29 Aralık 2009 Salı

ders çalışırken



allah canımı alsa da kurtulsam...

pia

ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm

22 Aralık 2009 Salı

evet

ara sıra güzel şeyler de oluyor. hep de yuvarlanıp gidecek değiliz ya.zaman zaman sallan ve yuvarlan da oluyor. eskiden varlığına çok alıştığınız birinin suretine tam yabancılaşmaya başlarken, tekrar bilindik hale geliyor ya, işte o zaman derin bir nefes alınıyor. oluyormuş yani, birşeyler tekrar iyi hissetmenizi sağlayabiliyormuş. biz buna alışılmışın geri dönüşü diyoruz. yada özlediğin birkaç kelimeyi tekrar duymanın rahatlığı. çok yakın geçmişte çok fazlaca düşüncesiz davranılmış. gereği yavaş yavaş yerine getiriliyor. ahdım var tüm uzaktakileri yakın edeceğim kendime. yapacağım bunu. haydi bismillah.

21 Aralık 2009 Pazartesi

beni kutlamalısın...

allah düşmanıma sigarayı bıraktırmasın (amen)

ben hayatımda böyle çile görmedim. resmen acı çekiyorum ama son gülen ben olucam. hem sağlıklı ve pırıl pırıl bir cilde, hem de tertemiz dişlere sahip olucam. yediğimden içtiğimden tat alabilmem de cabası! daha ne isterim şu ahir ömrümde allahtan.

ya ben başından beri sigarayı bırakmak için hiçbir somut neden göremiyordum. nedir yani en fazla ne yapabilir ki bana? sonra dün annem aradı işte. ajitasyon çekti bana, duyarlı konuşltu. ben de mangoda beğendiğim bi pantolon var onu al, bırakıcam dedim. (böyle şerefsizlik de görmedim ayrıca) tamam dedi. tamam dedim ben de. aslında öylece başımdan savacaktım ama sonra madem bir pantolon için bırakacak kadar basit bir olay, sen beni neden bu kadar üzüyorsun burda diyince ben biraz ağlamışım. bıraktım yani işte bu oldu. zor durumdayım. ama geçer herhalde ne biliyim. geçmezse de tıpkı bir şerefsiz gibi yeniden başlarım. off.

19 Aralık 2009 Cumartesi

you can do it!

bir biyolog var, bir de doğal yaşam kameranı. bir böcek uzmanı. bir de amfibyen uzmanı. ben de amfoter uzmanıyım. turnosollu biri daha var, o da metinleri yazıyor. şu an BBC belgesel kuşağındayız. kamp ateşi çevresinde konservelerimizi yiyoruz. kral kobralardan korkuyoruz. tulumlarımız koltuğunda uyuyan adamı cezbediyor. bu böcek hangi familyadandı? bilmiyorum coni.

dış dünyanın sesi kısıldı. dış dünya kumandası.

and it feels like, heaven's so far away. gone away. müziğin sesi kısıldı. "bak ne diyeceğim...". telefonun sesi kısıldı. "gelemem işim var". gelememlerin sesi kısıldı. sinema? sesi kısıldı. konser? çok gürültülü olduğundan sesi kısıldı. bira? köpüklerin sesi kısıldı. "come out and play". müziğin sesi kısılmıştı ama. "çok canım sıkılıyor". canım'ın sesi kısıldı.  default user, buraya gel. fabrika ayarları geri dön. döndüm. oyun oynayacağız. oyunun sesi kısıldı. "son 50 sayfa kaldı, okumalısın". oku emri geri alındı. cebrail git n'olur, işim var. anne konuşuyor. annenin sesi kısıldı. abi fikir danışıyor. o pantolon olmamış. pantolonun paçası kısıldı. oh god. god's volume down. berlusconi'nin ağzı burnu kırılmış. berlusconi'nin sesi kısıldı. misafir geliyorum dedi. misafirin ayağı kesildi. kahvenin kokusu geliyor. kokusu kesildi.

bizi artık kimse durduramaz. GLACIUS. buzdolabını bile durdurduk efendim. sıradaki istediğinizi yerine getiremeyiz. zamanı durduramayız. ben arabesk sanatçısı değilim ki zamanı durdurmaya çalışayım. haha. sıradaki isteğinizin bu olduğunu düşündük. zaman durmasın. durdurulmasın. tamam. apati oluştu. şimdi ne yapacağız? advers bir etki. geçicidir. meraklanmayınız.

