif diye bir sevgilisi vardı. ayrılmışlar. neden bilmiyorum. mina, midesinin bulandığını söyledi. kız arkadaşım onu lavobaya götürdü. mina'nın bir avuç dolusu ilaç içtiğini söyledi. hastaneye gittik. midesini yıkattırdık. akif'i aradık. akif ilgilenmedi. akif çok aklı başında bir çocuktu. ilgilenmedi. mina intihar edince, benim de midem bulandı. 
-başka?
-hasan'ın kız kardeşi emine vardı. çocuktuk o zamanlar. emine kuytuda bana ve birkaç arkadaşıma kukusunu açıp gösterirdi. bir şey anlamazdık. sonra emine ağlardı. bana garip gelirdi. 
-başka?
-bizim eski evin arkasında iki adam görmüştüm. adamın biri ayakta duruyor, diğeri çömelmiş. çocuktum pek bir şey anlamadım. bilmem. 
-başka?
-ersin vardı. bir gün eski sevgilimle parkta otururken, romantikti o zamanlar parkta oturmak, ersin yanımıza geldi. park karanlıktı, tamam romantik değildi, benden sigara istedi. sigara verdim. para istedi. vermedim. sonra beni tanıdı, karanlıkta yüzümü görememiş, utandı. gitti. ersin'i evlerinin önündeki ağaca asmışlar. kimin yaptığı bulunamamış. annesi sabah kalktığında oğlunu ağaçta asılı görmüş. kadın delirmiş. öyle. 
-cinsellik, intihar girişimi, homoseksüellik, cinayet yazsana bunları. başka?
-bilmem. bunlar bana sıkıcı geliyor. sen anlat başka?
-erol vardı. erol kaza yaptı. öldü erol. öyle yani. 
-kiraz bal diye bir kız vardı. neyse.
-fairuz diye bir kız vardı. feyruz derdik ona. şıh hamit ile kaçtı. gece bunları basmışlar, sevişiyorlarmış. fairuz'u dövüyorlardı. fairuz'u iyi dövdüler. ben seyrettim. bir sigaraadam bana da tekme salladı "siktir git lan burdan" dedi. koştum. eve geldim şirinler başlamıştı. 
-başka?
-şu kadının çantası açık. bir kitap görünüyor. ben burdan adını göremiyorum. 
-kürk mantolu madonna. çantada taşınacak bir kitap mı bu şimdi?
-çarpılacak haberi yok. düşünsene kadın bu kitabı bitirdikten sonra gözyaşlarını tutamıyor. ve şöyle diyor "o kadar güzel bir kitap ki gözyaşlarımı tutamadım, ağlamaktan göz pınarlarım kurudu". 
-çok klişe. 
-bilmem. saçlarını sola doğru tarasana. 
-böyle iyi.
-kendine güvenin gelir. sola yatır.
-olur. 
-"siz tiyatrocular gerçeklikten nefret ediyorsunuz, ben bunu eleştirdiğimde de bana karşı cephe alıyorsunuz" diyor adam. 
-biz insanlar gerçeklikten nefret ediyoruz. ımmm.
-diyor adam.