şimdi odaklanıyoruz. azıcık optik bilgimiz var. ince kenarlı mercekler ışığı odaklar, kalın kenarlı mercekler ışığı dağıtır. konuyu dağıtma. bildiklerimi sayıyorum. antreman yapıyorum. sana bir mantra söyleyeceğim: "archangel, dark angel, lend me thy light, through death's veil,'til we have heaven in sight!". uzun tekrarlar hafızayı iyileştiriyor. değil mi hafız? mantralar konsantrasyonu artırıveriyor. veriyor tabii ki. işimize odaklanmamız lazım. işimiz çok kutsal. ganj nehrinden bir iş. kilimanjaro'dan bir iş. ikinci adamın da sesi kısılsın. ikinci adamın da sesi kısıldı. bilinçaltı da konuşmayacak artık. "sene 98, bir yaz akşamı, kızıla çalan bir hava, bir tepenin başındayız, ateş yakmışız...". tepenin sesi kısıldı. uzak yakın her şeyi stabil hale getirdik. artık dikkatiniz dağılmayacak. sen de git. ben de gideyim artık. herkes gitti. yalnızım mı demeliyim? evet, hemen kendime acımalıyım. acındırmalıyım. herkes geri gelsin lütfen. kendinle dalga geçme. dalganın sesi kısıldı. bu emirleri veren kim? kim'in sesi kısıldı. görüş net. hava sıcaklığı normal. zemin uygun. teçhizat hazır. kalemler, silgiler, kağıtlar, harfler.

oha. ders çalışacağız. evet.

reklam

ahkam blog yenilendi. ama bence siz burdan okumak yerine gidip dergiyi satın alın. en temiz yol vallahi.

http://ahkamdergii.blogspot.com/2009_12_13_archive.html

17 Aralık 2009 Perşembe

"allahım, onu neden yalnız bıraktın? neden, yalnızlığının verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? neden, suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin? neden, apartmanın bodrumunda saklambaç oynarlarken ayla'yla yalnız kaldığı zaman kıza dokunacak cesareti vermedin ona? oysa, bu çeşit küçük cesaretleri en değersiz kullarından bile esirgememişsindir. isa' yı neden bu kadar geç tanıttın ona? neden günahlarının yükünü taşıyacak gücü ona da vermedin? selim de, kendi çapında birkaç kişiyi kandırabilirdi senin yolunda. meyveleri gösterdin de ağaca çıkma becerikliliğini esirgedin. neden küçük yaştan latince, eski yunanca, fransızca, ingilizce filan öğretmedin ona? (sen ki bütün dilleri ezbere bilirsin). dua etmesini bile öğretmedin ona. evde yalnız kaldığı geceler, karanlıkta yorganı başına çekti ve ter içinde, mısra 193 ile mısra 214 arasında söylediği gülünç yakarmayı uydurabildi o zor şartlar altında. (bkz: dua/25) daha iyi bir şeyler söyletemez miydin? neden, onu canı kadar seven annesinin bile selim'i ; 'benim korkak oğlum' diye okşamasına göz yumdun? 'benim akıllı oğlum, güzel oğlum' dediği zaman da neden, şımarmasını önlemedin? bir duvardan duvara çarpıp durdun onu. bir uçtan bir uca itip durdun onu. öğretmeni 'yalan söyleme, bu resmi sen yapmadın,' dediği zaman neredeydin? neden, bir karşılık bulmasına yardım etmedin? oysa, o resmi selim yapmıştı. on bir yaşında, 'benim kızla konuşuyorsun,' diye erdal' dan ilk tokadı yediği zaman, aslında kızla konuşmamıştı. neden, babasının verdiği on liranın üstünü bir kerede yolda düşürmesini sağlamadın da, önce iki buçuk lirayı düşürdü ve koşa koşa dönüp parayı ararken kalan dört lirayı da kaybetti? soruyorum: neden? sonra, neden karakola gönderdin selim' i parayı bulan oldu mu diye sormaya? neden polisleri güldürdün ve selim' i ağlattın? polisler daha mı iyiydi selim'den? biliyorum, isa daha büyük acılar çekti diyeceksin. bu kadar ayrıntılara girmez diyeceksin. asıl, ayrıntılara girmeliydi bence. her şeyi yaşamalıydı. ilkokula göndermeliydin isa'yı da selim gibi. sonra selim senin oğlun değildi ki. olsaydı da bilmiyordu. biliyorum bunlardan daha acıklı sözler yazdı romancılar, diyeceksin. ben daha neler duydum, diyeceksin. demek bunu söylemekle bitiyor her şey. sen onlara inan (ne kaybettiğini bilmiyorsun onlara inanmakla). küçük ayrıntılara daha girme bakalım. isa'nın ikinci gelişiyle durumu kurtaracağını sanıyorsun. selim de ikinci kere gelirse görürsün. yalnız, bu sefer lütfen aynı zamanda gelsinler artık. araya gene binlerce yıllık bir uçurum koyma. sonunda, ilk gelişlerinde yaptığın gibi ikisini de yalnız bırakma.."

beyaz ve sen

Bu bir yasak aşk öyküsü çok da acıklı

Birazdan evleniyor yarim ondan bu acı

Birde başımda dönüyorken bizim bu şarkı

Mutluluk hediyem şarkımda senin olsun

Ey tanrım dayanabilir miyim buna ben

Yardım et çıkar onu al aklımdan lütfen

Taşıyamıyabilirim düşerim birden

Ne de güzel olmuşsundur beyazlar içinde sen

Sensizliği paylaşırım yalnız evimde

Yokmuş böyle bir acı ne yerde ne gökte

Attın imzanı kıydın ikimizede

Çektim kendimi sen mutlu ol dünya evinde

Ey tanrım dayanabilir miyim buna ben

Yardım et çıkar onu al aklımdan lütfen

Taşıyamıyabilirim düşerim birden

Nede güzel olmuşsundur beyazlar içinde sen

Şarkımızı söylüyorum sakın ağlama

Kıyamamki sana benim olamasanda

Hani sana o ilk canım deyişim varya

Çınlasın kulağında her bu şarkı çaldığında

Sensizliği paylaşırım yalnız evimde

Yokmuş böyle bir acı ne yerde ne gökte

Attın imzanı kıydın ikimizede

Çektim kendimi sen mutlu ol dünya evinde

ne hoş!


geçtiğimiz haftalardan birinde nişanlanan sevip saydığımız ünlü karikatürist Umut Sarıkaya'yı tebrik ediyor, Allah tamamına erdirsin dileklerimizi sunuyoruz.

dünyayı kendi etrafında döndüren insanlar

yanılgıdalar. kocaman adamlar. çocuk misali mızmızlar. bundan sonra varsın öyle kalsınlar.

14 Aralık 2009 Pazartesi

yeni yeni yeni



ahkam 5. sayı yarın çıkıyor. bu kez boyuttan kağıda, mizanpajdan kapağa her bir şeyi değiştirdik. ortaya çok iyi bir dergi çıktığını düşünüyorum. ilk defa bu kadar kendimden eminim çok mutluyum lan :) neyse yarın falan bırakırız mephistolara. edinin.

8 Aralık 2009 Salı

Huzur suskunluk içinde sevmek olabilirdi.Ama bilinç ve insan var,konuşmak gerekiyor. Sevmek cehenneme dönüşüyor.

4 Aralık 2009 Cuma

aman yaaa

küfürü bir mücadele biçimi olarak görüyorum.gereksiz ciddiyete, sıkıcılığa, anlam verme çabalarına karşı en keskin mücadele aracı.

oturuyorlar masalara. muhabbet ettiklerini düşünüyorlar. sürekli mesaj verir nitelikteki anılarını anlatıyorlar. ciddi adamlar. hayatın her alanına dair çıkarımları, değer yargıları, tabuları, kuralları var. onların dışına çıkan insanları eleştirmek zorunda olduklarını sanıyorlar. başkalarını değiştirmeye çalışmak gibi bir işle eğlenmeyi becerebiliyorlar. bu onların varlığını açıklama aracı. kendileri bir eylemi, kendi tırt değer yargılarına dayanarak yapmadıklarından, başka bir insandan da onların aynı davranmasını bekliyorlar. ya, anlatamadım. yani istiyorlar ki, gerçekten bir içki masasında oturalım. kendimize ve hayata dair çıkarımlar yapalım. kendi kurallarımızı, zihinsel kalıplarımızı oluşturalım. buna hep birlikte uyalım.gerçekten yapıyorlar bunu. sonra da, napıyosun lan sen diyince suçlu oluyorsun.

ya bana bu yazıyı yazdırıyorlar işte. onlar gibi biri oluyorum bu yazıyı yazmakla. eleştiri falan yapıyorum. bana bunu yaptığınız için iki gözünüz kör olur da mendil satarsınız inşallah. neden küfür ediyorsun diye sorduğunda,sana sadece şu cevabı vermeliydim:
'sanane lan yarraaam'

pop z'art #9 zalım felek




1 Aralık 2009 Salı

hobo'nun son günleri: durun nefesi normale döndü

burası tam olarak giderayak "şu mektupları da bırakayım" diye düşündüğüm yer. şu yaştan sonra anneme babama karıma mektup yazdım ya, helal bana. çok duygusal şeyler yazdım gibi, yazım da kötü, pek duygusal gelmeyebilir. biçim de önemli tabii. şekil de önemli. karımın şekli de önemliydi, gençken. güzel bir kadındı. güzeldi evet, başka da bir şeyi de yoktu. zaten hiçbir şeyi olmayan insanlar arasında, diğerlerine nazaran bir şeyi olan insanları seçmeye meyilliyiz. "en azından güzel". bu bile mutlu edebiliyor insanı, yani beni. mektuplara başlarken çok sıkıntılıydım, yazacak bir şey yok gibiydi. çok ince düşünülmüş bir şeyler yazamayacağımdan korktum durdum, zaten yazamadım da. onları duygulandıracak, kaygılandıracak, üzecek bir şeyler yazamadım. ama yazdım. iyi ettim. mektupları bitirdikten sonra iyi ettiğimi düşündüm. ferahladım.

bir tek soruya cevap verdim. o soru sorulmamıştı ama ben cevap verdim. sorulmazdı da, kapatılırdı bu meseleler. bu meseleler derken? aslında meseleler yok, tek bir mesele var. mevzu. mevzu deyince de lisedeki arkadaşlarım aklıma geliyor, mevzu evet. tek bir mesele vardı, tek bir soru var şimdi. bunca zaman bir tek mesele üzerine düşündüm, sinsice, korkakça, bazen deli gibi, bazen de işinde gücünde bir adam gibi. mektupla duyurdum onlara, mektuplara insanların hala saygısı var. hala ciddiye alınan bir şey, ben de ciddiye alınmak istiyorum. konuşsam o kadar ciddiye alınmam, itirazlar yükselir, saçmalıyorsun denir. bir şeyler denir elbet, bastırılırım hemencecik. mektubu iyi akıl ettim ha. insanları savunmasız yakalamak gibi, mektup da öyle bir şey. bıraktım kaçtım. onlar düşünsün artık. ben özgürüm artık, ben kendimi anlatarak özgürleştim. rahatladım yahu, artık içimde duranlar öylece durmuyor, onları ifşa ettim. kimse bana "neden böyle düşünüyorsun?" diyemeyecek.

onlara kalıyorum dedim. bir yere gitmiyorum, bu güne kadar bana git demediniz, kal da demediniz. kaldığımı vurgulamak istedim. bir yere gitmiyorum'u iyice vurguladım. diyecekler ki "sana git diyen mi oldu?". kal diyen de olmadı. n'aber? beni bunca zaman içinizden biri olarak gördünüz, her gün her saniye yanımdaydınız, hiçbir çıkıntılık yaptığımı görmediniz. gitmem için, git demeniz için de bir sebep vermedim size, ne yazık. kalıyorum, kalmak için  bir sebebim var; size bana git demeniz için bir şans vereceğim. işte gerçek yüzümü gösteriyorum size, korkun benden. (benden mi korkacaklar, laf) kendimle beraber kalıyorum dedim onlara, ne saçma bir laf, ama o kadar zaman düşündükten sonra yazayım bari dedim. şimdi eve gitmeye korkuyorum, karım beni nasıl karşılayacak acaba. sabahtan beri bu iğrenç yerde, gazete kitap okuyorum, kahve içiyorum. midem kötüleşti, başım da ağrıyor. bu ağrılar daha da artacak biliyorum, bu mektupların hesabını soracaklar bana. iyi delirdim ama. 7 yıllık eşime, kendimce bir ayar çekmiştim. şimdi eğer okuma yazmayı unutmadıysa ya da mektup zamanında eline geçtiyse, okuduysa okuduğunu anladıysa (şaka sanarmış), cevaplarımı tekrar gözden geçirmeliyim.

hem neden hala bazı kurallara uyuyorum ki? biraz daha dışarda gezebilirim, geç gidebilirim eve. orda burda aval aval dolaşabilirim. şu ana kadar yapmadım diye şimdi de yapmayacağım? gizli yasalar beni hala etkisi altında mı tutuyor? gitmiyorum eve. korktuğumdan değil, korkumu ertelemek için değil; gitmiyorum işte, bir sebebi de yok. bir sebebi olması mı lazım illa ki? (kalmak için neden bir sebep belirttim öyleyse?) eski arkadaşlarımı arayayım, sesimde bir gücenme, bir çekingenlik olmamalı. onca zaman aramadım diye şimdi de mi aramayayım? ararım, yüzsüzlük ederim, bana eşlik etmelerini söylerim. çok mu zor? çok zor aslında, insanlar böyle böyle birbirlerinden ayrı düşmüyorlar mı? evet aynen böyle oluyor (kimi arayayım ki). işe bugün hiç uğramadım, daha önce uğradıklarıma, orda olduğumu önemsemediklerine saysınlar, yokluğumu biliyorlar, varlığımı da bilselerdi ya (bilemezler çünkü ben bir vazo kadar orda alışılmış bir eşyadan ibarettim). haydi bakalım. gitmekle kalmak arasında 'kaldım'. gerçek kalmak olmasın sakın bu? haha, işte artık eskisi gibi kelimeleri oynatabiliyorum. kendi kendime deli deli konuşuyorum. bastırdığım iç sesimi özlemişim, ne güzel de dile geldi konuşuyor. hah üniversite arkadaşlarımdan birini arayayım, hmm bununla çok samimiydik (o halde neden görüşmüyoruz hala). karısı açtı telefonu, karısını tanımıyorum, düğünlerine gitmedim, gitseymişim keşke. bak şimdi işin düşüyor, iş mi bu? kendimi tanıtmam isteniyor, güzel tanıtırız. ben üniversiteden arkadaşıyım, evet böyle dersem çok nostaljik ve duygulu olur. nasıl biri olduğumu falan merak eder. beyfendi telefona gelmek için tören mi düzenliyor nedir? bak işte ne olacak, kimmiş ne istiyormuşu bir kerecik olsun düşünme. sesimi aldı, hadi oyun oynayalım, "beni çıkartabildin mi" oyunu. hatırlamaz bu. uzatmayayım, adımı söyleyeyim bitsin. söyledim işte. geç bu muhabbetleri geç, sana şimdi üniversite anılarından, şundan bundan bahsedemem. çok uzatıyor bu adam, eskiden de böyleydi. görüşelim diyecektim (ben sadede gelmeyi sevmiyorum, ama geldim). bugün olmaz derse, bu adamı bir daha aramam. yakınlarda olduğumu söyledim, kaldırsın kıçını da çıksın dışarı. çıkacakmış. evet, işte hala ikna kabiliyetim iyi.

eve dönmeme bahanem hazır. eski püskü yağ torbası bir arkadaşla karşılaştık diyeceğim, yalan söyleyeceğim, ama doğru. karşılaşmayı ben bizzat ayarlasam da, karşılaştık diyeceğim ve heyecan katacağım. heyecan iyidir. iyi de bu adamla ne yapacağız şimdi? "takılırız işte". gençliğe özendirici bir deyim. konuşacak çok şeyimiz de olabilir. hafıza yoklaması yaparız. zaman geçer işte. geçiyor işte. beni gördüğüne, benim tarafımdan hatırlandığına o kadar da sevinmedi, oysa samimiydik? hala çok konuşuyor. olgunluk buna gelmemiş, daha yolu var bunun. önemsiz olaylardan nasıl da heyecanla bahsediyor, kızlarla da bu yüzden muhabbeti iyiydi. herkesle muhabbeti iyiydi aslında (benle bile konuşabildiğine göre). karımı özledim ben, bu adamın yüzünden. o pek fazla konuşmaz, karım yani pek konuştuğu görülmemiştir (benimle tabii). evet sonunda, sonunda! bu işkence bitti. onu eve yolluyorum, gidecek. gitmesini bizzat ben söyledim. iyi söyledim ha. kovdum resmen. sıkıldım senden dedim. kalmasına katlanamıyorum bari, gitmesi için bir bahanesi olsun. ters ters bakıyor bana. gidecek ama esaslı bir laf söyleyecek sanırım. dur bakalım ne diyecek? "hala adam olamamışsın" diyor. aferin, adamlığıma vur. ordan iyi vurulur çünkü (sen de hala aynı moronsun, hah hah ha).

eve gideyim bari. bugün yeterince heyecan yaşadım. evde bu heyecana devam edeyim. çok eğleniyorum. mektupları yazarken de yerli yersiz bir kaç kere gülmüştüm, kalbim de hızlı hızlı atmıştı, midemde sancılar falan da oldu. çünkü ben şu ana kadar kimseye karşı gelmedm, yüzlerine karşı belli lafları seri bir şekilde söyleyemedim. hep anlayışlı, alttan alan, uyumlu, mülayim (bu kelime bana yakışmıyor ama neyse) biri oldum. haliyle beni pek sevdiler önce, şimdi de önemsemiyorlar. benden bir zarar gelmeyeceğini biliyorlar. zararsızım diye değil mi tüm bunlar? korkun benden artık zararsız değilim, dünyayı dar edeceğim size (nasıl yapacağım bunu?). sözümü sakınmayacağım, her şeye tamam, her şeye evet demeyeceğim (ilelebet muhalif gibi oldum iyi mi). hem kaç şeyde benim fikrim alınıyor ki zaten? alışverişe çıkalım mı? hayır desem ne olacak, aç kalırız (demek ki alışverişe çıkalım mı diye sorulduğunda evet demeliyim). annemlere gidelim mi? sinemaya gidelim mi? perdeleri asar mısın? sevişelim mi? (evet buna hayır diyebilirim, arada sırada o hayır diyebiliyor). dur sen telaşlanma hemen, biraz aksi biri olayım. ortalık şenlenir, daha çok konuda görüşüme başvurulur elbet. tabii, aksi biri olursam olur bunlar. kavga bile edebiliriz belki (hiç kavga etmedik, mükemmel!).

kapıyı kilitlememiş. hala uyanık mıdır acaba? neyse, uyanık uykulu farketmez. eve gireyim uyanır hemen (seni yalancı uyuyorum numarası ha). evet, kanepede oturuyor. elindeki mektubu sinirli sinirli tersine düzüne okuyor. iyi sinir yapmış, aferin ona. bakalım o suskunluğu devam edecek mi? gel üstüme gel. hadi bakalım. beni görmezden geliyor (kördür belki). kanalı değiştirdi, başka bir şey izleyecek, televizyonu kapatmayacak sanırım. televizyon kapanmıyorsa, tartışmayacağız demek ki. hmm. ben kendim kapatsam? kapatayım evet. işte kapattım (tepki veriyor, dudaklarında bir laf var). ne diyecek merak ediyorum? çok heyecanlandım. ne duyamadım? ne? ciddi olamazsın? tekrar söyler misin, öyle mızmız konuşma ya, hadi söyle. "ben de kalıyorum!".

aha bittim ben!